DÜNYA ORMANCILIK GÜNÜ VE DÜNYA SU GÜNÜ TORBA KANUNLA KUTLANIYOR (!)

GENEL MERKEZ ( )
22.03.2018 (Son Güncelleme: 18.10.2018 16:54:09)

…VE SON PERDE SU AKAR, ÜRETİCİ BAKAR…

 

22 Mart 2018

Suyun ticarileşmesini de içeren, Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü`nün Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı, Türkiye Büyük Millet Meclisi Tarım, Orman ve Köyişleri komisyonunda görüşülmeye başlandı.

Tasarının kanunlaşmasıyla Türkiye tarımında kuşkusuz yeni bir dönem başlayacak. Meskenlerde kullanılan içme suyu saati uygulaması, tarla sulamalarında da kullanılacak. Üretici kullanmış olduğu suyun bedelini ödeyecek, ödemez ise icra yoluyla tahsis edilecek ve bir daha su kullanımına izin verilmeyecek.

Su, canlı yaşamını sürdürmek için mutlak gerekli olan bir varlıktır. Korunması ve her damlasının boşa harcanmaması başta devlet olmak üzere tüm kesimlerin en önemli görevidir. Küresel iklim değişikliği de göz önüne alınarak su ile ilgili ciddi tedbirlerin acilen hayata geçirilmesi kaçınılmaz bir gerekliliktir.

Bugün gelinen noktada ne yazık ki sudan tasarruf edilmesine yönelik olarak tarlalara su saati takılması öngörülmektedir. Buna karşın akarsu ve derelerimizin HES’ler ile boğazı kesildiğinde duyarlılık gösterilmemiş olması da düşündürücüdür.

Suyun korunmasını birinci öncelikli hedef olarak seçen gelişmiş batı ülkeleri, su kaynaklarının korunmasına ilişkin hukuki düzenlemeler yapmaktadır. Başta canlı yaşamının sürdürülebilirliği olmak üzere tarımsal üretim açısından da yaşamsal bir önemi olan su kaynaklarının korunması ile ilgili olarak batı toplumunun bütün kesimleri bilinçlenmiş durumdadır. Batılı ülkeler ihtiyatlılık ilkesiyle su kaynaklarına zarar verecek her türlü yapılaşmayı önlenmekte, planlı ve bilimsel bir bakış açısıyla suyun korunması için tüm kesimlerin ortak fedakârlık yapmasını sağlanmaktadırlar.

Türkiye’de ise ülkeyi yönetenler başta olmak üzere toplumun çoğu kesiminde aynı duyarlılığın oluşmadığı görülmektedir. Ülkemizde bir taraftan su kaynakları plansızca yapılaşmaya açılmakta, diğer taraftan ormanlık alanlar katledilerek yağmur rejimlerinin değişmesine sebep olacak uygulamalar yapılmaktadır.

Bütün bunlar, yanlış politikalarla bizzat devlet kurumları tarafından gerçekleştirilmekte,  ortaya çıkan zararın bedeli ise masum kesimlere ödettirilmektedir. Türkiye Büyük Millet Meclisi Tarım, Orman ve Köyişleri komisyonunda görüşülen suyla ilgili son değişiklikte de bu mantık net olarak görülmektedir.

Öncelikle şunu söylemek gerekirse, çiftçimiz, başta girdi maliyetlerinin yüksekliği olmak üzere, tarımsal riskler ve uygulanan neoliberal polikalar karşısında, mucizevi bir şekilde üretim yapmaya devam etmektedir.

Yapılacak bu değişiklik; bunca zorluğa rağmen üretimi sürdürmeye çalışan üreticinin üzerine önemli bir yük bindirecektir. Son 15 yılda artan maliyetlerle 35 milyon dekar alanda üretim yapamayan üretici, tarımda kullanılan suya da para harcamak zorunda kalınca daha fazla alanı işlemekten zorunlu olarak vazgeçecektir.

Bu değişiklikle beraber, ülkemizde daha az tarımsal üretim gerçekleştirilecektir. Ülkemiz insanının gıda ihtiyacı ise artan ölçüde ithalatla karşılanmaya çalışılacaktır. Kırsaldan kentlere göç artacaktır. Köyünde kalan üretici ise tarlasında kullanamadığı suyun akışını seyredecektir.

Sonuç olarak görüleceği gibi hükümet; bir yandan doğayı acımasızca katlederek su kaynaklarını birer birer sermayenin kullanımına sunarken, diğer yandan su kullanımına sözde sınırlama getirme çabası içerisindedir. Su kullanımının kontrol altına alınması için hedef kitle olarak çiftçi seçilmiştir. Üretim yapmaktan vaz geçmemek için varoluş savaşı veren çiftçinin cebindeki paraya göz dikilmiştir. Bilinçli ve programlı olarak kurutulan su kaynaklarının bedeli üretken köylüye ödettirilmektedir.

Doğaya, tarıma ve çiftçiye reva görülen bu acımasızlık kim bilir ne zaman bitecek?

Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü’nün Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısına İlişkin Bazı Değerlendirmeler

Arazi Toplulaştırması Hizmetlerinin DSİ’ye Devredilmesi Anlaşılır Değildir

Tarım konularına uzak bir disiplinden gelen Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanı Dr. Ahmet Eşref FAKIBABA’nın, Tarım Reformu Genel Müdürlüğü’ne bağlı arazi toplulaştırması hizmetlerini DSİ Genel Müdürlüğüne devrini teklif ve kabul etmesi sektör açısından bir talihsizliktir. Tarımı sadece üretim boyutuyla görüp, toplulaştırma gibi çok önemli bir alt yapı boyutunun görmezden gelinmesi, elden çıkarılması anlaşılır değildir.

5403 sayılı kanunun amacında; “toprağın doğal veya yapay yollarla kaybını ve niteliklerini yitirmesini engelleyerek korunmasını, geliştirilmesini ve çevre öncelikli sürdürülebilir kalkınma ilkesine uygun olarak, plânlı arazi kullanımını sağlayacak usûl ve esasları belirlemektir” ifadesi yer almaktadır. Aynı kanunun kapsamında “arazi ve toprak kaynaklarının bilimsel esaslara uygun olarak belirlenmesi, sınıflandırılması, arazi kullanım plânlarının hazırlanması, koruma ve geliştirme sürecinde toplumsal, ekonomik ve çevresel boyutlarının katılımcı yöntemlerle değerlendirilmesi, amaç dışı ve yanlış kullanımların önlenmesi, korumayı sağlayacak yöntemlerin oluşturulmasına ilişkin sorumluluk, görev ve yetkilerin tanımlanması ile ilgili usûl ve esasları kapsar” denilmektedir.

5403 sayılı Kanun Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığına, “Arazi mülkiyet hakkının kullanım esası, Toprak Koruma Kurulu, toprak ve arazi varlığının belirlenmesine ilişkin esaslar, tarım arazilerinin sınıflandırılması ve arazi parsel büyüklüklerinin belirlenmesi, toprakların korunması, arazi kullanım plânlarının yapılması, tarımsal amaçlı arazi kullanım plân ve projelerinin hazırlanması, toprak koruma projelerinin hazırlanması, tarım arazilerinin amaç dışı kullanımı, tarımsal potansiyeli yüksek büyük ovaların belirlenmesi ve korunması, erozyona duyarlı alanların belirlenmesi ve korunması,  toprak kirliliğinin izlenmesi ve önlenmesi, arazi toplulaştırması ve dağıtımı gibi birçok görev ve sorumluluk vermiştir.

Bu görevlerin içerisinde Arazi Kullanım Planlamalarının yapılması büyük önem arz etmektedir. Arazi kullanım planlaması, sadece tarımsal alanların değil, endüstriyel, kentsel, kırsal alanlar ile su kaynaklarının değerlendirilmesi ve planlamasını gerektirmekte, bir ülkenin demografik yapısı ve sosyal kalkınma planlamalarında da önemli rol oynamaktadır. Son yıllarda arazi kullanım planlamasının çok küçük bir bölümü olan arazi toplulaştırmasının arazi kullanım planlamaları yerine konulması veya önüne geçmesi büyük bir sorun olmuştur. Arazi toplulaştırması hizmetlerinin DSİ’ye devredilmesi sorunu daha da büyütecektir.

Tarım Reformu Genel Müdürlüğü’nün var olan teşkilat yapısı ve yapısal sorunlarının giderilmesi ile kolayca çözülebilecek arazi toplulaştırması konusu karmaşık bir yapıya ve çözümsüzlüğe doğru sürüklenmektedir. Tarım Reformu Genel Müdürlüğü’nün gayretleri ile toparlanmaya çalışılan arazi toplulaştırmasına büyük bir darbe vurulmaktadır.

Arazi toplulaştırması, tarımda verimliliğin artırılması, üreticinin konforlu tarım ve yaşama koşulları elde etmesi için yapılır. Tarımdaki yapısal sorunların ve miras yasasının yarattığı tahribatların giderilmesinde tarihi bir fırsat yaratır. Arazi toplulaştırması kapsamlı yapıldığında kırsal alanın ve köylerin yapısal sorunları bir bütün olarak büyük oranda çözülmekte, köyde araziye yönelik huzur sağlanmakta, üretimde çalışma koşulları iyileşmekte, masraf ve maliyet azalmakta, örgütlenme kolaylaşmakta, kente göç azalmaktadır.

DSİ arazi toplulaştırmasına çok uzak bir kuruluştur

Arazi toplulaştırmasının sulama projelerinin uygulanması ve sulama uygulaması başarısındaki rolü çok önemlidir. Sulama sistemleri ile arazi toplulaştırması mutlaka koordineli bir biçimde yürütülmelidir. DSİ, genel sulama sistemlerine yönelik olarak uzmanlaşmıştır. Ancak arazi toplulaştırmasına çok uzak bir kuruluştur. DSİ, olaya sadece sulama sistemlerinin kolay uygulanmasına ve bu sistemlerin kamulaştırmasız ucuza gerçekleştirmesine bakmaktadır. Nitekim 5403 sayılı yasa ile 2007 yılında DSİ Genel Müdürlüğü’ne yeni sulama alanlarında arazi toplulaştırması yapma yetkisi verilmiştir. Yaptıkları çalışmalarda başarılı olamadıkları bilinen bir gerçektir. Çünkü arazi toplulaştırmasının gerektirdiği bir teşkilat yapılanmasına gidilmemiş, Topraksu, Köy Hizmetleri ve Tarım Reformu Genel Müdürlükleri’nden uzman teknik eleman alma ya da yeni teknik eleman yetiştirme ihtiyacı duymamıştır. 5403 Sayılı Yasa’ya göre hizmet verilmekte, ancak bu yasanın ruhuna ve içeriğine sahip çıkılmamaktadır. Sulama sistemlerindeki alışkanlıklarının devamı olarak bütün çalışmalar, ihale edilerek ve yüklenici firmalara emanet edilerek yürütülmektedir.

DSİ içerisinde sadece “Arazi Toplulaştırma ve Tarla İçi Geliştirme Dairesi Başkanlığı” öngörülmesi, diğer hizmetlerin Tarım Reformu Genel Müdürlüğü’nde bırakılması hizmet bütünlüğünü bozacaktır. Ayrıca taslakta taşra teşkilatının oluşumuna yer verilmemesi büyük eksikliktir.

DSİ’nin uzmanlaşmış personel ve taşra teşkilatlanması eksikliği bulunmaktadır

DSİ Genel Müdürlüğü’ndeki yeni yapılanma kapsamında sadece Tarım Reformu Genel Müdürlüğü’nde çalışan ve arazi toplulaştırmasında uzmanlaşmış elemanlardan uygun görülen sayıda elamanın DSİ’de istihdam edilecek olması meslek taassubuna fırsat verecektir. Kapatılan Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü’nden İl Özel İdarelerine ve Büyükşehir Belediyeleri kadrolarına aktarılan birçok arazi toplulaştırması uzmanı teknik eleman bulunmaktadır. Bu elemanlar atıl durumdadır. Kanun, Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’nda ve diğer kurumlarda çalışan deneyimli uzmanların geçişine zorunluluk ve teşvik getirmemektedir. Çünkü isteğe bağlılık ya da DSİ’nin seçimi, özveri ve yoğun emek isteyen ve olaya gönül vermeyi gerektiren arazi toplulaştırması çalışmalarından geçmişte olduğu gibi büyük kopma ve uzaklaşmalara neden olacaktır. Aksi halde DSİ, 2023 yılına kadar bırakın Türkiye’nin arazi toplulaştırmasını bitirmeyi, bugün devam eden çalışmalarını dâhi  sonlandıramayacaktır.

DSİ; baraj, sulama sistemleri gibi anında kabul ve takdir gören su yapıları hizmetlerine alışkındır. Hizmet götürdüğü insanlarla iş birliğine ve onların onayına ihtiyaç duymaz. Ağırlığını teknik hizmetler oluşturur. Elinde kamulaştırma gücü vardır. Onun içinde işlerin bütününü yükleniciler marifetiyle yürütür.Arazi toplulaştırması ise insanların mülkiyetine müdahale ettiği, kamulaştırmasız yapıldığı ve onların onay ve isteklerine göre yürütüldüğü için uygulamada özel yetenek, ikna, sabır, deneyim, uzmanlık, hassasiyet ve adalet gerektirir. Bu özellikleri yüklenici firmalarda bulmak ve güven yaratmak, bütün işleri yükleniciler marifetiyle yapmak mümkün değildir. O nedenle toplulaştırmayı yürüten kurumun merkez ve taşra teşkilatında bu vasıfları taşıyan elemanların olması ve her aşamada üreticinin ve yüklenici firmanın yanında olması, devletin varlığının ve güven ortamının hissettirilmesi gerekir.

Ülkemizde tarımda başarı ve sürdürülebilirliğinin sağlanması, yapısal ve üretim sorunlarının giderilmesi için ilk düşünülmesi gereken arazi toplulaştırması fırsatını en iyi biçimde değerlendirmek için donanımlı merkez ve taşra teşkilatı olan bir kuruma, konuya hakim bilgi ve deneyim sahibi uzmanlara ve büyük yatırımlara ihtiyaç vardır.

Arazi toplulaştırması, bugün için DSİ’ye devredilse bile DSİ’deki bugünkü anlayışla başarı sağlanması mümkün görülmemektedir. Olan yine ülkenin sabırsızlıkla beklediği arazi toplulaştırmasına olacak, geçmişte olduğu gibi toplulaştırmaya yıllardır emek ve gönül veren kurum ve birçok teknik eleman toplulaştırmadan kopacak, DSİ çabalarına sil baştan başlayacaktır. Çok kısa sürede yapılan hatanın farkına varılacaktır.Belli bir zaman sonra elde edilen yeni deneyimler ışığında bu çalışmanın yakın bir zamanda Topraksu Teşkilatı gibi özverili, farklı mesleklerin işbirliğinin olduğu uzman ve yoğun taşra teşkilatı olan bir kuruma devredileceğine inanıyoruz.

Orman Kanunu Son 15 yılda 15 Kez Değiştirildi

Siyasal iktidarın “yaz-boz tahtasına” dönüştürdüğü hukuksal düzenlemelerden birisi de 6831 sayılı Orman Kanunu’dur. 1956 yılında çıkarılan yasa bugüne değin toplam 29 kez değiştirildi.

Ülkemizin ekonomik büyümesinin, bu kapsamda sermaye birikimin daha da kolaylaştırılıp sürdürülebilmesinin en güçlü dayanağı “doğal” süreçler ile ortam ve varlıkların daha çok sömürülmesi olmuştur. AKP de bu aşamada, önceki hemen hemen tüm siyasal iktidarlar gibi, yine “devlet ormanı” sayılan yerler ile devlet ormancığı düzenine “sarılmak” durumunda kalmıştır. Son 15 yılda 15 kez değiştirilen 6831 sayılı Orman Kanunu’nda bir kez daha yapılmak istenen değişikliklerin bu bütünsellik içinde değerlendirilmesi gerekmektedir.

6831 sayılı Kanunun 18’inci maddesinde yapılan değişiklikle“Devlet ormanı” sayılan yerlerde ormancılık dışı amaçlarla yapılabilecek etkinliklerle ilgili yeni düzenleme yapılmaktadır. Yapılacak düzenlemeyle;“Devlet ormanları hudutları içinde veya bu orman sınırlarına bir kilometreye kadar olan yerlerde…  hızar, şerit kurulmasına” izin verilmesi uygulaması kaldırılacaktır. Buna karşılık, “Devlet ormanlarında arkeolojik kazı ve restorasyon yapılmasına ve bu alanların kullanımına, tarihi eserlerin restorasyonu ve korunması için gerekli tesislere, işletilmesinde ağaç kullanılan ocakların açılmasına, yeraltında depolama alanı kurulmasına” bedeli karşılığında yirmidokuz yıllığına izin verilebilecektir. “Yeraltı depolamasına” izin verilmesi, orman ekosistemlerinin, başta nükleer santraller olmak üzere çeşitli tehlikeli atıklar için depolama alanlarına dönüştürülmesi olasılığını akla getirmektedir.Öte yandan, ilgili maddede gerekçesinde belirtildiğine göre yapılacak değişiklikle;“…orman ürünü işleyen her çeşit fabrikanın açılmasındaki engeller…” kaldırılacak,“…küçük ölçekli orman ürünü işleyen tesis sayısı…”azaltılacaktır. Yeni düzenlemede, sözgelimi “küçük ölçekli” tanımına bir açıklama getirilmemektedir. Böylece, yaklaşık %70’i küçük ölçekli olan orman ürünü işleme tesisleri; örneğin kereste, parke, mobilya, vb işletmelerinin hammadde sağlama olanakları kısıtlanacaktır.

Orman alanları için son derece zararlı olabilecek kullanım biçimlerine tahsisin önü açılmaktadır

18’inci maddede yapılan değişiklikle orman alanları için son derece zararlı olabilecek kullanım biçimlerine tahsisin önü açılmaktadır. Orman içinde veya ormana 1 veya 4 kilometre mesafede özel mülkiyete tabi arazilerde kurulacak tesisler bile özel izne tabi iken, düzenlemeyle bu kısıtlama kaldırılmakta, izin verilmesi yanında 29 yıl gibi uzun bir süre verilerek, neredeyse sınırsız bir kiralamaya imkan sağlanmaktadır.

Son dönemlerde ormancılık alanında yapılan özelleştirmeci düzenleme ve uygulamalardan birisi, kesilmesi gereken ağaçların orman ekosisteminde dikili durumdayken satılması uygulamasıdır. Bu uygulama, şimdiye değin, “yasaya karşı hileli yollarla” yapılmaktaydı. Aynı Kanunun 30’uncu maddesinde yapılacak düzenlemeyle bu uygulamaya yasal dayanak sağlanmakta; uygulama, alıcılar yönünden kolaylaştırılmaktadır. Öyle ki, ihaleyi kazanan kuruluş, ihaleyle aldığı işle yükümlülükleri ile kazanımları bir mali yılı aşabilecektir (“sârî ihale!) Böylece orman işletmeciliğinin temel etkinliklerinden birisi olan orman ürünü hasadı ile satma işleri birleştirilerek özel kişi ve kuruluşlara devretme uygulaması pekiştirilmektedir.

Dikili ağaç satışının uzun dönemlik tahsisler şeklinde orman ürünü işleyen firmalara satışının önü açan bu düzenlemeyle, orman ürünü işleyen yonga levha veya palet üreten firmalara uzun vadeli dikili satış yöntemi ile satış yapılması orman üretim işlerine eskiden olduğu gibi özel firmaların veya şahısların sokulması geçmişte yaşanan orman yıkımını yeniden gündeme getirecektir. Bu düzenleme Anayasanın devlet ormanlarının devletçe yönetilip işletileceği kuralına açıkça aykırı bir düzenlemedir.

Orman köylüsü hak kaybına uğrayacaktır

Orman Kanunun 34 üncü maddesiyle, sınırları içinde “devlet ormanı” sayılan yerler bulunan köy ve kasaba halkına çeşitli ayrıcalıklı haklar sağlanmaktadır. Orman köylüsüne verilen ürettikleri kerestelik tomruklarla ilgili haklar ortadan kaldırılmakta, orman köylüsüne sadece baltalık ormanlar ile ağaçlandırma sahalarından çıkarılacak ağaçları dikili olarak satın alma hakkı tanınmaktadır. Orman köylüsünün dikili satış için yeterli mali imkânı bulunmamaktadır. Bu nedenle 34. Maddenin orman köylüsüne tanıdığı eski olanaklar ortadan kaldırıldığı ve dikili olarak bu malları satın alma olanağı da bulunmadığı için orman köylüsünün kerestelik, soymalık ve kaplamalık kereste üzerinde sahip oldukları haklar tamamen elinden alınmış olmakta ve sadece pazar satışı yakacak odun hakkına indirgenmektedir.

Yürürlükteki maddeye göre; “Hane adedinin en az yüzde 51 i tarafından kurulan orman köylerini kalkındırma kooperatiflerinin, birim fiyat usulü ile kesip satış istif yerlerine taşıdıkları kerestelik, soymalık ve kesme kaplamalık tomrukların ve sanayi odunlarının ayrı ayrı yüzde 25 ine kadarı,…” kooperatiflere piyasadaki satış fiyatının altındaki bir bedelle satılabilmektedir. Böylece söz konusu kooperatiflerin ücret dışında ekonomik yarar sağlayabilmeleri de olanaklı kılınmıştır. Ancak, yapılacak değişiklikle bu olanak kaldırılacaktır.

Ormancılığımızda “emek düşmanı” sayılabilecek uygulamalardan bir tanesi de, yoksul “orman köylülerinin” ağaç kesme, tomruklama, taşıma işlerinde birim fiyatla (vahidi fiyat) çalışmasıdır. Bu düzen, çalışmayı kabul eden ama işçi sayılmayan “orman köylülerinin” toplumsal güvence ve sendikalaşma haklarından yararlanabilme olanaklarını kısıtlamaktadır. Bu düzen, yapılacak düzenlemede de korunmuştur. Ancak, bu kez yalnızca, bu işlerin yanı sıra bakım, ağaçlandırma, toprak koruma, tohum ve fidan üretimi vb işlerde yine birim fiyatla ama sigortalı olarak (Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası) çalışacaklara istihkakları % 7 fazlasıyla ödenecektir. Her şeyden önce Anayasanın eşitlik ilkesine tümüyle aykırı olan bu uygulamayla söz konusu işlerde emek kullanımında hileli yollar başvurulması da yaygınlaşabilecektir.

Orman kooperatifleri zarar görecek

6831 sayılı Kanun’un 40’ncı maddesi, ormancılık işlerinde çalıştırılacak “orman köylüleri” ile kooperatiflerine ayrıcalıklı haklar sağlayan bir başka düzenlemedir. Maddeye göre, söz konusu işler;“…öncelikle işyerinde veya civarındaki orman köylerini kalkındırma kooperatiflerine ve işyerindeki köylülere veya işyeri civarındaki orman işlerinde çalışan köylülere…”verilmektedir. Ancak, yapılacak değişiklikle, “arazi hazırlık çalışmalarının makinelerle yapılacağı ağaçlandırma işlerinde” çalışanlar bu öncelik hakkından yararlanamayacaktır.

Hemen hemen tüm ağaçlandırma çalışmalarında toprak hazırlama işleri makine ile yapıldığından orman köylüsüne tanınan öncelik hakkı büyük oranda etkisiz kılınmaktadır. Maddede kooperatiflerin yetkisini azaltacak şekilde düzenleme yapılmış olup devlet işletmeciliğinin esas olduğu ormancılık faaliyetlerinde Anayasa`nın Kooperatifçiliğin Geliştirilmesi ile ilgili 171’incimaddesinin ana ilkesine aykırıdır.

Yangın söndürme çalışmalarına katılım zorunluluğu kaldırılıyor

69’uncu madde, çevredeki köy ve kasaba halkının orman yangınlarının söndürme çalışmalarına katılma yükümlülüğünü düzenlemektedir. Yapılacak değişiklikle;“yangın mükellefiyetinin” kaldırılarak yerine “gönüllülük” esasının getirilmesidir. Bu şekilde gönüllü insanların da yangın söndürme çalışmalarına katılması sağlanmak istenmektedir. Ancak, esasen bu katılıma herhangi bir mani bulunmamaktadır. Bu nedenle gönüllülük esasının yeni bir uygulama gibi sunulması ve bu hususun yasa metninde yer alması gereksizdir. Ayrıca, yangın söndürme çalışmalarında insan gücünün temel dayanağını oluşturan mükellefiyet esasından bu şekilde vazgeçilmesi tehlikeli bir durumdur. OGM yangın söndürmek için yeterli insan gücünü bulamayabilir. Ayrıca, gönüllülerin yangın söndürme çalışmaları konusunda orman köylüsü kadar usta ve dayanıklı olmadığı da unutulmamalıdır. Bu nedenle yangın söndürme çalışmaları ciddi bir zaafa uğrayabilir ve orman idaresi ciddi tazminat davaları ile yüzyüze gelebilir.

Orman yangınlarıyla iletişimi düzenleyen 72’inci maddede yapılan düzenlemeyle orman yangını önleme ve söndürme işlerinde çalışanların çalışma saatleri dışında kaldığı kule, bina vb ortamlarda geçirecekleri süreler çalışma süresi hesaplamasına katılmayacaktır.

6831 sayılı kanuna eklenen Ek Madde 15 ile Orman kadastrosu yapılmayan ya da yapılmış olup da artık hukuksal olarak “orman” sayılmayan yerlerde ilgili kuruluşun ağaçlandırma ve erozyon kontrolü çalışması yaptığı tapulu arazilerin sahiplerine ya 6292 sayılı yasa (“2B Yasası?) kapsamında değerlendirilemeyen “2B arazilerinden” ya da başka Hazine arazilerinden yer verilmesi olanaklı kılınmaktadır.

6831 sayılı kanuna eklenen Ek Madde 16 Anayasanın 169 ile 170. maddelerine açıkça aykırıdır, 6831 sayılı Orman Kanunu’nun 2. maddesinin “B” bendiyle çelişmektedir.

Madde, Anayasanın gerek 169 gerekse 170. maddeleri, dolayısıyla da 6821 sayılı Orman Kanunu’nun 2. maddesinin “A” bendinin “orman” sayılacak yerler ile en sakıncalı düzenlemelerden birisidir. Nedense üzerinde gerektiğince tartışılmayan ancak “2B” uygulamasından çok daha sakıncalı olan bu düzenlemeye göre;“…orman olarak muhafazasında bilim ve fen bakımından hiçbir yarar görülmeyen, aksine tarım alanlarına dönüştürülmesinde yarar olduğu tespit edilen …”yerler hukuksal olarak “orman” sayılmayabilmektedir. Ancak, Anayasanın 169 ile ve 6831 sayılı yasanın 2. maddesinin “A” bendinde bile bu gibi yerlerin “tarım alanlarına” dönüştürülmesinde kesin yarar görülebilecek yerlerden olması gerekmektedir. Anayasanın 170. maddesi ise bu gibi yerlere “orman köylüsü” sayılanların kısmen ya da tamamen yerleştirilmesi kuralını getirmektedir. Oysa, getirilen Ek Madde 16, bu kuralların hiçbirisiyle bağdaşmamaktadır.

Orman köylüsü olmak için nüfus sınırlaması

6831 sayılı Orman Kanunu’nun 31, 32, 34-40. maddeleriyle “orman” köyü sayılan yerleşmeler ile bu yerleşmelerde yaşayanlara orman ürünlerinden yararlanmada, orman işçiliğinde çeşitli ayrıcalıklı haklar sağlanmıştır. Öte yandan, anımsanacağı gibi; 2012 yılında çıkarılan On Dört İlde Büyükşehir Belediyesi ve Yirmi Yedi İlçe Kurulması ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’la “orman köyü” sayılan yerleşmelerin yarısı mahalle sayılır olmuştur. Bu durumun daha önce “orman köyü” ile “orman köylüsü” sayılanların hak kaybına yol açmaması için de kimi düzenlemeler yapılmıştır. Ancak bu kez getirilen Ek Madde-17 ile orman köyü olan yerlerin nüfusunun iki bini, belde olan yerlerin nüfusunun yirmi bini geçmemesi kuralıyla söz konusu haklardan yararlanabilecekler için şimdilik yalnızca nüfus sınırlaması getirilmiştir. Büyük bir olasılıkla bu türden sınırlamalar giderek artacaktır.

Torba Kanun kapsamında 6831 Orman Kanunu’nda yapılan değişiklikler; “devlet ormanı” sayılan yerlerin, bu yerlerdeki orman ekosistemlerinin, 1937 yılından bu yana yürütülmesine çalışan devlet ormancılığı düzeninin; ormancı çalışanların, “orman köylüsü” sayılan yurttaşlarımızın başına yeni “çoraplar örebilecektir”.

 

Ziraat Mühendisleri Odası Yönetim Kurulu

 

Okunma Sayısı: 1049
Fotoğraf Galerisi