ATALIK: GDO`LU MISIRA KARŞI VATANDAŞ ŞİMDİ İNTERNETTE İTİRAZ HAKKINI KULLANABİLİR! / EURACTİV

İSTANBUL ŞUBE ( )
04.10.2011 (Son Güncelleme: 04.10.2011 14:03:12)

Katılımcı demokrasi gereği Biyogüvenlik Kurulu GDO‘lu mısıra karşı itiraz konusunu internette vatandaşa açtı. TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası İstanbul Şube Başkanı Ahmet Atalık ile GDO‘nun Türkiye‘deki son durumu ve bu kampanya ile ilgili bir söyleşi yaptık. Atalık GDO‘nun her alanda yayıldığını, çocuk mamalarına kadar geldiğini, ancak bunu üreten firmaların gizlendiğini söylüyor. Atalık tüm vatandaşları GDO‘lu mısıra itiraza çağırıyor ve bunun yöntemini gösteriyor.

Euractiv.com.tr

4.10.2011

Söyleşi: Kerem Çalışkan-Yayın Yönetmeni

GDO ile ilgili olarak ülkemizde son yıllarda yaşanan kaotik gelişmeler 2011 sonbaharında yeni bir aşamaya girdi. Yeni kurulan Biyogüvenlik Kurulu, yasa gereği GDO‘lu mısır ile ilgili olarak internet ortamında ilgili kurumların ve vatandaşın görüşlerini almaya başladı.

Biz de bu çerçevede GDO ile ilgili olarak uzun süredir aktif çalışmalar yapan, kurumları ve vatandaşları uyarmaya çalışan TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası İstanbul Şube Başkanı Ahmet Atalık ile görüştük.

Atalık şu sıralar Biyogüvenlik Kurulu‘na mısırla ilgili yaygın başvuru yapılması ve itirazların iletilmesi için çaba gösteriyor. Atalık ayrıca şu anda Türkiye‘ye özellikle GDO‘lu soya ithal edildiğini ve bunların ve bazı başkalarının denetimsiz geldiğini vurguluyor. GDO‘lu ürün içeren mamaları üreten firmanın saptandığı halde, adının açıklanmamasını da eleştiriyor.

TMMOB İstanbul Ziraat Mühendisleri Odası Başkanı Ahmet Atalık‘a yönelttiğimiz sorular ve yanıtları şöyle:

-Sayın Atalık, GDO ile ilgili olarak Türkiye`de son durum ne? Nelere izin veriliyor, nelere verilmiyor?

ATALIK: Bilindiği üzere ülkemizde biyogüvenlik mevzuatı ilk olarak 2009 yılında bir yönetmeliğin yürürlüğe girmesi ile başladı. Tarım Bakanlığı yetkilileri bu mevzuata göre artık ülkemize bir gram dahi GDO‘lu ürün giremeyeceğini belirttiler. Ancak, yönetmeliğin hemen her ay geçirdiği değişiklik sonucunda ülkemize ikisi yem katkı maddesi olmak üzere soya, mısır, pamuk, kanola, patates ve şeker pancarına ait 32 GDO‘lu çeşidin girişine izin verildi. 2010 yılında çıkarılan Biyogüvenlik Kanunu‘na göre oluşturulan Biyogüvenlik Kurulu, kendinden önce izinlendirilen 32 GDO‘lu çeşidin iznini iptal etti.

-Bu kapsamda şu anda Türkiye`ye hangi GDO`lu ürünler giriyor? Daha çok hangi ürünler, hangi ülkelerden ne kadar giriyor?

ATALIK: Biyogüvenlik Kurul‘u, kendine yapılan müracaat üzerine Ocak 2011‘de sadece yem olarak kullanılmak üzere 3 soya çeşidinin ithaline izin verdi. Yasa gereği Ağustos ayında GDO‘lu 3 mısır çeşidini halkın görüşüne açtı. Eylül 2011‘de de GDO‘lu 10 mısır çeşidini halkın görüşüne açtı. Tüm bu GDO‘lu mısır çeşitleri yem amaçlı ithal edilmek isteniyor. Ülkemiz her yıl 500 bin ton ile 1 milyon ton arasında mısır, 1 milyon ton ile 2 milyon ton arasında da soya ithal ediyor. Dünyada soyanın %81‘i, mısırın da %29‘u GDO‘lu tohumlarla yetiştiriliyor ve Türkiye ithalatın büyük bölümünü bu ürünleri yaygın olarak GDO‘lu tohumla yetiştiren ABD, Kanada ve Latin Amerika ülkelerinden alıyor.

-Normal tüketici vatandaş için GDO riski taşıyan ürünler hangileri?

ATALIK: Vatandaşımız en yaygın GDO‘lu ürünler olan soya ve mısırı yemezse GDO zararından kurtulabileceğini sanıyor. Ancak bu mümkün değil. Zira, sadece soya ve mısır binlerce gıdanın içerisinde katkı olarak kullanılıyor. Örneğin çocuğunuza, yeğeninize, torununuza bir çikolata aldığınızda bile GDO içerme riski bulunmaktadır. İçindekiler kısmını okuduğunuzda çikolatanın içinde soya lesitini bulunduğunu görürsünüz. İşlenmiş ürünlerin içerisinde bulunan mısır ya da soya yurtdışından alınmışsa GDO‘lu olma riski çok yüksektir. Türkiye özellikle soyada neredeyse tüm ihtiyacını yurtdışından sağlamaktadır.

-Bunları alırken herhangi bir uyarı var mı?

ATALIK: Mevzuata göre içerisinde GDO bulunan bir ürünün etiketinde GDO‘lu olduğunun belirtilmesi gerekiyor. Ancak, 2009‘dan bu yana hiçbir üründe GDO etiketi göremedik. Yasanın gereğinin doğru bir şekilde yerine getirildiğini düşünmüyoruz.

-Tüketici markette aldığı ürünün GDO`lu olup olmadığını nasıl anlayacak?

ATALIK: Tüketici, markette almak istediği bir ürünün (ister işlenmiş ister ham olsun) GDO içerip içermediğini, etiketinde yazmadığı sürece hiçbir şekilde anlayamaz. Hatta herhangi bir gıda laboratuarı dahi gıdada GDO analizi yapamamakta, GDO‘nun varlığını tespit edememektedir. İleri teknolojiye sahip laboratuarlar ancak bu tespiti yapabilmektedir ve kamunun elinde bu laboratuarlardan 8 adet bulunmaktadır. Özel olanlarla birlikte bu sayı 19‘a ulaşmaktadır. Oysa yakın nüfuslara sahip olduğumuz Almanya‘da GDO tespiti yapabilen laboratuar sayısı 45 civarındadır.

-Çocuk ürünleri ve çocuklar için en riskli GDO`lu ürünler, gıdalar ve mamalar hangileri?

ATALIK: Çocukların en sevdiği gıdalar çikolatalar, şekerlemeler ve içeceklerdir. Tümü de GDO içerme riski yüksek gıdalardır. O nedenle çocuklarımızı abur cuburdan ve işlenmiş gıdalardan mümkün olduğunca uzak tutmakta fayda vardır. Biyogüvenlik Kurulu‘nun halkın görüşüne açtığı bilimsel raporlarda bu konuda güzel bir saptama var; 2006 yılında İtalya‘da marketlerden alınan sütlerde yapılan analizlerde GDO‘lu yemle beslenen hayvanların sütlerinde GDO‘lu DNA parçalarına rastlandığı belirtiliyor. Yani çocuklarımızın temel besini de risk altında. Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı bugüne kadar 21 bin numunede GDO analizi yapmış, özellikle bebek ve çocuk ürünlerinde GDO tespit etmemiştir. Ancak GDO‘ya Hayır Platformu üyesi bir tüketici derneği 2006 yılında market raflarından topladığı çeşitli gıda maddelerinde GDO analizi yaptırmış ve yerli üretim bir çocuk mamasında GDO varlığı pozitif çıkmıştı. Zaten firma adı açıklayamıyorsunuz, ticari kayba uğradıklarından yüklü tazminat davası açıyor ve kazanıyorlar. İşin diğer bir garip yönü ise analiz sonuçlarını ancak kamuoyu ile paylaşmayacağınıza dair imza verdikten sonra alabiliyorsunuz. Ne yazık ki, yasalar tüketiciyi değil, sanayiciyi koruyor.

-GDO`lu mısırlar konusunda son durum ne?

ATALIK: Şu an için GDO‘lu 13 mısır çeşidi halkın görüşüne açıldı. Bilimsel komitelerin herbir GDO‘lu mısır için hazırladığı bilimsel risk ve sosyo-ekonomik raporlar ile halktan gelen görüşleri de dikkate alarak Biyogüvenlik Kurulu 30 gün içerisinde değerlendirmesini yapacak ve görüşünü Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı‘na sunacak. Karar, Resmi Gazete‘de yayımlanmasının ardından geçerlilik kazanacak.

-Bakanlık ve Biyogüvenlik Kurulu bunu neden halkın görüşüne açıyor?

ATALIK: Katılımcı demokrasi çerçevesinde bilimsel komitelerin hazırladığı raporlar halkın da görüşüne açılıyor. Sanırım gıda maddesi olarak da girse yem olarak da girse, sonuçta bir şekilde bu ürünleri ya da GDO‘lu yemle beslenen hayvanların ürünlerini halk tüketecek. Sonuçta halk bu ürünleri tüketmek istiyor mu diye sorulması son derece güzel bir konu, ancak dünyada bilim insanlarını ikiye bölmüş bir konuda, GDO‘nun sonuçlarının neye yol açacağı henüz bilinemezken, böyle tehlikeli bir konuda halkımız evet dese bile tedbiri elden bırakmamak ve bu ürünleri ülkemize sokmamak ve tüketmemek gerekiyor. Bu noktada halkımızın bu ürünleri tüketmek istediğini zannetmiyorum. AB halkının da %71‘i bu ürünleri tüketmek istemiyor.

-Buraya kimler görüş belirtebilir?

ATALIK: Biyogüvenlik Kurulu‘nun Türkiye Biyogüvenlik Bilgi değişim Mekanizması sayfasında yayımladığı bilimsel raporlar için isteyen her vatandaş lehte ya da aleyhte görüş verebilir. Görüş verme konusunda bir sınırlama bulunmamaktadır.

-Bu görüşler ne kadar dikkate alınıyor?

ATALIK: Biyogüvenlik Kurulu ilk olarak Ocak 2011‘de GDO‘lu 3 soyaya yem olarak izin verdi. Biyogüvenlik Kanunu‘na göre halkın görüşünü de alarak karar vermesi gerekiyordu, ama görüşe açmadı. Bunun üzerine karara dava açtık, devam ediyor. Diğer mısır çeşitleriyle ilgili halkın görüşünü alıyor, ancak henüz kendi görüşünü oluşturup Bakanlığa sunmadı. Onun için bu aşamada halkın görüşünün ne olduğu ve dikkate alınıp alınmadığı safhasını söylemek için biraz erken.

-GDO konusunda tüketici haklarını savunan ve savunacak örgütler kimler?

ATALIK: GDO‘nun insan, hayvan ve çevre sağlığı konusundaki zararları üzerine Ziraat Mühendisleri Odası tüm şubeleri ile birlikte aktif olarak çalışmakta ve mücadele vermektedir. Bu konuda Gıda Mühendisleri Odasının Şubeleri mücadele vermektedir. Halkımız, internet vasıtasıyla GDO‘ya Hayır Platformu‘nun sayfasına ulaşırsa bu konuda mücadele veren 70 civarında sivil toplum örgütünün listesine ulaşabilir.

-Vatandaş bunlarla nasıl irtibat kurabilir?

ATALIK: GDO‘ya karşı mücadele veren hemen tüm örgütlerin internet sayfaları mevcuttur. Vatandaşımız en kolay bir şekilde internet vasıtasıyla ya da o kurumu ziyaret etmek suretiyle irtibat kurabilir.

-GDO konusunda dünyada ve Avrupa`da son durum ne?

ATALIK: GDO‘lu ürünler dünyada 148 milyon hektar alanda yetiştiriliyor ki bu tüm tarım alanlarının sadece %3‘üne karşılık geliyor. ABD GDO‘lu ürünlerin piyasaya sürülmesinde herhangi bir etiketleme zorunluluğu uygulamamasına karşın, AB bu konuda çok titiz ve etikete önem veriyor.

Artık ABD halkı da GDO‘lu ürünlerin etiketlenmesini istiyor. AB, gıdanın içerisinde bilinçli bir şekilde GDO kullanımı mevcutsa, o ürünü hemen GDO‘lu olarak etiketliyor. Ancak, kazara bir bulaşma söz konusuysa ya da teknik açıdan GDO kullanım zorunluluğu bulunuyorsa binde 9‘luk bir tolerans sağlıyor. Bulaşma ya da zorunlu kullanımın bu miktarı geçmesi durumunda yine GDO‘lu olduğunu etiketinde belirtiyor.

Ülkemizde bu oran hep farklı kullanılıyor. Binde 9‘un üzerinde GDO olunca o ürünün ya da yemin GDO‘lu olacağı belirtiliyor.

Oysa AB‘de bilinçli GDO kullanımı söz konusu ise orana bakılmaksızın GDO‘lu olduğu belirtiliyor.

AB halkı GDO‘lu gıdalara karşı olduğundan firmalar bu talebe dikkat ediyor ve GDO‘lu gıdalar üretmiyor. Aksi takdirde pazar paylarını kaybedebilirler.

Ülkemizde GDO‘lu tohumla üretim yapılması yasak olmasına karşın AB‘de GDO‘lu MON810 mısır çeşidi sadece 6 ülkede ekilmektedir. Daha önce bu ürünü eken Fransa 2008‘de Almanya ise 2009‘da çevreye olan zararlarını gerekçe göstererek ekimini yasakladı.

2005 yılından bu yana GDO‘lu mısır ekimi AB‘de 165 bin hektardan 82 bin hektara gerileyerek yaklaşık yarı yarıya azaldı.

-Hangi ürünlere ne kadar izin veriliyor, hangisine verilmiyor?

ATALIK: AB‘de Avrupa Gıda Güvenliği Otoritesi‘nin değerlendirmesi sonucu Komisyonun izin verdiği GDO‘lu ürünler ithal ediliyor. Bu da fiiliyatta genellikle yem amaçlı oluyor. İzinlendirilmeyen GDO‘ların girişine kesinlikle izin verilmiyor.

-Türkiye`yi GDO konusunda bekleyen ana tehlike ne?

ATALIK: Her ne kadar yem amaçlı kullanılmak üzere ülkemize GDO‘lu soya ve mısır girişine izin verilse de sınırlarımızdan girdikten sonra bunların kazara çevreye yayılmasına ve ekilmesine kimse engel olamaz.

Sonuçta ülkemizde yetişen mısır ve soyalar da tozlaşma yoluyla genetik değişime uğrayabilir ve doğrudan ya da gıda içerisinde katkı maddesi olarak sofralarımıza kadar gelebilir. Ülkemiz özellikle kimi tahıl ve baklagillerin gen kaynağıdır. GDO‘lu bu ürünlerin ülkemize girip yayılması durumunda biyoçeşitlilik açısından tam bir yıkım yaşatır. Türkiye‘nin GDO‘lu ürünlere hiçbir şekilde ihtiyacı yoktur. Tek eksiğimiz kendimize yeterlilik hedefli bir tarım politikamızın olmayışıdır.

-Sayın Atalık, şu anda vatandaş ve tüketici GDO‘lu mısıra karşı Biyogüvenlik Kurulu‘na nasıl başvurabilir?

 ATALIK: Biyogüvenlik Kurulu, GDO‘lu 10 mısır çeşidinin daha yem amaçlı kullanılmak üzere ithal edilmesiyle ilgili olarak hazırlanan bilimsel risk ve sosyo-ekonomik değerlendirme raporlarını halkın görüşüne açtı.

Herbir GDO‘lu mısır çeşidi için bir bilimsel risk değerlendirme raporu ve bir de bilimsel sosyo-ekonomik değerlendirme raporu olmak üzere toplam 20 rapor bulunmaktadır. Bu raporlara aşağıdaki linkten doğrudan ulaşabilirsiniz.

http://www.tbbdm.gov.tr/home/content/announcements.aspx

Raporları açtığınızda "kamuoyu görüş bildirme formu"na da ulaşabileceksiniz. Lütfen hem bilimsel risk hem de bilimsel sosyo-ekonomik raporlarının hepsi için ayrı ayrı görüşlerinizi iletiniz. Aşağıda, tüm raporlara gönderebileceğiniz iki örnek görüş yer almaktadır. Bu görüşlerin tamamını ya da bir kısmını ya da tamamıyla kendi değerlendirmelerinizi göndererek tepkinizi belirtebilirsiniz.

Arkadaşlar bu hassas konuyu mail gruplarına ileterek yaklaşık 10 gün içerisinde daha geniş bir katılımı ve itirazın yaygınlaşmasını sağlayabilirler.

Konuyla ilgili arkadaşlara yardımcı olmak için itiraz örneklerini de veriyorum:

GDO‘LU MISIR ÇEŞİTLERİ İÇİN HAZIRLANMIŞ BİLİMSEL RİSK DEĞERLENDİRME RAPORLARINA İTİRAZ ÖRNEĞİ:

Bilimsel risk değerlendirme raporlarında, GDO`lu gıda ve yemlerin hiçbir zararının bulunmadığı yönündeki araştırma sonuçlarının yanında, bunların organ hasarlarına yol açtığını gösterir bilimsel çalışmalara da aynı oranda yer verilmiştir. Ayrıca, GDO`lu ürünlerin potansiyel alerjen oldukları, beklenmeyen etkilerinin bir kısmının önceden tahmin edilemeyeceği, modifikasyonların artmasına paralel olarak beklenmeyen etkilerin de arttığı, hedef dışı organizmalar üzerinde de olumsuz etkilerinin görüldüğü, bitkiden bitkiye ve bitkiden bakteriye gen geçtiği yönünde saptamalarda da bulunulmuştur.

Raporlarda, GDO`lu ürünlerin lehte ve aleyhte değerlendirmelerinden sonra bilimsel risk değerlendirme komitelerinin tamamının hiçbir gerekçe göstermeden, kendi bilimsel yorumlarını ortaya koymadan GD mısır çeşitlerinin "yem olarak" tüketimine onay vermeleri son derece şaşırtıcıdır. Komite bu karara niçin ulaştığını belirtmemiştir. Sadece GDO`lu mısır çeşitlerinin "yem olarak tüketiminin uygun olduğu sonucuna varıldığı" belirtilmektedir. Buna karşın, aynı raporda geçen olumsuz örnekler dikkate alınarak ve ihtiyat ilkesini göz önünde bulundurarak bilimsel komiteler neden GDO`lu mısırların ithalatını reddetmemiştir?

En önemli sorum ise şudur: küresel ölçekte mısırın sadece %29`luk bölümü GDO`lu iken neden %71`i teşkil eden temiz-GDO`suz mısırın hayvan yemi olarak kullanılması düşünülmemektedir? Şayet cevabınız GDO`lu mısırın daha ucuz olduğu, hayvancılık maliyetlerini aşağı çekeceği yönünde olacak ise o zaman da şunu sormak isterim: "İnsan-hayvan-çevre sağlığı bu kadar ucuz mudur?"

Bilimsel risk değerlendirme raporlarının hazırlanmasında ithalatçı firmaca dosyada sunulan belgeler, risk değerlendirmesi yapan muhtelif kuruluşların görüşleri ve bilimsel araştırmaların sonuçlarını içeren makaleler ile farklı ülkelerde kullanım durumlarının göz önünde bulundurulduğu belirtilmektedir. Biyoteknoloji şirketleri yaptıkları lisans anlaşmalarıyla GDO`lu tohumlarının bağımsız çalışmalarda kullanılmasını engellemeye çalışmaktadır. Dolayısıyla GDO`larla ilgili raporların çok büyük çoğunluğu bu şirketlerin hazırladıkları, hazırlattıkları ya da inceledikten sonra yayımlanmasına izin verdikleri çalışmalardır. Kendilerinin bilip bizlerin öğrenmesinden korktukları şey nedir? Bilimsel risk değerlendirmesi yapan kuruluşlar da bu şirketlerin sundukları raporlar üzerinden değerlendirme yapmaktadır. Şirket bağlantılı "bilimsel raporlara" güvenilemeyeceği açıktır.

GDO‘ların zararsız olduklarını bilimsel bir özgüven ile söylemek şu an için olanaksızdır. Risklerin tam olarak ortaya konamaması, onların yok olduğu anlamına gelmemektedir. Bağımsız araştırmaların engellenmesinin yanında risklerin etkilerinin ortaya konmasıyla ilgili araçların yetersizliği (ki birçoğu artık ortaya konmuş durumdadır) de bilimsel şüpheciliğin bir gereği olup ihtiyat ilkesi göz önünde mutlaka bulundurulmalıdır.

Kesinlik içermeyen, böylesine belirsizliklerle dolu raporlara dayanarak GDO`lu yemlere izin verilmesini ve bu yemlerle beslenen hayvanların ürünlerini tüketmek istemiyorum.

GDO MISIR ÇEŞİTLERİ İÇİN HAZIRLANMIŞ BİLİMSEL SOSYO-EKONOMİK DEĞERLENDİRME RAPORLARINA İTİRAZ ÖRNEĞİ:

Biyogüvenlik Kanunu`na göre 11 kişiden oluşması gereken bilimsel sosyo-ekonomik değerlendirme komitelerinin, halkın görüşüne açılan GDO`lu 10 mısır çeşidi (daha önceki 3 mısır çeşidi de dahil) ile ilgili olarak hazırladıkları raporlarını sürekli 9 üye ile hazırlamaları, bu bilim insanlarından da birinin sürekli kararlara itiraz ediyor olması ilginç bir durumdur. Bu komiteler neden sürekli 2 eksikle toplanmaktadır? Sürekli karşıt görüş veren bir üyenin gerekçesinin ne olduğunun raporda belirtilmemesi ve halkın görüşüne sunulmaması önemli bir eksikliktir.

Bu raporların diğer ilginç bir yönü ise kullandıkları istatistiklerin eskiliğidir. Bilimsel risk değerlendirme raporlarında GDO`ların 2010 yılı verileri kullanılmasına karşın, bilimsel sosyo-ekonomik değerlendirme raporlarında sürekli olarak 2009 yılı verileri kullanılmaktadır. Raporlar kopyala yapıştır tarzı ile hazırlandığından bu eski veriler rapordan rapora varlıklarını sürdürmektedir. Bilimsel rapor adı verilen raporlarda sürekli eski verilerin kullanılıyor olması hoş bir durum değildir. İmla hataları da aynı şekilde rapordan rapora devam ettirilmektedir.

Bilimsel sosyo-ekonomik değerlendirme raporlarında, GDO`lu gıda ve yemlerin hiçbir zararının bulunmadığı yönündeki araştırma sonuçlarının yanında, bunların sindirim sisteminde sindirilmediği ve hücrelere kadar taşındığı, marketlerden alınan süt örneklerinde GD yemlere ait DNA`ya rastlandığı, pastörizasyon işleminin dahi transgenik DNA`nın yıkımını sağlamadığı, bu ürünlerle kullanılan herbisitlerin farelerde sağlık sorununa yol açtığı ve insanda da toksik etki gösterdiği, bu herbisitlerin hamile olan ve olmayan kadınlarla karınlarında taşıdıkları bebeklerine kadar olumsuz etkide bulunabildiği yönünde saptamalarda bulunulmuştur.

Tüm bu saptamalara karşın, bilimsel sosyo-ekonomik değerlendirme komitesinin, mısır tedarikinde meydana gelecek herhangi bir sıkıntının hayvancılık sektöründe büyük bir ekonomik krize neden olabileceği kaygısıyla GDO‘lu mısır ithalatına izin verdiği görülmektedir. Bu kabul edilebilir bir durum değildir. Bilimsel bir açıklama ise hiç değildir. Karar, komitenin de vurguladığı üzere, "sektörü" rahatlatırken, biz tüketicileri yok saymış, rahatsız etmiştir.

Küresel ölçekte yetiştirilen mısırın sadece %29`luk bölümü GDO`lu iken, %71`i teşkil eden temiz-GDO`suz mısırın hayvan yemi olarak kullanılması neden düşünülmemektedir? Şayet cevabınız GDO`lu mısırın daha ucuz olduğu, hayvancılık maliyetlerini aşağı çekeceği yönünde olacak ise o zaman da şunu sormak isterim: "İnsan-hayvan-çevre sağlığı bu kadar ucuz mudur?" Gelişmiş ülkeler hayvancılığını ve girdilerini son derece desteklerken, ülkemizde destek GDO`lu mısır ithalatı ile mi sağlanmaya çalışılmaktadır? Son dört yıldır mısır destek primlerinin 4 kuruşta sabitlenmesi, ülkemizin ihtiyacının GDO`lu mısırla karşılanmasına zemin hazırlamaktadır.

Tüm bilimsel sosyo-ekonomik raporlarda kopyala yapıştır yöntemi izlenmekle birlikte özellikle bazılarında rapor içeriğinde farklı bakteriler ve farklı herbisit aktif maddeleri işlenmektedir. Örneğin Agrobacterium tumefaciens bakterisinden izole edilen ve glifosat içeren herbisite toleransı sağlayan cp4 epsps geninin aktarıldığı mısır çeşitlerine ait raporlarda, Streptomyces viridochromogenes kökenli fosfinotrisin asetiltransferaz (pat) genleri aktarılması sonucu glifosinat amonyum türevi herbisitlere toleranslı transgenik çeşitlerle yapılan çalışmaların sonuçları aktarılmaktadır. Glifosat aktif maddesine karşı hiçbir bilimsel sosyo-ekonomik değerlendirmede bulunulmazken, bol bol glifosinat amonyum herbisitine ait örnekler verilmektedir. Bu durum bir doktorun aspirin ile gripini birbirine karıştırması gibi bir olaydır. Bu fark, "bilimsel" olarak nitelenen raporlara yakışmamaktadır.

GDO‘ların zararsız olduklarını bilimsel bir özgüven ile söylemek şu an için olanaksızdır. Risklerin tam olarak ortaya konamaması, onların yok olduğu anlamına gelmemektedir. Bağımsız araştırmaların engellenmesinin yanında risklerin etkilerinin ortaya konmasıyla ilgili araçların yetersizliği (ki birçoğu artık ortaya konmuş durumdadır) de bilimsel şüpheciliğin bir gereği olup ihtiyat ilkesi göz önünde mutlaka bulundurulmalıdır.

Kesinlik içermeyen belirsizliklerle dolu raporlara dayanarak GDO`lu yemlere izin verilmesini ve bu yemlerle beslenen hayvanların ürünlerini tüketmek istemiyorum.

İletişim: Ahmet Atalık

ahmetatalik@gmail.com

Okunma Sayısı: 563