TMMOB ZİRAAT MÜHENDİSLERİ ODASI 46. DÖNEM OLAĞAN GENEL KURULU SONUÇ BİLDİRGESİ

GENEL MERKEZ ( )
13.03.2018 (Son Güncelleme: 13.03.2018 15:05:09)

TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası 46. Dönem Olağan Genel Kurulu 10-11 Mart 2018 tarihlerinde 27 şube ve 53 il temsilciliğinden 349 delegenin katılımıyla Ankara`da gerçekleştirilmiştir.

Genel Kurulumuz, OHAL Rejimi altında gerçekleştirilmektedir. Olağanüstü Hal, olağan hale gelmiştir. OHAL her türlü hak arama mücadelesinin, farklı düşünceleri dile getirmenin engellendiği, baskılandığı bir rejim olarak yaşamımıza etki etmektedir. Bu koşullar altında genel kurulumuzun ortak kararları olarak aşağıda belirtilen konuları kamuoyu ile paylaşmayı görev ve sorumluluğumuzun bir gereği olarak görüyoruz.

Hayat pahalılığı, zamlar, yoksulluk, işsizlik ve gelir adaletsizliği halkın en önemli gündemleri haline gelmiştir. Pembe tablo çizen açıklamalara rağmen döviz kurları her gün artmakta, fahiş düzeylerdeki vergi artışları ve birbiri ardına yapılan zamlar sonucunda, emeğiyle geçinenler, her geçen gün daha da yoksullaşmaktadır. Ekonomik göstergeler durumun daha da kötüleşeceğini, bugünlerin bile aranır hale gelineceğini göstermektedir. Bu durum göz önüne alınarak kalıcı çözüm yolları bulunması, önlemler alınması gerekirken, hamasi nutuklarla, popülist uygulamalarla sorunlar geçiştirilmeye, üstleri kapatılmaya çalışılmaktadır.

Emperyalist devletlerin geçen yüzyılın başında ortaya koyduğu Ortadoğu’daki paylaşım planları, maalesef ki bu yüzyılın başında da yine sahneye konmuştur. Enerji kaynaklarının ve güzergâhlarının kontrol edilmesine yönelik bu plan, yakın geçmişte önce Irak’ta uygulanmış, sonrasında ise Suriye’de uygulanmaktadır. Emperyalistlerin ülkemizi de bu plan dahilinde gördükleri aşikardır. Bu planların bölge halklarına kan, gözyaşı ve yerinden yurdundan edilen insanların dramı dışında vereceği hiçbir şey yoktur. Yanı başımızdaki bu durum, bugüne kadar izlenen yanlış politikalar nedeniyle her geçen gün bizi de etkilemekte, tehdit etmektedir. Bu tehdidin giderilmesi için Suriye’de yapılmakta olan askeri harekât nedeniyle her gün gelen şehit ve gazi haberleri, sınır kentlerindeki sivil kayıplar hepimizi derinden üzmektedir. Binlerce kilometre uzaktan gelen hiçbir emperyalist güç bu coğrafyaya barışı getirmediği gibi bundan sonrada getirmeyecektir. Savaşların, çarpışmaların, bölgeye ve bölge halklarına yönelik emperyalist hesapların bir an evvel son bulmasını, barış ve kardeşlik rüzgârlarının tüm insanları sarıp sarmalamasını sabırsızlık ve hasretle bekliyoruz. 

Tarımımız da tüm bu yaşananlar gibi iç açıcı bir noktada değildir. Öncelikle siyasi iktidarın sözünü verdiği gibi tarımımız desteklenmemektedir! 2016 yılında çıkarılan Tarım Kanunu’nun 21. maddesi ile verilecek tarımsal desteğin milli gelirin %1’inden daha az olamayacağı hükmü getirilmiştir. Ancak bu söz hiçbir zaman yerine getirilmemiş; verilen destek verilmesi gereken desteğin %0,4 ve %0,6 aralığında kalmıştır. Çiftçimize 2017 yılında yapılan destekleme ödemesi 12,7 milyar TL olmuştur. Oysa Kanuna göre yapılması gereken ödemenin 30,4 milyar TL olması gerekirdi. Bu durum 2018 yılı için de değişmemiştir. Bütçeden destekleme için ayrılan pay 14,5 milyar TL iken verilmesi gereken miktar 34,5 milyar TL’dir.

Hükümetin “mazotun yarısı devletten” sözü de sevindirici olmuştu, ama yine sevinemedik. Zira, çiftçimiz tarımsal üretimde 3,5 milyar litre mazot kullanmaktadır. Mazotun 2017 yılı ortalama fiyatı 4,84 TL olarak hesaplanabilir. Bu durumda çiftçimiz kullandığı mazota yaklaşık 17 milyar TL ödeme yapmıştır. Bu miktarın yaklaşık %60’ının vergi olduğu düşünülürse yaklaşık 10 milyar TL’lik kısmı vergidir. Yani, 2017 yılında çiftçiye verilen 12,7 milyar TL’lik tarımsal desteğin 10 milyar TL’lik kısmının, çiftçinin tarımsal üretimde kullandığı desteklerden sadece biri olan mazotun vergisi ile geri alındığı açıktır. Deyim yerindeyse “kaşıkla verilen kepçeyle geri alınmaktadır”.

Tarımsal desteklerde aradığını bulamayan çiftçi kredilerde çare aramış, ancak icraya düşen kredi miktarı 2005 yılında 149 milyon TL iken 2017 yılında 2,4 milyar TL’ye ulaşmıştır.

Tarıma son derece sınırlı bir kaynak ayrılmakla birlikte, bütçeden her yıl faiz ödemelerine 48 ile 57 milyar TL arasında kaynak ayrılmaktadır. Kaynakların üreten sektöre değil, faiz ödemelerine ayrıldığı bir ülkenin gerçek refah seviyesine ulaşamayacağı, yurt dışına bağımlılığının artacağı da kaçınılmaz bir gerçektir.

Kooperatifleşme, altyapı yatırımları, tarım arazileri ve meraların korunması gibi konulara yeterince önem verilmeyişi ile birlikte tarımımız her geçen gün gerilemiş ve ithalatçı bir duruma sürüklenmiştir.

Bu politikaların bir sonucu olarak, 2005 yılında 41,2 milyon hektar olan toplam tarım arazisi miktarımız 2017 yılında 38 milyon hektara gerileyerek 3,2 milyon hektar küçülmüş, 3 milyon hektar yüzölçüme sahip Belçika’dan bile daha büyük bir alanı çiftçimiz artık ekip biçmez olmuştur. Buna paralel olarak sektörün istihdama katkısı %34’ten günümüzde %20’ye gerilemiştir.

Çiftçinin tarımsal üretimden uzaklaşması, tarım arazilerinin üretimde kullanılmaması durumu kendisini tarımsal ürün dış ticaretinde de bariz bir şekilde hissettirmektedir. Konuya önemli ürünler bazında baktığımızda 2017 yılı Ocak ayında 246 bin ton olan buğday ithalatımız 2018 yılı Ocak ayında %234 artışla 821 bin ton olmuştur. Aynı süreler için 48 bin ton olan mısır ithalatımız 8,5 kat artışla 404 bin tona; 5 bin ton olan pirinç ithalatımız %240 artışla 17 bin tona; 4 bin ton olan nohut ithalatımız %175 artışla 11 bin tona; 3 bin ton olan kuru fasulye ithalatımız %267 artışla 11 bin tona; 107 bin ton olan soya fasulyesi ithalatımız %69 artışla 181 bin tona; 29 bin ton olan ayçiçeği tohumu ithalatımız %145 artışla 71 bin tona; 51 bin ton olan pamuk ithalatımız %41 artışla 72 bin tona; 22.999 baş sığır ithalatımız %393 artışla 113.318 başa; 1.051 baş olan koyun ithalatımız %580 artışla 7.143 başa; 80 ton olan sığır eti ithalatımız 29 kat artışla 2.333 tona yükselerek ülkemiz tam bir ithalat cennetine dönüştürülmüştür. Bu tablo Türkiye’nin gıda egemenliğini kaybettiğini ve kendi çiftçisi yerine ithalat yapılan ülke çiftçilerini desteklediğini göstermektedir.

İhraç ettiğimiz ender ürünlerden olan fındık şüphesiz en önemli döviz kazandıran ürünlerimizden biridir. Dünya üretimi içinde ilk sırada yer alan ülkemizde üreticiler fındık üretiminden uzaklaşmaktadır. Bu gün üreticinin eline geçen fiyat 10 yıl öncesinin bile altındadır. Fındık üreticilerinin örgütsüz oluşu, hükümetin üreticileri desteklememesi yüzünden fındık ihracatından sağlanan gelirin aslan payını fındık üreticisi olmayan ülkeler, uluslararası şirketler almaktadır. Üreticiye ise sadece eziyeti kalmaktadır.

Bugün kırsal alanlar terkedilmiş, yaşlılara bırakılmıştır. Hükümetin kırsalı boşaltan politikaları terk edilmeden bu alanlara dönüşü amaçlayan politikalar boşa kaynak israfından başka bir şey olmayacaktır.

Tarım arazilerinin korunmasına yönelik olarak Büyük Ova Koruma Alanlarının ilanı olumlu karşılanırken, hükümet tam tersi sonuçlara yol açacak uygulamalar içerisindedir. Eskişehir Alpu ovasına planlanan termik santral konunun en son örneğidir. Alpu Ovası’na planlanan termik santral ile ova sadece tarım dışı amaçla kullanılmış olmayacak aynı zamanda çevreye bırakacağı kül ve gazlarla insan sağlığı bir yana bitkisel ve hayvansal üretimi de son derece olumsuz etkileyecektir.

Tekirdağ İli Çerkezköy ve Kapaklı İlçeleri içinde yapılması planlanan kömüre dayalı termik santralin bölge tarımına ve yaşam alanlarına yapacağı olumsuz etkiler; Rusya’dan Avrupa’ya bağlanacak olan “Türk Akımı Doğal Gaz” boru hattının Trakya’nın doğal dokusunu bozmasının yanı sıra yüzlerce kilometrekarelik tarım alanının amaç dışı kullanılacak olması doğa ve tarım arazileri üzerindeki diğer baskı unsurlarıdır.

Şeker sektörü, Cumhuriyetin ilk kurulduğu yıllarda şekerini dışarıdan almak zorunda kalan bir ülkenin akılcı ve bilimsel politikalarla hem tarımını, hem sanayisini hem de kırsal kesimin ekonomik, sosyal ve kültürel gelişmişliğini sağlamasının  önemli ve başarılı bir örneğidir. Ülkemizde 33 şeker fabrikası bulunmakta olup bunların 25 tanesi devlete aittir ve devlete ait olanların 14 tanesi ise özelleştirme aşamasındadır. Gerekçe zarar etmeleridir. Detaylı incelendiğinde fabrikaların yeterli pancar bulamamalarından kaynaklı zarar ettikleri, buna rağmen birçoğunun kar ettiği görülmektedir. O zaman sorun uygulanan tarım politikaları sonucu çiftçinin yeterli pancar üretememesinden kaynaklanmaktadır. Çözüm özelleştirme değil şeker pancarı üretiminin teşvik edilmesidir. Yapılan her özelleştirme sonucu bir kısım fabrikalar hemen, bir kısmı ise istenilen taahhüt gereği 5 yıl sonra kapanacak, gerileyen şeker üretimi nişasta bazlı şeker ile doldurulacaktır. Bu noktada Sağlık Bakanlığı devreye girerek NBŞ’lerin insan sağlığı üzerine etkilerini açıklamalıdır. Bu konuda Avrupa Gıda Güvenliği Otoritesi (EFSA) tarafından pek çok soruna neden olan NBŞ yerine diğer şeker türlerinin gıda üretiminde kullanılması tavsiye edilmektedir. Şeker fabrikaları özelleştirilmemelidir.

Fakültelerinin kuruluşundan bu yana Su Ürünleri Mühendisleri ve Balıkçılık Teknolojisi Mühendisleri kamuda ve özel sektörde ana çalışma konuları olan birçok alanda yetkilendirilmemişler, sürekli olarak göz ardı edilmişlerdir. Su Ürünleri ve Balıkçılık Teknolojisi Mühendislerinin yetkilendirilmesi gereken başta su ürünleri hijyeni ve hastalıkları konusu olmak üzere su ürünlerinin toptan ve perakende satış yerlerinin denetlenmesi, nakil belgesi düzenleme yetkisi, gümrüklerde su ürünlerinin kontrolü gibi birçok alanda konu ile ilgisi oldukça kısıtlı olan Veteriner Hekimler yetkilendirilmişlerdir. Öyle ki su ürünleri sağlığı konusunda Su Ürünleri Mühendisliği ve Balıkçılık Teknolojisi Mühendisliği kökenli akademisyenlere bile imza yetkileri tanınmamıştır ve tanınmamaya devam etmektedir. Su ürünleri sektörünün gelişmesi, sürdürülebilir balıkçılık, kaynak yönetimi, su ürünleri sağlığı ile hakları olan diğer alanlarda Su Ürünleri Mühendisleri ve Balıkçılık Teknolojisi Mühendisleri yetkilerini almalıdırlar.

Tarım sektörü bilindiği gibi kadın ve çocuk emeğinin aşırı sömürüldüğü, iş cinayetlerinin hemen her gün görüldüğü bir alandır. Bu vesile ile son günlerde kamuoyunda ön plana çıkan kadına şiddet ve çocuğa yönelik istismarı kınıyoruz! Bir defadan bir şey olmaz demek yerine; insanlık dışı bu olumsuzlukların bir an önce durdurulması için gereken önlemlerin derhal hayata geçirilmesi en öncelikli talebimizdir.

Kısaca bir kısmı özetlenen gündemdeki bu konular gerek meslek alanımızı gerekse meslektaşlarımızın istihdam alanını son derece olumsuz etkileyen gelişmelerdir. TMMOB Ziraat Mühendisleri Odamız geçmişte olduğu gibi önümüzdeki süreçte de ülke güvenliğimizi, halkımızın sağlığını, gıda egemenliğimizi, mesleğimizi ve meslektaşlarımızı olumsuz yönde etkileyecek tüm konularda kamuoyunu da bilgilendirerek aktif mücadelesini sürdürecektir.

TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası çatısı altında örgütlü bulunan tüm mühendisler olarak barışın hakim olduğu, insanların yüzünün güldüğü, çocuklarımızın temiz bir çevrede oynadığı, halkımızın sağlıklı gıdalarla beslendiği bir dünya hedefliyor ve bunun için tüm gücümüzle çalışıyoruz.

Yaşasın Ziraat Mühendisleri Odası, yaşasın kardeşliğimiz,

Yaşasın TMMOB örgütlülüğü!

Okunma Sayısı: 1337
Fotoğraf Galerisi