HASAT TÜRK: TARIMIN SORUNLARI ÇÖZÜLMEDEN GIDA FİYATLARI DÜŞMEZ- MART 2019

GENEL MERKEZ ( )
08.03.2019 (Son Güncelleme: 08.03.2019 14:14:58)

 

  • 2019 yılının ilk aylarında Türk tarımının görünümü nedir?

2019 yılının ilk aylarından itibaren, Türkiye tarımında yaşanan sorunlara karşı gerçekçi çözüm yolları aranmamasının sonuçlarını görmeye devam ettik. Bunun bir örneği ise, son günlerde gündemde çokça yer alan tanzim satış noktaları oldu.

Seçimlere giderken, temel gıda maddelerinde ki artışı önlemek için tanzim satış mağazaları açılmaya başlandı. Tarımın sorunları çözülmeden gıda fiyatlarını düşürmek mümkün değildir.  Tanzim satış mağazaları geçicidir, yüzeyseldir, aldatıcıdır. 

Tarım ürünleri ki fiyat artışının temel nedeni yüksek girdi maliyetleri, iklim değişikliğine bağlı olarak yaşanan olumsuz hava koşulları ve ürünün tüketiciye ulaştırılmasında yaşanan organizasyon bozukluğudur. Türkiye tarımsal üretimde kullanılan gübre, zirai ilaç, tohum gibi girdilerin temininde dışarıya bağımlıdır. Döviz kurlarında ki artış durumunda tarımsal girdi maliyetleri yükselmektedir. ARGE ye yeterince destek verilirse kendi çeşitlerimizi üretiriz ve dışarıya bağımlı olmayız. Üretici yeteri kadar desteklenemediği için kazanç elde edemiyor, üretimden çekiliyor, tarım alanları azalıyor. Nüfusumuz her geçen gün artar iken ithalat yapmak da çözüm değildir. Üretim planlaması mutlaka yapılmalıdır. Kooperatifçilik desteklenirse üretici de, tüketicide kazanır. Sonuçta: Tarımın sorunları çözülmeden gıda fiyatlarının düşmesi mümkün değildir.

  • Size ulaşan bilgilere göre Türk çiftçisi üretime devam ediyor mu? Üretimden kaçışlar hızlandı mı?

Türk çiftçisi üretim yapması durumunda, kazanç elde edip edemeyeceğinin hesabını yapmak zorundadır. Çünkü üretmesi kazanacağı anlamına gelmemektedir.

Bitkisel üretimde en çok kullanılan girdiler; mazot, gübre, tohum, zirai ilaç, sulama, enerji ve işçiliktir. Gübre fiyatları son bir yılda yüzde 100`ün üzerinde arttı. Çiftçi şu anda gübre kullanamıyor.

Tarımsal üretim için kullanılan girdi maliyetleri artarken, çiftçinin ürettiği ürün fiyatı, maliyetin altında kalıyor. Gübre fiyatı %100 artarken buğday fiyatı 2018 yılında %11,7 oranında, makarnalık buğday fiyatı %10 arttı. Çiftçi bu durumda nasıl gübre kullanıp, kazanç sağlayabilir.

Kazanç elde edemeyen köylü ise üretimden çekilmektedir. Kırdan kente göç ile beraber, kırsal bölgelerin insan gücü, tarım sektörünün sürdürülebilir yapısını bozacak derecede kentlere kaymaktadır. Oysa gelişmekte olan ülkeler için kalkınmanın yolu kırsaldan geçiyor. Ekonomik büyümenin anahtarı uzun yıllar yoksulluğun sebebi olarak görülen kırsal bölgelerde küçük aile çiftçiliğinin desteklenmesi gerekmektedir. Türkiye’de yıllar itibariyle toplam nüfusun belde ve köy nüfusuna oranına bakacak olursak, 1980 yılında toplam nüfus içerinde köy nüfus oranı %56,1- 1990 yılında %41,0- 2000 yılında %35,1- 2017 yılında %7,5- 2018 yılında % 7,9 olmuştur.

Tarım ve Orman Bakanlığı verilerine göre ÇKS’ye kayıtlı çiftçi sayısı 2003 yılında 2,8 milyon iken, 2010 yılında 2,3 milyona ve 2017 yılında 2,1 milyona geriledi. Dolayısıyla bu süre zarfında yaklaşık 700 bin çiftçi son derece yetersiz olan tarım desteğini bile almaktan vazgeçti.

Tarımın istihdama katkısı ise 2010 yılında %23,7 iken, 2015 yılında %20,0- 2016 yılında %19,5- 2017 yılında %19,2 ve Ekim 2018’de %18’4’e geriledi.

  • Girdi maliyetleri ve ürün fiyatları hakkında neler söylenebilir? Türk çiftçisi bu koşullarda para kazanıyor mu?

Tarımda kullanılan girdi maliyetleri 2018 yılında döviz kurundaki artışa bağlı olarak oldukça yükseldi. Zira tarımsal üretimde kullanılan girdilerden mazotta neredeyse tamamen, tarım ilacı ve gübrede çok büyük oranda, özellikle sera tohumlarında önemli düzeyde yurtdışına bağımlıyız. Bu nedenle döviz fiyatındaki en ufak bir artış çiftçinin üretim maliyetini önemli ölçüde artırmaktadır.

Bir önceki yılın aynı ayına göre 2018 yılında mazot fiyatındaki yükselme Eylül ayında %35’e, DAP gübresinde Ağustos ayında %104’e, üre gübresinde Ağustos ayında %114, tarım ilacı fiyatları %50 - %80 düzeyinde artış gösterdi.

Genel enflasyon verilerine göre enflasyon Ekim ayında %25,24’e kadar yükseldi. Bir önceki yılın aynı ayına göre Aralık ayını %20,30 ile tamamladı. Buna karşın çiftçinin birinci elden sattığı ürününden eline geçen fiyat artışı %15,89 oldu. Dolayısıyla çiftçinin kazancı her yıl olduğu gibi enflasyonun altında kaldı. Cari olarak çiftçinin eline geçen parada her ne kadar artış gözükse de enflasyonun oldukça altında kalması nedeniyle alım gücü geriledi. Tüketicinin gıda alımına ödediği fiyattaki artış ise %25,11 ile genel enflasyonun üzerinde oldu. Bu durum üreticinin kazanamadığı, tüketicinin ise yüksek fiyattan gıdaya ulaştığını net bir şekilde gözler önüne sermektedir.

  • Üreticisinin yaptığı işten para kazanabilmesi için neler yapılmalıdır? Sektörün geleceği için atılması gereken adımlar nelerdir?

2006 yılında yürürlüğe giren Tarım Yasasına göre tarımsal desteklemeler için bütçeden ayrılacak kaynağın milli gelirin %1’inden az olamayacağı hükmü getirildi. Ancak 2007 yılından itibaren verilen desteğin milli gelire oranı %0,4 ve %0,6 aralığında kaldı, hiçbir zaman %1 olmadı. Yasa çerçevesinde 2018 yılında tarıma verilmesi gereken destek 37,4 milyar TL olması gerekirken, yapılan destekleme ödemesi yaklaşık 14,6 milyar TL’de kaldı. Çiftçiye aldığından daha fazla bir miktar, 22,8 milyar TL eksik ödeme yapıldı.

Tarımsal desteklerde aradığını bulamayan çiftçi gittikçe artan miktarda banka kredisine yöneldi. Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu verilerine göre bankaların çiftçiye verdiği tarımsal kredi miktarı bir önceki yıla göre yaklaşık %17’lik artışla 2018 yılında 102 milyar TL’ye ulaştı. Diğer bir deyişle, çiftçilerin bankalara olan kredi borcu 102 milyar TL’ye ulaştı.

Çiftçinin üretimi sürdürebilmesi için tarımsal üretimden para kazanıyor olması gerekir. Çözüm ise yerli üretimin artırılması, ürünün üreticiden tüketiciye ulaştırılmasında yaşanan sıkıntıların çözülmeli ve elbette ki kooperatifçiliğin desteklenmesi ve geliştirilmesi gerekiyor.

Üreticinin üretebilmesi için ise gerekli desteğin verilmesi, girdi maliyetleri karşısında çiftçiyi ezdirilmemesi, ithalatın üretici üzerinde bir terbiye aracı olarak kullanmaması gerekiyor.

Üretim maliyetlerinin aşağı çekilmesi, çiftçinin kazanabileceği ve tüketicinin ürünlere çok daha ucuza ulaşabileceği bir model için kooperatif üyesi olmayan çiftçi bırakılmamalı, bu yapıya devlet desteği her zaman sunulmalıdır. Çiftçinin kazanabildiği bir sistemde, bir Belçika yüzölçümüne ulaşmış olan ekilmeyen tarım arazileri tekrar üretimle buluşabilecektir. Bir Hollanda yüzölçümüne ulaşmış nadas alanlarımız da tıpkı 1980’li yıllarda yapıldığı gibi baklagil üretiminde değerlendirilmeli ve TMO üzerinden pazarlama konusunda yardımcı olunmalıdır.

  • Hangi ürünlerin yeterli seviyede üretiminde sorunlar ve eksiklikler söz konusudur? Bu sorunlara çözüm olarak seçilen “ithalat” yöntemi ne derece doğru ve yerindedir?

Anavatanı olduğumuz buğdayın ithalatı her yıl artış göstermektedir. İthalat miktarı bir önceki yıla göre %15,9 artışla yaklaşık 5,8 milyon tona ulaştı. Genellikle 500 bin ton ile 1,5 milyon ton aralığında ithalat yaptığımız mısırda ise miktar 2 milyon tonun üzerine çıktı. Mısır ithalatımız 2018 yılında %3,3 artışla 2,1 milyon ton olarak gerçekleşti. Temel yağ bitkimiz olan ayçiçeği ithalatımız da bir önceki yıla göre %11,2 artışla 712 bin tona yükseldi. Soya ithalatımız %13,6 artışla yaklaşık 2,7 milyon ton gibi rekor bir düzeye ulaştı. Pamuk üretim alanı ve üretimindeki artış ithalatı %17,8 oranında geriletti. Ancak yine de 2018 yılında yaklaşık 752 bin ton gibi yüksek bir ithalat gerçekleştirildi.

Sadece bu 5 ürünün (buğday, mısır, ayçiçeği, soya, pamuk) ithalatına, TÜİK verilerine göre yaklaşık 4,6 milyar dolar karşılığı 21 milyar TL ödendi. Bu ürünleri yetiştirme imkânımız olmasına karşın izlenen tarım politikası nedeniyle çiftçi tarım arazisini ekmekten vazgeçti.

Kimse ithalat yapmayalım, ihracat da yapmayalım dememektedir. Ancak coğrafyamızda yetiştirebileceğimiz tarım ürünlerini dahi yetiştirmek yerine ithal etmeyelim. Bir Belçika büyüklüğünde tarım arazimizi ekmekten vazgeçip bir Hollanda yüzölçümüne eşdeğer arazimizi nadasa bırakıp da tarımsal hammaddemizi dışarıdan ithal etme peşinde koşmayalım. Hammaddemizi de biz üretelim, gıda maddemizi de. Bir yandan ülkemiz insanlarının istihdamını sağlarken diğer yandan kaynaklarımızı kendi ülkemizin insanları için kullanalım, ithalat yaptığımız ülkelerin insanları için değil.

  • Tarımda sürdürülebilirlik ve gıda güvenliği konularında neler söylenebilir? Ülkemizi bekleyen tehlikeler nelerdir?

Türkiye’de yaklaşık 650.000 gıda işletmesi bulunmaktadır. Bu işletmeleri denetleyen Tarım ve Orman Bakanlığı bünyesinde çalışan teknik eleman sayısı ise yaklaşık 5.500-6.000 civarındadır. Bakanlıktaki bu sayıdaki eleman yalnızca işletme denetiminde görev yapmayıp, ithalat-ihracat ve yem denetimlerini de gerçekleştiriliyor olduğu düşünülürse bu sayı çok yetersizdir. Bu durumda uygun şekilde ve yeterli sayıda denetim söz konusu değildir. Bu sebepten dolayı bal, sucuk, salam, yağ, peynir vs. gibi birçok gıda maddesinin üretiminde sahtecilik artmaktadır. Sahte gıda üretimi tüketicilerimizin sağlığını tehdit etmektedir. Bunun ise tek çözümü Tarım ve Orman Bakanlığı’nın teknik personel istihdam etmek suretiyle gıda denetim elemanı sayısını artırmasıdır.

Bakanlıkça taklit ve tahşiş yapan firmalar kamuoyuna ifşa ediliyor olsa da yapılan değerlendirmelerde görülmektedir ki bu uygulama yeterince caydırıcı olmamaktadır. Bunda tüketicinin resmi kurumlara olan güvenlerinin tam olmamasının büyük etkisi vardır.

Tarım ürünlerimizin ise ne ölçüde sağlıklı olduğunu düşünmemiz gerekiyor. Biyogüvenlik Kurulu, Beyaz Et Sanayicileri ve Damızlıkçıları Birliği Derneği’nin (BESD-BİR) başvurusu üzerine genetiği değiştirilmiş (GDO) üç soya ve bir mısır çeşidinin daha hayvan yemlerinde kullanılmasına onay verdi. Kurul daha önce 7 soya ve 25 mısır geni olmak üzere toplam 32 genetiği değiştirilmiş ürünün ithalatına izin vermişti. Alınan son karar ile birlikte bu sayı toplamda 36 oldu. Türkiye ise mısır ve soya ithalatında rekor kırarak; 2017 yılında 2.055 milyon ton- 2018 yılında 1.998 milyon ton mısır,  2017 yılında 3.101 milyon ton- 2018 yılında 2.956 milyon ton mısır ithal etti.

Ziraat Mühendisleri Odası olarak “Kurbanlıklarınız Hangi Ülkeden Olsun?” başlıklı basın açıklamamızın hemen akabinde, kurban bayramında yaşanan şarbon hastalığı ise gıda sektöründe denetimde yaşanan zafiyetin ve ithalatın sonuçlarını gözler önüne serdi.

Bugün hayvanlara verdiğimiz soyanın sadece 180 bin tonunu kendimiz üretiyoruz.  Oysa 2 milyar 800 bin ton soyaya ihtiyaç var. Üretemediğimizi ithal ediyoruz ama bu soya yüzde yüz GDO’lu. Yine her sene mısır ithal ediyoruz. Mısırın da yüzde yüzü GDO’lu. Tarım alanlarını ve mera alanlarını amacı dışına çıkarırsan, ithalata sürekli kapıları açarsak tarımın ve hayvancılığın bu noktaya gelmesi de hastalıklar da kaçınılmaz olur.

Günümüzde gelişmiş ülkeler, halkını yeterli ve dengeli beslemek için tarımsal üretimi artırmakta, elde edilen tarımsal ürünleri ise doğru işlenmesi-depolanması konusunda yeterli yaptırımları sağlayarak, güvenilir ve yeterli gıdaya ulaşmak için çalışmaktadır.

Ülkemizde kullanılan “Tarladan Sofraya Güvenilir Gıda” sloganı “ABD’den kuru fasulye, Meksika’dan nohut, Çin’den sarımsak, Rusya’dan et… Sofraya” olmuştur. Üreticimiz yeterince desteklenirse her türlü tarımsal ürünü üretebiliriz. Bu durumda sorulması gereken bir soru varsa 1980’li yıllara kadar kendi kendine yeten bir ülke iken, biz neden ithalat yaparak güvenilirliği şüpheli bitkisel ve hayvansal ürünleri alıyoruz? Neden ithalat ile yabancı ülke çiftçilerini destekliyoruz? Tarım ülkesi olduğumuzu unutup, nasıl oldu da ithalat şampiyonu bir ülke olduk?

Sonuç olarak gıda güvencesi güvenilir gıdayı temin etmek öncelikle kamusal bir hizmettir. Kamu idaresini bu hususlara ilişkin kendini meselenin dışında tutup yalnızca düzenleyici bir rol kabul ediyor olması, bizim gibi iktisadi ve örgütlülük anlamında birçok problemi çözemeyen ülkeler için hiçbir sorunu çözememiştir.

Güvenilir ve yeterli gıdaya ulaşmanın tek yolu bilimsel- teknik ve milli tarım politikalarıyla üreticinin desteklenerek yerli üretimin artırılmasına, gerekli istihdamın sağlanarak bir kamu hizmeti anlayışı ile ürünlerin şeffaf ve tarafsız bir anlayışla kontrol ve denetimlerinin yapılmasına bağlıdır.

 

Okunma Sayısı: 1145