“ON BİRİNCİ KALKINMA PLANI (2019-2023)” ÜZERİNE ZMO GÖRÜŞÜ

GENEL MERKEZ ( )
09.11.2019 (Son Güncelleme: 09.11.2019 12:23:29)

 

Tarım Sektörü

On Birinci Kalkınma Planı’nda “Öncelikli Gelişme Alanı” olarak belirlenen “Tarım” sektöründe; “402. Çevresel, sosyal ve ekonomik olarak sürdürülebilir, ülke insanının yeterli ve dengeli beslenmesinin yanı sıra arz talep dengesini gözeten üretim yapısıyla uluslararası rekabet gücünü artırmış, ileri teknolojiye dayalı, altyapı sorunlarını çözmüş, örgütlülüğü ve verimliliği yüksek, etkin bir tarım sektörünün oluşturulması temel amaçtır.”

Oysa; tarım sektörünün ekonomideki ağırlığı her geçen yıl azalmaktadır. 2017’de ekonomi %7.4 büyürken tarımdaki büyüme %4.9, 2018’de ise ekonomi %2.6 büyürken, tarımdaki büyüme %1.3 olmuştur. Plan; “128. 2014-2018 döneminde sanayi ve hizmetler sektörlerinin GSYH içerisindeki payları yıllar itibarıyla artarken tarım sektörünün payı azalmıştır. 2018 yılı itibarıyla tarım, sanayi ve hizmetler sektörlerinin cari GSYH içerisindeki payları sırasıyla yüzde 5,8, yüzde 22,2 ve yüzde 61,5 olarak gerçekleşmiştir.” saptamalarıyla, Onuncu Plan hedeflerine ulaşılamadığını, tarım sektörünün küçüldüğünü itiraf etmektedir.

2006 tarih ve 5488 sayılı Tarım Kanunu’nun 21. maddesi ile; 2007 yılından itibaren tarımsal desteklemeler için bütçeden ayrılacak kaynağın milli gelirin %1’inden az olamayacağı hükmü getirilmesine rağmen, verilen desteğin milli gelire oranı %0,4-0,6 aralığında kalmış ve hiçbir zaman %1 dahi olmamıştır. 2018 yılında tarıma verilmesi gereken destek 37,4 milyar TL olması gerekirken, yapılan destekleme ödemesi yaklaşık 14,6 milyar TL olmuş, tarıma verilen desteğin 5 kat fazlası ise faiz ödemelerine ayrılmıştır. Tarımsal desteklerde aradığını bulamayan çiftçi gittikçe artan miktarda banka kredisine yönelmiş, BBDK verilerine göre bankaların çiftçiye verdiği tarımsal kredi miktarı bir önceki yıla göre yaklaşık %17 artışla 2018 yılında 102 milyar TL’ye ulaşmış, çiftçinin ödeyemediği için icralık olduğu kredi miktarı ise, bir önceki yılın aynı ayına göre Aralık 2018’de ciddi bir artışla %55 olmuştur.

Türkiye’de üreten çiftçi para kazanamamaktadır. Ekim ayında %25’e yükselip önceki yılın aynı ayına göre Aralık ayını %20 ile tamamlayan 2018 yılı genel enflasyon verileri karşısında, çiftçinin birinci elden sattığı ürününden eline geçen fiyat artışı %15,89 ile her yıl olduğu gibi enflasyonun altında kalmış, tüketicinin gıda alımına ödediği fiyattaki artış ise %25,11 ile genel enflasyonun üzerinde seyretmiştir. Önemli ürünler bazında 2018’de ortalama satış fiyatı bir önceki yıla göre buğdayda %5.5, mısırda % 13.5, tütünde %14.6, pamukta %13.3 artarken, çiftçinin eline geçen fiyat, %20.3’lük enflasyonun oldukça gerisinde kalmıştır. Bu tablo üreticinin kazanamadığı, tüketicinin ise yüksek fiyattan gıdaya ulaştığını net bir şekilde gözler önüne sermektedir.

Ülke koşullarında yetişen ürünler açısından yakın zamana kadar Dünyada tarımda kendi kendine yeten 7 ülkeden biri olan Türkiye, günümüzde fındık, fıstık, üzüm, kayısı ve narenciye dışındaki diğer tarım ürünlerini çeşitli gerekçelerle değişen miktarlarda 125 farklı ülkeden ithal etmektedir.

İzlenen tarım politikası nedeniyle 17 yıl gibi kısa bir sürede kazanamayan çiftçimiz 3,2 milyon hektar tarım arazisini ekmekten vazgeçmiş, Ülke genelinde tarım alanları 1990’larda 27 milyon hektar, 2002’de 26.5 milyon hektar iken, 2018’de 23 milyon hektara düşmüştür.

Tarımın istihdamdaki payı sürekli azalarak, 1990’larda %46 olan pay, 2010’da %23.3’e, 2018’de %17.3’e gerilemiştir. Tarım ve Orman Bakanlığı verilerine göre, 2002 yılında Çiftçi Kayıt Sistemi (ÇKS)`ye kayıtlı çiftçi sayısı 2,8 milyon iken, 2018 yılında bu sayı 2,1 milyona düşmüş, yaklaşık 700 bin çiftçi son derece yetersiz olan tarım desteğini bile almaktan vazgeçmiştir. ÇKS’ye kayıtlı tarım alanı ve çiftçi sayısının bir bölümünün sadece tarımsal desteklerden yararlanmak için kullanıldığı, yani şehirde veya kırsalda yaşayan belli bir kesimin üretim yapmasa bile sisteme kayıt yaparak desteklerden yararlandığı bir gerçektir. Gerek üretim alanlarının daralması, hem çiftçi sayısındaki düşüş tarımda bir üretim sorunu olduğunu açıkça göstermektedir.

Tarım alanlarının, tarımsal üretimin, çiftçi sayısının, kırsal alan nüfusunun sürekli düştüğü bu süreçte, en büyük pay aracılara ve sözleşmeli tarımla çiftçiyi taşeronu olarak kullanan büyük şirketler ile ithalatçı firmalara gitmektedir. Bu durum, bırakın rekabet edebilmeyi; çiftçinin üretim yapamaz durumuna gelmesine, yoksullaşmasına, üretimden vazgeçmesine, arazisini satmasına, kente göç ederek vasıfsız işsizler yığınına katılmasına, kentlerde artan sorunların yeni ortaklarından biri olmasına yol açmaktadır.

On Birinci Kalkınma Planı’ndaki tarım sektörüne dair hedefler incelendiğinde, temelde tarımsal üretimi artırma odaklı bir çerçeve sunulmasına karşın, Plan genelinin “403.1. Tarım sayımı yapılacaktır.”, “404. Tarımsal desteklerin etkinliği artırılacaktır.”, “405. Tarım arazilerinin korunması, etkin kullanımı ve yönetimi sağlanacaktır.”, “407. Bitkisel üretim artırılacaktır.”, “408. Hayvancılık geliştirilecektir.”, “410. Gıda güvenilirliğini teminen denetimler etkinleştirilecek, bitki ve hayvan hastalık ve zararlıları ile mücadele hizmetleri geliştirilecektir.”, “411.3. Gıda kayıp ve israfının önlenmesi için tüketici bilinci artırılacaktır.”, “417. Tarımda üreticilerin gelirini korumaya yönelik faaliyetler desteklenecektir.” gibi “cek-cak edebiyatı” şeklinde sıralanmış kahve sohbetlerinde bile herkesin söylediği yuvarlak laflardan oluştuğu görülmektedir. 

Tablo 1’de Plandaki haliyle Tarım sektörü hedeflerine yer verilmiştir. Kalkınma Planına yazılan hedefler, yıllardır iktidar olup bu alanda hiçbir şey yapmayanların, “tam da şimdi yapmalıyız” anlamında kendilerini itiraf etmeleri bağlamında trajikomik bir durumdur.

Tablo 1. Tarımsal Hedeflerin 2018-2023 Yılları Karşılaştırılması

 

2018

2023

Arazi Toplulaştırma Faaliyet Alanı (Milyon Hektar, Kümülatif)1

8,2

8,5

Tescil İşlemleri Tamamlanan Arazi Toplulaştırma Alanı (Milyon Hektar, Kümülatif)1

3,6

6,2

Sulamaya Açılan Net Tarımsal Alan (Milyon Hektar, Kümülatif)1

3,34

5,34

Tarla İçi Basınçlı Sulama Sistemi Kurulan Alan (Bin Hektar, Yıllık)

40

200

Sulama Oranı (%)

64

68

Merkezi Yönetim Bütçesinden Yapılan Tarımsal Desteklerin Tarımsal Katma Değere Oranı (%)

6,8

7,2

Yağlı Tohum Üretimi (Milyon Ton)

4,02

5,40

Tıbbi ve Aromatik Bitkilerin Üretim Miktarı (Bin Ton)

700

1.200

Sığır Varlığı İçinde Kültür Irkı Oranı (%)

49

56

Kırmızı Et Üretim Miktarı (Milyon Ton)

1,12

1,70

Mera Islah ve Amenajman Alanı (Bin Hektar, Kümülatif)

68

518

Orman Alanlarının Ülke Yüzölçümüne Oranı (%)

29

30

Kaynak: 2018 yılı verileri Tarım ve Orman Bakanlığı ile Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü (DSİ) ve Orman Genel Müdürlüğüne aittir. 2023 yılı verileri On Birinci Kalkınma Planı tahminleridir. (1) Tarım ve Orman Bakanlığı ve DSİ faaliyetleri esas alınmıştır.

Karşı çıkacak birileri varmış gibi bitkisel üretimin artırılacağının ve hayvancılığın geliştirileceğinin sanki ilk kez ifade ediliyor gibi plana yazılması trajikomik bir durumdur. Aslında, bitkisel ve hayvansal üretimde belli stratejik ürünlere dikkat çekilerek üretimin nasıl ve hangi yöntemlerle artırılacağı, mevcut ithalatın nasıl sonlandırılacağı ifade edilse ve hedef buna göre belirlense, Plan bir anlam ifade edebilirdi.

Ülkemizdeki son tarım sayımının 2001 yılında yapılmış olmasına karşın 17 yıldır bu ülkede genel tarım sayımı yapmayan siyasi iktidarın teknolojinin oldukça geliştiği son dönemlerde aradan geçen onca süreden sonra Kalkınma Planı’nda “403.1. Tarım sayımı yapılacaktır.” demesi, beceriksizlik ötesi, başarısızlığının bir itirafıdır.

Yerli tohum satışının yasaklandığı, üreticinin “tohum-takas şenlikleri” ile nefes almaya çalıştığı günümüzde, “414. Yerel ve bölgesel düzeyde üretimi yapılan tarımsal ürünleri hak ettiği katma değere eriştirecek mekanizmalar oluşturulacaktır.” ifadesi manidardır.

Toprakla ilgili potansiyel tespit çalışmalarının doğruluk derecesi, toprak etütlerinin tipi ile yeterlilik ve doğruluk derecesine bağlıdır. Toprak ve arazi kaynakları potansiyelinin bilinçli ve dengeli bir şekilde kullanılabilmesi için detaylı temel toprak etütleri gereklidir. Bu etütler, toprak ve arazi hakkında gerekli olan tüm bilgileri en küçük ayrıntı düzeyinde içeren yeterlikte olduğundan, bunların yapılması halinde diğer toprak etütlerinin yapılması gerekmeyecektir. Elde edilen bilimsel verilerle arazi yetenek, arazi kullanma, drenaj grupları, şehir planlaması, karayolları yol güzergâhı, erozyondan zarar görme ve korunma, sulu tarım arazi sınıflamaları vd yapılabilmekte; oluşturulan toprak haritaları ve veri bankası ile sürekli olarak kullanıcılara sunulmaktadır. Ülkemizde ise, bazı yöre ve havzaların bir bölümünde yapılan ve yaygın olmayan detaylı toprak haritalarını saymazsak, ülke genelinde toplu değerlendirme yapabilmek için sadece yoklama (ön etüt = istikşâfi) toprak etütleri mevcuttur. Mülga Topraksu Genel Müdürlüğü’nce 1966-71 yıllarında yapılıp yayınlanan yoklama haritaları, 1982-84 yılları arasında mülga Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü’nce güncelleştirilmiş yayınlanmıştır. Yıllardır uygulanan uzman kamu kurumu kapatma ve konuyu önemsememe politikalarıyla bugün Tarım ve Orman Bakanlığı bünyesinde ülke düzeyinde toprak etüt ve haritalama yapabilecek uzman bir Genel Müdürlük kalmamış ve yeterli sayıda uzman mühendis bulunmamaktadır. “405.1. Ülke genelinde toprak yeteneklerini gösteren detaylı toprak etütlerinin yapılması, haritalanması ve sınıflandırılması sağlanacaktır. 405.2. Toprak bilgi sistemine dayalı tarımsal arazi kullanım planlarının hazırlanması tamamlanacaktır.” hedefleri de bu kapsamda trajikomiktir.

“405. Tarım arazilerinin korunması, etkin kullanımı ve yönetimi sağlanacaktır. 405.3. Tarım arazilerinin tarım dışı amaçlı kullanım baskısını azaltacak düzenlemeler tamamlanacak ve denetimler artırılacaktır.”  şeklindeki Plan hedefleri ise, verilen sorunlu izinler, özel şirketler adına değiştirilen Yönetmelikler ve açılan davalara karşı Bakanlığın samimiyetsiz tutumu özelinde inandırıcı olmayıp, toprakların talanı mantığının bir cümlelik soyut hedef yazımıyla önlenemeyeceği gerçeğini göstermektedir.

Planda yer alan “405.4. Atıl arazilerin tarımsal üretime kazandırılması başta olmak üzere, tarım arazisi piyasalarının geliştirilmesi için arazi bankacılığı sisteminin kurulmasına yönelik düzenlemeler yapılacak, sözleşmeli üretim desteklenerek özendirilecektir.” hedefi,  “405.5. Küçük aile işletmeleri korunurken, tarım işletmelerinin ölçeklerinin yeter gelirli tarımsal arazi büyüklüğüne ulaşması için başta kiralama olmak üzere arazi edinimine yönelik çalışmalar yürütülecektir.” hedefi ile çelişirken, küçük üreticilerin tarım arazilerinin özel sektöre ait yerli/yabancı büyük işletmelere evrilmesinin önünü açacak tehlikeli bir gelişmedir.

Tablo 1’de yer alan gerçekleşen ve öngörülen hedeflere yönelik “405.7. Arazi toplulaştırma çalışmalarına sulama yatırımları ile entegre bir şekilde devam edilecek, tescil işlemlerinin hızlandırılması için düzenlemeler yapılacaktır.”, “406.1. Plan döneminde 2 milyon hektar alanın sulamaya açılması hedeflenmektedir. Bu hedefin 750 bin hektar alanının sulamaya açılması için gerekli bütçe kaynağı tahsis edilecektir. Geriye kalan alana ilişkin Tarım ve Orman Bakanlığı tarafından ilgili diğer bakanlıklar ile birlikte alternatif yeni iç ve dış finansman yöntemleri geliştirilecek ve bu yolla söz konusu yatırımlar tamamlanacaktır.” hükümlerine yer verilmiştir. Arazi Toplulaştırması ve Tarla İçi Geliştirme Hizmetlerini yapan uzman kamu kurumu Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü’nü 2005 yılında kapatıp, alanı uzman olmayan kurumlara ve ihalelerle özel sektöre açan iktidarın, özellikle son yıllarda bu alana ve DSİ Genel Müdürlüğü’ne yeterli yatırım ödeneği ayırmadığı gerçeği de göz önüne alınırsa, öngörülen hedeflere ulaşma olanağı yoktur.

“405.6. Tarım arazilerinin miras ve satış yolu ile bölünmesi önlenecek, mirasçılara arazi ediniminde finansal destek sağlanacaktır.” hedefi de, bölünmeyi önleyecek yasanın 2014 yılında çıkmasına karşın, bu maddeyi yazanların yasayı unutmaları bir yana, gerekli mali dahil diğer düzenlemeleri yapmadıkları için uygulamadaki başarısızlığı da göstermektedir.

“415. Sürdürülebilir orman yönetimiyle ormanların ekonomiye katkısı artırılacaktır.” hedefi ise, ormanlarımızı korunması gereken bir doğal varlık kabul etmeyip, ticari amaçlarla yok edilmesini normal gören bugünkü zihniyetin devam edeceğini göstermektedir.

Planda tarımsal desteklerle ilgili hedefler, yıllardır hazırlanan AKP hükümet programlarında, orta vadeli programlarda, adı sürekli değişse de Tarım Bakanlığı vizyon belgelerinde kalıp halinde yer almasına karşın, nedense bir türlü uygulanmamaktadır.  Tarımsal desteklerin etkin kullanılmadığı ve etki analizinin yapılmadığı yıllardır mevcut politikalara muhaliflerce dile getirilirken, hatta Sayıştay bile 2014 yılından bu yana raporlarında tarımsal desteklerin etki analizinin yapılmadığını ısrarla belirtirken, Tarım Bakanlığının verdiği resmi yanıtlarda etki analizinin yapıldığını iddia edilmesine karşın, “404.1. Tarımsal desteklerin etki analizi yapılacaktır.” hedefinin plana yazılması bir itiraf ötesi, bu mantıkla çözülmesi mümkün olmayan ciddi bir sorun alanıdır.

Bu arada, On Birinci Kalkınma Planı’nın TBMM’de görüşüldüğü sırada Tarım ve Orman Bakanı Dr. Bekir Pakdemirli’nin III. Tarım ve Orman Şurası’nın toplanması ve on beş yıldır toplanamayan Tarım Şurasından çıkacak sonuçlarla gelecek beş yılın programının hazırlanacağını duyurması manidardır.

Kalkınma Planlarının hazırlanması öncesi tüm sektörlerle ilgili değişik konularda ihtisas komisyonları ve çalışma grupları oluşturulduğunun ve On Birinci Kalkınma Planı kapsamında tarım sektörüyle doğrudan ilgili olarak “Tarım ve Gıdada Rekabetçi Üretim” ile “Tarımda Toprak ve Suyun Sürdürülebilir Kullanımı” konularında ihtisas komisyonları kurulduğu; “Tarım ve Gıdada Rekabetçi Üretim” İhtisas Komisyonu içinde “Bitkisel Üretim”, “Hayvansal Üretim”, “Su Ürünleri” ve “Gıda” konularında alt komisyonlar görev yaparak alanları ile ilgili raporları hazırlandığı; ayrıca Bakanlıkla ilgili “Ormancılık ve Orman Ürünleri” ile “Çevre ve Doğal Kaynakların Sürdürülebilir Yönetimi” konularında da çalışma gruplarının görev yaparak raporlarını hazırladığı ve tüm sektörlere ilişkin kurulmuş olan ihtisas komisyonları ve çalışma gruplarının raporları değerlendirilerek Türkiye’nin 2019-2023 yıllarını kapsayan Beş Yıllık Kalkınma Planı’nın oluşturulduğu belirtilirken; daha bu çalışmaların mürekkebi dahi kurumamışken, “Tarım Şurası hangi yeni bilgi ve hedefleri ortaya koyacaktır? Karar vericiler, politika yapıcılar tarım ve ormancılık konularında Kalkınma Planı yerine Tarım ve Orman Şurasını mı dikkate alacaktır?” sorusunun sorulması anlamlıdır.

2019-2021 yıllarına ilişkin Orta Vadeli Program, programda tarımla ilgili konulara oldukça sınırlı olarak ele alınmıştı. Yayımlanan programda dikkat çeken bir husus, 2019-2023 yıllarını kapsayan On Birinci Kalkınma Planı dönemi içinde kalmasına karşın, plan içinde tarımla ilgili olan hedeflerin dikkate alınmamış olmasıydı. Hazine ve Maliye Bakanı tarafından açıklanan, 2020-2022 yıllarına ilişkin kamuoyuna duyurulan adıyla Yeni Ekonomik Program (YEP) incelendiğinde, bir önceki programa göre tarıma daha fazla yer verildiği, On Birinci Kalkınma Planında tarımla ilgili olan hedeflerin dikkate alındığı görülmektedir. 2020-2022 YEP`inde tarım üretim ve gıda güvenliği açısından değil, fiyat açısından ele alınmıştır. Bu nedenle tarımla ilgili tedbirlere, fiyat istikrarı altında, gıda enflasyonunu düşürmek için alınacak tedbirler içinde yer verilmiştir. Sayılan tedbirler incelendiğinde On Birinci Kalkınma Planında Planın Hedefleri ve Politikaları altında, tarımla ilgili olarak sayılan politika ve tedbirler olduğu görülmektedir. Bu durum en azından kamunun plan ve programlarının tutarlılığı açısından olumlu bir gelişmedir.

Sürekli adı ve yapısı değiştiği için bir türlü kurumsallaşamayan ve şimdiki adı Tarım ve Orman Bakanlığı olan tarım sektörü ile ilgili Bakanlık; sürekli yayımlanan strateji, plan, program bolluğu içinde yüzerken, yıllar  sonra acele ile neden Tarım Şurası yaptığının yanıtı, Cumhurbaşkanının açıklayacağı duyurulan ve kamuoyundan ve hatta Cumhurbaşkanlığından da geldiği söylenen tepkiler üzerine geri çekilen, Kalkınma Planında yer almayan, ancak sürekli gündemde yer alan son derece sorunlu, ciddiye alınması ve şiddetle karşı çıkılması gereken “Tarımda Milli Birlik Projesi” olsa gerektir. 2019-2021 yılı OVP politika ve tedbirleri arasında yer alan "Tarımda Milli Birlik Projesi"ne, 2020-2022 YEP`inde yer verilmemiştir.

Özellikle 1980’li yılların başından bu yana uygulanan ve 2000’li yıllardan itibaren Dünya Bankası ve Uluslararası Para Fonu (IMF) tarafından dayatılan politikalarla vahşi kapitalizme dönüşen politikalar sonucu Türkiye her geçen gün tarımsal üretimden koparılarak dışa bağımlı hale getirildi. Bugüne kadar ki birçok planda olduğu gibi, On Birinci Kalkınma Planı’nında da tarım ve kırsal kalkınmaya ilişkin önemli hedefler olmasına karşın yazılanlarla uygulamalar örtüşmemektedir.

Girdi maliyetlerini düşürmeyen, ürün desteklerini içermeyen ve sadece ithalata dayalı politika ve uygulamalarla tarımda belirlenen hedeflere ulaşılması mümkün değildir. Kalkınma Planı`nda sorunların çözümüne ilişkin somut ve gerçekçi tek bir maddenin olmaması,  bu kalkınma planının ülke tarımını ve çiftçiyi bitirme planının bir parçası olduğunu göstermektedir.

Kalkınma planında, yıllardır hedef ve gerçekleşmelere yer verildiği ve yeni hedeflerin belirlendiği Güneydoğu Anadolu Projesi (GAP),  Konya Ovası Projesi (KOP), Doğu Anadolu Kalkınma Projesi (DOKAP) adının geçmemesi, tarımsal önemi bir yana, bölgesel kalkınma anlayışına da ters bir durumdur. Planda bölgelerimizin ekonomik, sosyal, kültürel ve mekânsal gelişimlerini gözeten böylesi büyük entegre kalkınma projelerinden bahsedilmemesi de sorgulanması gereken bir durumdur.

Kırsal Alan ve Kırsal Kalkınma Politikaları

Kırsal kalkınma ile tarımın ayrı başlıklar altında konumlandığı Kalkınma Planlarında tarım sektörü ile kırsal kalkınma arasındaki organik bağ, temel bir unsur olarak ele alınmamaktadır. Her ne kadar kırsal alan ile tarım aynı anlama gelmese de kırsal bölgelerdeki en önemli geçim kaynağının halen tarım sektörüdür. Bu nedenle kır ile kent arasındaki gelişmişlik farkını yok etmek hedefi, bölgesel gelişme yanında, tarım sektörüne dair hedeflerin de arasında yer almaktadır.

On Birinci Kalkınma Planı’nda yer alan “155. 2012 yılında çıkarılan 6360 sayılı Kanunla nüfusu 750 binin üzerinde bulunan iller, il sınırları esas alınarak büyükşehir belediyesine dönüştürülmek suretiyle büyükşehir belediyelerinin yetki alanı genişletilmiş ve belediyelerde yaşayan nüfus oranı 2018 yılı itibarıyla yüzde 93,8’e ulaşmıştır. Düzenleme ile kırsal alandaki yerleşmelere büyükşehir imkânlarıyla hizmet sunulması hedeflenmiştir. Ancak, büyükşehir belediyelerinin hizmet sunma kapasitesinin artırılması ve ilçe belediyeleriyle çakışan yetki ve sorumluluklarının gözden geçirilmesi ihtiyacı sürmektedir.” ifadeleri, anlamlıdır.

Planda yer alan “711. Veri temelli kırsal politika yaklaşımının güçlendirilmesine yönelik kırsal istatistikler idari değişikliklerden etkilenmeyecek yöntemlerle hesaplanacak, kırsal alan tanımı revize edilecek, temel nitelikteki kırsal verilerin kır-kent ve il/ilçe bazında yayımlanması ve köy envanterinin güncellenmesi sağlanacaktır.”, “711.1. Kırsal istatistiklerin il ve ilçe bazında üretilmesi için kırsal alan tanımı revize edilecek, temel nitelikteki ulusal verilerin kır-kent ve il/ilçe bazında yayımlanması sağlanacak ve kırsal göstergeler bilgi sistemi oluşturulacaktır. Bu çerçevede, TÜİK Nüfus Yoğunluğu verileri ve AB Ulusal Arazi Örtüsü Sınıflandırma verileri ile iller bazında kır/kent tanımı ve İçişleri Bakanlığının yürütmekte olduğu Mekânsal Adres Kayıt Sistemi verileri kullanılacaktır.” ifadeleri, kır-kent ayrımını ortadan kaldıran son derece sorunlu 6360 sayılı Büyükşehir Yasasının yeniden tartışılmasını da gündeme getirmesi açısından önemlidir. 2023 yılına yönelik bu hedefler, başarısızlığın ilanı ötesi, 2012 yılından beri ülkemizde kırsal alan tanımının belirsiz olduğunu itiraf ederek, başarılı bir kırsal alan planlamasının olanaksızlığını da göstermektedir.

Tanımların revize edilmesi idari, ekonomik ve sosyal değişiklikleri de beraberinde getirdiğinden öngörülü tahlillerle karar verilmesi gereken müdahalelerdir. Kırsal alanların çoğu kültürel ve ekonomik yapı bakımından çeşitlilik gösteren ve farklı dinamikleri olan alanlardır. Dolayısıyla kırsalı ilgilendiren kararların, merkezi yönetimler tarafından değil, yerel yönetimler tarafından ve katılımcı yaklaşımlar uygulanarak alınması gerekir. Örneğin, “köyün bitişiğinde veya belirlenecek alanlarda uygun yapılar” yapılması ve yerel halkın buraya yerleştirilmesi, kimi yerleşimlerde ihtiyaç olabileceği gibi kimi yerlerde de olumsuz etki yaratacak, kırsal dokunun ve kültürün bozulmasına yol açabilecektir. 

Planda, “706.4. Kırsal alanda yerleri kamulaştırılanlar öncelikli olmak üzere, çeşitli risk faktörlerine bağlı olarak ihtiyaç duyulan yeniden yerleşim ve iskân faaliyetleri kapsamında can ve mal güvenliğini tehdit eden yapıların yerine, köyün bitişiğinde veya belirlenecek alanlarda uygun yapılar yapılacaktır.” denilmekte ve ayrıca kırsal turizmin geliştirilmesi ile ilgili çalışmaların destekleneceği belirtilmektedir. Günümüzde “kamulaştırma”ların siyasi ve rant çıkarları doğrultusunda yapıldığı gözetildiğinde halkın küçük mülkiyet varlıklarının elden çıkması ve geleneksel yaşantılarının bozulması riski oldukça yüksektir.

Onuncu Kalkınma Planı’nda; Köy altyapısına yönelik Köylerin Altyapısının Desteklenmesi Projesi (KÖYDES), Su ve Kanalizasyon Altyapı Programı (SUKAP) ile sosyal kalkınma bakımından öncelikli illere yönelik Sosyal Destek Programı uygulanmıştır.

On Birinci Kalkınma Planı’nda Kırsal Kalkınma’nın amacı; “705. Sürdürülebilir kırsal kalkınma anlayışıyla, üretici birlikleri ve aile işletmelerinin üretim kapasitesinin ve kırsal işgücünün istihdam edilebilirliğinin artırılması, yaşam kalitesinin iyileştirilmesi, yoksullukla mücadele ile kırsal toplumun düzenli ve yeterli gelir imkânlarına kavuşturularak refah düzeyinin artırılması ve nüfusun kırsalda tutundurulması temel amaçtır.” şeklinde ifade edilmiştir.

“Yaşanabilir Şehirler ve Sürdürülebilir Çevre” ekseni altında ekonomik ve sosyal faydanın artırılmasına paralel olarak çevrenin korunması, şehirlerde ve kırsal alanlarda yaşam kalitesinin iyileştirilmesi ile bölgeler arası gelişmişlik farklarının azaltılmasına yönelik hedef ve politikalara da yer verilmektedir.

Somut kırsal kalkınma hedefleri olarak ise; 2018’de 125.348 km olan KÖYDES ve KIRDES kapsamında yapılan köy yolu uzunluğunun 2023 yılında 148.490 km’ye; 2018’de kümülatif olarak 64.700 olan köylerde içme suyu tesisi yapılan ve yenilenen ünite sayısının 2023’de 69.700’e çıkarılması öngörülmüştür. Planda kırsal kalınmaya yönelik somut hedeflerin yol ve içme suyuna indirgenmesi manidardır

İklim Değişikliği

Planda, “İklim Değişikliği, Gıda Güvenliği ve Suyun Etkin Kullanımı” başlığı altında, son derece sığ ifadelerle birbirine karışmış alanlarda; “79. İklim değişikliğinin küresel düzeyde çeşitli etkilerinin hızlandığı görülmekle birlikte yeni bir çerçeve sunan Paris Anlaşması kapsamındaki gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin taahhüt ve uyum seviyeleri küresel hedefleri gerçekleştirmede yetersiz kalmaktadır.”, “80. Artan gıda talebi, iklim değişikliği, şehirleşme, toprak ve su kaynakları ile tarımsal ürünler ve üretici üzerinde baskı oluştururken; değişen iklime uygun bitki ve hayvan türlerinin geliştirilmesi, çevre ve biyolojik çeşitliliğin korunması önem kazanmakta, daha az kaynakla gıda talebinin karşılanabilmesi için nitelikli işgücü ve teknolojiye ihtiyaç artmaktadır.” saptamalarına yer verilmiştir.

Planda su kaynakları ve su hizmetleri daha çok kentsel su yönetimi çerçevesinde ele alınmış, 2030’lu yıllarda ülkemizde su sıkıntısının yaşanacağı bilimsel öngörülerle ortaya konmuşken, Planda yıllardır hazırlıkları sürdürülen “Su Yasası”ndan bahsedilmemiştir.

“102. Coğrafi konumu itibarıyla iklim değişikliğinden en çok etkilenecek ülkeler arasında yer alan ülkemizde artan ani yağışlar, sel, kuraklık felaketleri ortaya çıkmaktadır. Ülkemizin gelişmekte olan ülke konumuna paralel şekilde, emisyon azaltımı ve iklim değişikliğine uyum çabaları sürmektedir. Sanayi yoğun büyüme trendiyle Türkiye için iklim finansmanına erişim imkânlarının açıklığa kavuşturulması, marjinal maliyeti en düşük emisyon azaltım fırsatlarının kullanılabilmesini sağlayacaktır.”  şeklinde de Planın birçok yerinde geçen iklim değişikliği konusu, Planda gelecek için risk oluşturan bir husus olarak belirtilmiştir.

Ülke ve dünya geleceği için en önemli risklerden birini oluşturmasına rağmen iklim değişikliği konusu adeta faili meçhul bir suç olarak belirtilmiştir. Oysa bu suçun failini yaratan çevresel yatırımları yapmaktan kaçınan, kentlerimizi betonlaştıran sermaye çevreleridir. Bu sorunun; içeriği, yaptırım gücü ve süresi belli olmayan ve planda sürekli referans verilerek adeta sorundan kaçmak için kullanılan eylem planları eliyle yapılamayacağı açıktır.

TMMOB Ziraat Mühendisleri odası

 

Okunma Sayısı: 2076