TMMOB ZİRAAT MÜHENDİSLERİ ODASI'NIN DOKUZUNCU KALKINMA PLANI HAKKINDA GÖRÜŞÜ

GENEL MERKEZ ( )
15.11.2006 (Son Güncelleme: 09.07.2008 11:13:18)

DOKUZUNCU KALKINMA PLANI'NDA TARIM SEKTÖRÜ

2007-2013 yıllarını kapsayan Dokuzuncu Kalkınma Planı’nın tarıma ilişkin hedeflerini incelemeden önce var olan durum değerlendirilirse:

2001-2005 tarım sektörü büyümesi yıllık ortalama yüzde 1.1 olurken sanayi ve hizmetler sektörleri sırasıyla yüzde 5.1 ve 4.3 oranında büyümüştür. Bu gelişmeler sonucunda, tarım sektörünün toplam katma değer içindeki payı azalmaya devam etmiş ve 2000 yılındaki yüzde 14.1 oran 2005 yılında yüzde 10.3 düzeyine gerilemiştir. 1999 – 2003 yılları arasında tarımsal GSMH 27 milyar $’dan 22 milyar $’a düşmüş, üretici yılda 4 milyar $ kaybetmiş, kullanılabilen tarımsal girdi % 25-30 oranında azalmış ve üretici 450 bin hektar alanı işlemekten vazgeçmiştir.

Sekizinci plan dönemimde, ekonomik büyümenin istihdam üzerindeki etkisi sınırlı kalmış, 2001-2005 döneminde yıllık ortalama istihdam artışı yüzde 0.4 olmuş ve işsizlik oranı 2005 yılında yüzde 10.3 seviyesine ulaşmıştır. Bu gelişmede 2001 yılında yaşanan kriz belirleyici olmuş, 2001-2005 arasında tarım istihdamı yıllık ortalama yüzde 3.3 oranında azalırken, tarım dışı istihdam yüzde 2.5 oranında artmıştır.

Tarımın gelir getirici özelliğinin giderek yok olduğu süreçte, küçük üreticinin yaşama tutunma gücü giderek kırılmıştır. Bu bağlamda tarımsal istihdam hızla daralmış, tarım sektörünün istihdam içindeki payı yüzde 36’dan yüzde 29.5’e gerilemiş ve bu sektördeki istihdam 1 milyon 276 bin kişi azalmıştır.

Son çeyrek yüzyıldır uygulanan neoliberal politikalar ve 2000’li yıllarla birlikte kesintisiz bir sürece giren IMF-Dünya Bankası odaklı tarım politikaları, sektörü ülkeyi doyuramayan bir noktaya sürüklemiştir. Yapılan açık-gizli özelleştirmelerle (TZDK, TİGEM, EBK, SEK, TZB) kamunun girdi üretme ve sağlama, çıktı piyasalarını düzenleme erki yok edilmiş, tarımsal kamu yönetiminin işlevsizleştirilmesiyle örgütsüz üretici, çokuluslu şirketlerle karşı karşıya bırakılmıştır. 2005 yılında Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğünün kapatılmasıyla, arazi toplulaştırma, drenaj, toprak koruma, gölet, yeraltı ve yerüstü suyu sulaması yatırımlarının yürütülmesi konusunda ek önlemler alınması gereksinimi ortaya çıkmıştır.

Sekizinci plan döneminde toplam bitkisel üretimimiz 90-100 milyon ton arasında gerçekleşirken, tütün ve şekerpancarı gibi önemli endüstri bitkilerinin üretimleri azalmıştır. Bunda, tütün ve şekerpancarı sektöründe piyasalarının rekabetçi bir yapıya dönüştürülmesi etkili olmuştur.  Türkiye’de 2004 – 2005 tarım yılında yalnızca tütün, fındık ve yaş çay yaprağının fiyatları yükselirken; fiyat düşüşleri yaş meyve sebzede % 46, hububatta % 13, yağlı tohumlarda % 12 ve seçilen 19 üründe (buğday, çeltik, mısır, ayçiçeği, pamuk, tütün, soya, fındık, yaş çay yaprağı, narenciye, elma, domates, salatalık, taze fasulye, kavun, taze ve kuru kayısı, yaş üzüm ve şeftali) % 25 düzeyinde gerçekleşmiştir.

Türkiye’de hayvancılık işletmeleri genellikle küçük olup, birim hayvan başına elde edilen verimler düşük, yem bitkileri üretimi yetersiz ve suni tohumlama sayısı uluslararası ortalamaların altındadır. Sekizinci plan döneminde, hayvan başına verimlerin yükseltilerek, hayvancılık üretiminin artırılması amaçlanmasına karşın, ilerleme sağlanamamıştır.

Tarım sektörünün ülkemiz kırsal alanının hemen tek ekonomik getiri kaynağı olduğu düşünüldüğünde, tüm bu sürecin yoksulluk olarak halka yansıması kaçınılmazdır. Bu bağlamda, 2005 yılında mutlak yoksulluk oranı kentlerde % 2.8, kırsal alanda % 9.3 olmuştur. Bölgeler itibariyle durum çok daha ağırdır. Karadeniz Bölgesi’nde yaşayan insanlarımızın % 8.1’i, Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde yaşayan insanlarımızın ise % 17.5’u mutlak yoksulluk sınırının altında yaşamlarını sürdürme mücadelesi vermektedirler. Göreli yoksulluk oranı ise kentlerde % 21.8, kırsal alanda % 33’e çıkmıştır.

Dokuzuncu Kalkınma Plan’ında son on yılda tarım dışına çıkarılan yüksek verimli tarım alanlarının toplamının 1,26 milyon hektara ulaştığı, 2005 yılında çıkarılan 5403 sayılı Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunu ile toprak kaynaklarının etkin kullanımının  amaçlandığı belirtilmektedir.  

Tarım işletmelerinin küçük ölçekli ve çok parçalı olmasının verimliliği azatlığı ve 2001 yılında çıkarılan 4721 sayılı Türk Medeni Kanununun miras hukukuna ilişkin hükümleriyle, yeterli tarımsal varlığa sahip olmayan işletmelerin paylaştırma dışında bırakılması düzenlenerek arazilerin daha da küçülmesinin engellenebileceği açıklanmaktadır.

Dokuzuncu planda, Tarım Strateji Belgesi 5488 sayılı Kanunu, 5363 sayılı Tarım Sigortaları Kanunu, Tarım Ürünleri Lisanslı Depoculuk Kanunu, Yeni Bitki Çeşitlerine Ait Islahçı Haklarının Korunmasına İlişkin Kanun, Organik Tarım Kanun’un çıkarıldığı belirtilmektedir.  5200 sayılı Tarımsal Üretici Birlikleri Kanunu ise 2004 yürürlüğe girmesine karşın, örgütlenmeyi destekleyici bir çerçeve oluşturulamadığı gerekçesiyle eleştirilmektedir.

Dokuzuncu planın önümüzdeki altı yılı kapsayan dönem için tarıma dönük hedefleri:

Dokuzuncu Kalkınma planı döneminde, yıllık ortalama yüzde 7 büyüyecek olan ülkemiz ekonomisinde, üretimin sektörlere dağılımına bakıldığında sanayi ve hizmet sektörlerinin ön plana çıkacağı tahmin edilebilir. 

2006 yılında yüzde 28 olan tarımsal istihdamın, 2013 yılında yüzde 18.9’a indirilmesi halen yüzde 10.4 olan işsizlik oranının da 2013 yılında yüzde 7.4’e çekileceği belirtilmektedir.

Türkiye’nin tarım sektörü ve kırsal alanlarında yaşanan sorunların çözülebilmesi için yıllardır yapıla gelmekte olan öneriler yinelenmektedir. Bu kapsamda; “AB Katılım öncesi Yardımlardan da yararlanılarak tarımsal işletmelerde ölçek büyüklüğünün artırılması aynında, başta üretim teknikleri ve üretim koşullarının iyileştirilmesi olmak üzere, tarım ve gıda işletmelerinin modernizasyon çabaları, belirlenecek öncelikler çerçevesinde desteklenecek ve tarım-sanayi entegrasyonu özendirilecektir”,  “Tarımsal istatistiki verilere dair nitelik ve nicelik sorunları, söz konusu verilere dayalı farklı bilgi toplama ve işleme sistemlerinin AB’de kullanılan Bütünleşik İdare ve Kontrol Sistemine benzer bir yapıda konsolidasyonu suretiyle giderilecektir” saptamaları yapılmaktadır. 

Türkiye’nin 2006 sonrası tarım politikalarının belirlenmesinde temel rol oynayan belgelerin tümü, AB reformlarının yönelimine koşut / benzer / eş yapıları; politika uyarlılığı, uygun araç, kamu yönetimi kapasitesi ve finansman gereksinimi gibi temel belirlemeler üzerinde tartışma açmadan ulusal mevzuata taşıma işlevini görmektedir.

Tarımdaki temel sorunların çözümünü piyasalara bırakmak tarımsal yapıda kırdan kente göç şeklinde ortaya çıkan çözülmeyi daha da hızlandıracaktır. Bu da;  kırdaki sorunları kentlere taşıyacak ve kentlerde yaşanmakta olan yoksulluk, gecekondulaşma ve kayıt dışı istihdam sorunlarının boyutlarını daha da büyütecektir. Çözüm ise; DTÖ ve AB üzerinden gelen dalga karşısında 2000’li yıllarda vites büyüten teslimiyetçi tarım politikalarının bırakılıp,  kendi gereksinimlerimiz ve ülkemizin özgül iklim ve toprak koşullarına göre oluşturulacak bağımsız tarım politikalarının kurgulaması ve ivedilikle uygulamaya geçilmesiyle mümkün olacaktır.

Bağımsız Tarım Modeli (BTM)

Türkiye’nin, içsel ve dışsal “dinamiklerin” bu denli keskinleştiği bir süreçte, bağımsız tarım politikası kurgulaması ve ivedilikle uygulamaya geçmesi gerekmektedir. Bu zorunluluk, aksi seçeneğin, yani izlene gelen ve 2000’li yıllarda vites büyüten teslimiyetçi tarım politikalarının, DTÖ ve AB üzerinden gelen dalga karşısında sektörü tasfiyeye götürmekte olduğu gerçeğinden doğmaktadır.

Bu koşullarda Türkiye, içeride ve dışarıda, sektörel gerçek ve gereksinimlere uygun bir tarım politikası seçmek ve uygulamak durumundadır.

Dışa yönelik politikanın temel ilkeleri bağlamında, DTÖ görüşmelerinde AB- ABD’yi iç destek ve dışsatım sübvansiyonlarını indirgemeye zorlayan ülkelerle birlikte pozisyon almak, ancak radikal bir indirim süreci sonrasında gümrük vergileri indirimini görüşmeye açmayı düşünmek doğru olacaktır. Başka bir deyişle, “aday ülke” statüsü ile DTÖ görüşmelerinde AB’nin pozisyon kağıdını benimsemek ve gümrük vergilerinin indirgenmesini savunmak, buna karşılık kotası oldukça sınırlı olan “duyarlı ürünler” sepetinden yararlanmaya çalışmak, Türkiye’nin çıkarlarına uygun bir seçenek değildir.

AB Ortak Tarım Politikası müktesebatını üstlenme sürecinde ortaya çıkan temel duyarlı alanlara ilişkin saptamalar şöyle özetlenebilir;

·     Karşılıklı kısıtlamaların kalkması nedeniyle AB’nin Türkiye’ye yönelik tarımsal dışsatımının artacağı, buna karşılık tercihli ticaret avantajları sona erecek olan Türkiye’nin Topluluğa yapacağı tarımsal dışsatımın azalacağı,

·     Türkiye’nin AB karşısında halen yalnızca yaş meyve sebze, fındık, bakliyat ve koyun etinde rekabetçi olabildiği, bunun dışında kalan bitkisel-hayvansal ürün deseninin büyük bölümünde AB’nin avantajlı olduğu,

·     1995 yılından bu yana yürürlükte olan ve kapsamına işlenmiş tarım ürünleri (İTÜ) içerilen Gümrük Birliği’nin, o tarihten bu yana İTÜ ticaretinde Türkiye aleyhine-AB lehine bir gelişim izlediği,

·     Tarımsal yatırımları hızla tamamlayıp rekabetçi bir tarım yapısı kurabilmek için önemli miktarda kaynağa gereksinim duyulduğu, yalnızca AB OTP’nı Türkiye’de uygulamak için yılda 11.3 milyar Euro finansman gerektiği, buna karşılık 2007 – 2013 yılları arasında AB’den yılda en çok 1 milyar euro kaynak alınabileceği,

·     AB’nin kişilerin serbest dolaşımı, tarım ve yapısal politikalara kalıcı derogasyon koyabileceğini belgelere not ettiği,

düşünüldüğünde, aday ülke statüsünde gümrük vergilerinin ve dışsatım sübvansiyonlarının karşılıklı kaldırıldığı double zero koşullarında ya da olası bir üyelik senaryosunda, OTP’nin Türkiye iç pazarını Topluluk ürünleri ile “besleyecek” bir kaynak olacağını öngörmek gerekmektedir.

Bundan da öte, OTP’nin müdahaleden uzaklaşan, genişlemeye giderek azalan oranda destek ayıran, daha az üretmeyi amaçlayan ve yeni ülkelerin üretimlerine kota getirmeye doğru olan temel yöneliminin, Türkiye’nin tarım sektöründen beklentileri ile örtüşmediğini bilmek gerekiyor.

Tavizlerle yürüyecek müzakere dönemi sonunun ‘özel statülü ilişki’ ile sonuçlanması durumunda, sektör üzerinde onarılamayacak yıkımlar doğacaktır.

Bunun yanında, Türkiye, tarım politikalarını dıştan belirleyen IMF ve Dünya Bankası odaklı “sözde tarım reformu” çalışmalarının tarım sektöründe çöküşe yol açan “katkılarına” ivadilikle son vererek, politika yapım merkezini yeniden Türkiye’ye aktarmak gerekmektedir. 

İçe yönelik politikanın temel ilkeleri bağlamında ise, Türkiye, doğru tarım politikalarını uygun tarımsal kamu yönetimi ve yeterli kaynak eşlemesi ile yürütmek durumundadır. Tarımın altyapı sorunları çözülmeli; sulama – arazi toplulaştırma ve tarla içi geliştirme hizmetlerinin önümüzdeki on yıllık süreçte tamamlanacağı bir planlama – uygulama sürecine girilmelidir. Tarlanın bilgi ve teknoloji ile buluşması önündeki engeller kaldırılmalı, pazarlama ve örgütlenme sorunları kalıcı – köktenci yaklaşımlarla çözülmeli, üretici ve tüketicinin bir avuç aracının çıkarına teslim edildiği yapılar tarihe gömülmelidir. Tarımsal destekleme politikaları, ‘olumlu etkilerini bir sonraki tarım yılına devreden kaynak kullanım süreçleri’ olarak kurgulanmalıdır. Bu yaklaşım, maliyet düşüren – verimlilik yükselten – rekabet gücü artıran tarımsal yapılar içinde, mülkiyet sahibi üreticinin, ürettiğinin katma değerine sahip çıktığı, kooperatifler aracılığıyla tarım – sanayii entegrasyonunun kurulduğu, geniş halk kesimleri, çevre ve doğal kaynaklara saygılı, ülke yararına bir tarım politikasını temel hedef olarak önüne koymalıdır...

Bu çerçeve merkezi planlamacı, kamunun “piyasada” etkin rol aldığı, yatırımcı, dışabağımlılığı kıran, özelleştirmeyi reddeden, teknoloji kullanan, rekabetçi, doğal kaynakları koruyucu ve geliştirici, gıda güvenliğini temel hedef edinen bir politika seti kurgulamasına atıf yapmaktadır.

Önerilen bağımsız tarım politikasının ilkeleri ve gerekçeleri aşağıda belirtilmektedir;

Doğayla dost BTM

BTM doğayla dost olmalıdır. Türkiye’de uygulanan kapitalist tarım sistemi (KTS) doğayı sömürme, toprağı yok etme, biyoçeşitliliğimizi tahrip etme sonucunu doğurmaktadır. KTS, sayısı onun altında olan “kültür bitkisi” üretimine dayanır. Bu ise, doğadaki çeşitliliği sınırlayıcı, toprak sömürüsüne dayalı bir ürün tekelleşmesi yaratmaktadır.

Yüksek oranda gübreleme, Nevşehir’de toprakların nitrat birikimi sonucu patates üretemez hale gelmesine neden olmuştur. Rize’de çaylık alanlarda toprak asiditesi her geçen gün yükselmektedir. Tarımsal savaşım ilaçlarının bilinçsiz kullanımı, doğa, insan ve hayvan sağlığı üzerinde olumsuz sonuçlar doğurmaktadır.

Su kullanma tekniklerindeki yanlışlıklar, başta GAP yöresi olmak üzere hızla çoraklaşma ve tuzlulaşma sorununu doğurmuştur.

Yanlış bitki örtüsü seçimleri, sürüm tekniklerindeki yanlışlıklar ve arazi yetenek sınıflamasına uygun olmayan kullanımlar, Anadolu topraklarının çok büyük bir bölümünü erozyon sorunu ile karşı karşıya bırakmıştır. 

Kuralsız sanayileşme ve kentleşme, toprak ve su kaynaklarını yok etmektedir. Türkiye’de amaç dışı kullanılan tarım arazisi varlığının 2 milyon hektar düzeyinde olduğu hesaplanmaktadır. Sanayi atıklarının arıtılmadan akarsulara deşarjı ve toprağa gömülmesi, nehirlerin ve yeraltı su kaynaklarının zehirlenmesine neden olmaktadır.

O halde yaşadığı coğrafyayı yok eden bir “uygarlık düşmanı” konumundan çıkmak, temel zorunluluktur. Bu bağlamda;

Toprak ve su kaynakları, ulusal varlıklar olarak değerlendirilmeli; bu çerçevede korunmalı ve yönetilmelidir. Orta vadede, ülke topraklarının sektörel kullanımını belirleyecek Arazi Kullanım Planları tamamlanmalıdır. Toprak reformu ve arazi toplulaştırma çalışmaları, sulanan ve kuru alanların tümünde olmak üzere bitirilmelidir. Tarım alanlarının amaç dışı kullanımı mutlaka önlenmelidir. Toprak koruma ve arazi ıslahı çalışmaları tamamlanmalıdır.

Doğayla dost BTM, dışa bağımlılı girdi kullanımına dayalı kapitalist tarım sisteminin (KTS) temel ilişkilenme biçimini reddetmek üzerinden yürümek zorundadır. KTS derinleştikçe, Türkiye, tarımsal girdi üretim ve dağıtım rolünü tümüyle yitirmektedir. Tohumluk konusu, bu alana en iyi örnektir. Dünyanın gen merkezlerinden birisi konumundaki Türkiye, tarımsal ar-ge çalışmalarının işlev kaybı sonrasında, sebze tohumunda neredeyse tümüyle dışa bağımlı hale gelmiştir. Sertifikalı hububat tohumluğunun ancak % 25’i üretilebilmektedir. Genetiği değiştirilmiş tohumların Türkiye’de kullanımına yönelik yoğun lobi çalışmaları, tohum alanında dış ülkelere olan bağımlılığı şirket bağımlılığına tahvil etmek üzere çaba sarfetmektedir.

Aynı şekilde, hayvan populasyonunun genetik kapasitesinin yükseltilmesine yönelik çalışmalar neredeyse tümüyle terk edilmiştir. Türkiye’nin yılda 25.000 damızlık hayvan dağıtımına gereksinimi varken, örneğin 2005 yılında hiçbir damızlık hayvan TİGEM’ler tarafından üreticiye verilmemiştir.

Gübre, tarımsal savaşım ilacı, tarım alet ve makinalarının Türkiye’de üretimi, dağıtımı ve kullanımı da, iç piyasanın çokuluslu şirket kontrolüne terkine ilişkin zihin açıcı örnekler ortaya koymaktadır. TZDK’nın tasfiyesi, kamusal tarımsal yayım faaliyetlerinin işlevinin yok denecek düzeye taşınması, günümüz Türkiye’sinde, ÇUŞ’lerin kendi kimyasallarını tanıtarak pazarladığı bir denetimsiz iç piyasa alanı yaratmıştır. Sürecin başta kimyasalları kullanan üretici olmak üzere, insan-hayvan sağlığı ve doğa üzerindeki tahripkar etkileri ortadadır.

Çözüm tümüyle organik tarıma yönelmek olabilir mi ? Günümüzde organik tarım, akredite kontrol ve sertifikasyon kuruluşları, girdi sağlama – çıktı pazarlama, sözleşmeli tarım ekseninde yeni bir bağımlılık sarmalı yaratmaktadır.

Bu bağlamda, organik tarımın yurtiçinde örgütlenmiş küçük üreticiler tarafından yapılabileceği, kontrol ve sertifikasyon hizmetlerinin meslek kuruluşları ve tarımsal kamu yönetimi tarafından ücretsiz yapılacağı, sağlıklı gıdanın kent yoksullarının sofralarına ulaşacağı bir sistem kurgulanmalıdır.

Bunun dışında, mevcut KTS’ni reddeden, ülkede üretilen düşük girdi kullanımına dayalı, doğayla dost, varsıl genetik materyali geliştiren, verimlilik temeline oturmuş BTM’nin bitkisel ve hayvansal üretim modeli uygulanmalıdır.  

Planlamacı – yatırımcı, girdiden çıktıya bağımsızlık ilkesini önüne koyan, gıda güvencesini temel sorun gören BTM

BTM’nin planlamacı ve yatırımcı olması bir zorunluluktur. Bu bağlamda, öncelikle arazi kullanım planları yapılarak sektörler arası kullanım dengesi ortaya konulmalıdır. Tarım sektörü arazi kullanımı için toprak etüd ve haritalama işlemleri sonuçlandırılmalı, arazi yetenek sınıflamasına uygun bir uygulama tabanı yaratılmalıdır.

Türkiye’de arazi toplulaştırma, sulama ve tarla içi geliştirme hizmetleri hızla tamamlanmalıdır. Bu bağlamda, yılda 500 bin hektar dolayında alan sulamaya açılarak, 10 yılda “teknik ve ekonomik ölçütlere göre sulanabilecek” alan sınırına erişilmelidir. Sulama sistemlerinde iletim/dağıtım, yönetim / organizasyon sorunlarının çözülmesi, sulama oranı ve randımanının yükseltilmesi, sulamadan kaynaklanan tuzluluk – alkalilik sorunları giderilmelsi ivedi çalışma alanları arasındadır.

Planlama; tarımsal araştırma, geliştirme, eğitim ve yayım hizmetleri için de rasyonel bir temel sağlamalıdır. TAGEM ve TİGEM’ler aracılığıyla, tarımsal araştırma ve üretim materyali temin – dağıtım hizmetleri planlanmalı ve etkinleştirilmelidir.

Bu çerçevede tarımsal girdilerde dışa bağımlılıktan kurtulunarak, kar maksimizasyonuna yönelik faaliyet gösteren ÇUŞ’lerin doğal kaynak, çevre ve sağlık üzerine yarattığı tahripkar etkilerden sıyrılınmalıdır.

Üretim planlamasının temel ilkeleri belirlenerek, buna uyarlı uygulama araçları sisteme sokulmalıdır. Kısa vadede, Türkiye’nin arz açığı bulunan ürünler başta olmak üzere, açıklanacak kamusal fiyatlarla, “piyasa tabanı” belirlenmelidir.

Kısa Vadede girdi ve çıktıya dayalı destekleme sistemi kurularak, üretim / verimlilik artırılmalıdır. Üünler arası parite, üretim hedefleri ile uyarlı hale getirilmelidir. Nadas alanlarının daraltılma projeleri uygulanmalı, DGD verime – ürüne – bölgeye duyarlı ve üretimle bağlantılı şekle dönüştürülmelidir. Desteklerin toprak işleyene ulaşması yolunda önlem alınmalıdır. Bu kapsamda, orta vadede, yağ bitkileri başta olmak üzere, Türkiye ekolojisinde yetişen ürünlerde kendine yeterlilik sağlanmalıdır.

Orta ve Uzun vadede, ileri – geri bağlantıları olan ürünler önceliğinde, tarıma dayalı sanayii kuruluşları kurulmalı, etkinleştirilmelidir. 

Orta Vadede, tarımsal üretim ve sanayi işletmeleri, istihdam tutma, teknoloji kullanımı, ürün işleme, depolama, ambalajlama, pazarlama kapasitelerini yükseltmek için, özel amaçlı olmak üzere desteklenmelidir.

Teknoloji ve bilgi kullanan, yarışmacı BTM

BTM, teknoloji ve bilgi kullanan bir zeminde geliştirilmek zorundadır.

Türkiye’de tarımın başat sorunlarından birisi, yüksek girdi maliyetlerinden doğan yerel fiyat düzeyinin yüksekliğidir. Girdi maliyetlerinde kontrolü en zor olan unsur ise tarımsal enerji fiyatlarının yüksekliğidir. Mazot ve elektrik enerjisi, bu alanda başı çekmektedir.

Yerel tarım ürünlerine dayalı biyodizel teknolojisi, başta tarım ve iş makinaları olmak üzere, bu sorunu kısmen çözen bir zemin sağlayabilir. Ayrıca, güneş enerjisine dayalı uygulamaların teknik ve ekonomik açıdan rasyonelliği kanıtlanmıştır. Bu bağlamda, güneş enerjisi ile çalışan damlama sulama tesisleri, doğayla dost bir teknoloji bileşimi sunmaktadır.

Damlama sulama, bitkinin gereksinim duyduğu su ve besin elementini bitki köküne yönlendirerek su tasarrufu sağlayan, toprak tuzlulaşmasını önleyen ve verimi artıran bir sulama tekniği olarak, hızla yaygınlaştırılması gereken bir çalışma alanıdır.

Tarımsal mekanizasyon ve bilgisayarın tarımda kullanım olanaklarının geliştirilmesi de, kalitenin yükselmesi ve maliyetlerin düşürülmesi açısından büyük önem taşımaktadır.

Üretim alanlarına bilgi ve teknoloji transferinde, ziraat mühendisi, veteriner hekim ve ara teknik eleman gücünün eğitim ve işlendirme süreçleri dahil olmak üzere organizasyonu temel bir zorunluluktur. 

Örgütlenme - pazarlama sorunlarını aşan BTM

Türkiye’deki verili küçük işletme yapısının, kısa süre içinde yapısal bir değişikliğe uğrayamayacağı gerçeği dikkate alınarak; küçük üreticinin güç birliği yapacağı örgütlenme modelleri kurulmalıdır.

Ortak makine parkları yoluyla, verili küçük üretici yapısında, teknolojinin kullanımı için uygun çözümler oluşturulmalıdır. Organize tarım bölgeleri, kamunun altyapısını sağlayacağı alanlarda örgütlü üreticinin düşük maliyet – yüksek verimlilik ilişkisi içinde tarımsal üretim yapabileceği alanlar olarak kurulmalıdır. Öncelikle yaş meyve – sebze sektöründe olmak üzere, üretici ve tüketicilerin yararına, aradaki aracı sistemi ortadan kaldırdığı pazarlama sistemleri kurulmalıdır. Kamusal pazarlama kanallarının işlerliği sağlanmalıdır.

Türkiye gerçeklerini anlayan, dönüştürücü, diğer sektörel politikalarla uyumlu bir BTM

BTM, ulaşılmak istenen sosyo-ekonomik yapı için gerekli dönüşüm sürecinin evrelerini algılamak ve uygulanabilir dönüşüm senaryoları üretmek durumundadır. Bu çerçeve, özellikle kırsal nüfus ve işletme ölçeği “sorununa”, emekten yana bir çözümleme yetkinliği ile yaklaşılmalıdır.

Türkiye’nin sivil istihdamının % 30’unu tarım sektöründe tutma zorunluluğu var mıdır? Teorik olarak, eğer aynı üretim düzeyini daha az tarım çalışanı ile gerçekleştirmek olanaklı ise, bu soruya verilecek yanıt “hayır” olabilir. Bu durumda, tarım sektöründen diğer sektörlere emek transferinin yöntemi önem kazanmaktadır. Seçeneklerden birisi, kırsalda konumlanan atıl istihdam kapasitesini sanayii ve hizmetler sektörüne planlı bir şekilde aktarabilen kalkınmacı bir iktisat anlayışına sahip olunması durumudur. Böyle bir zemin varsa, iktisadın kendi kuralları içinde, diğer sektörlerin istihdam çağırması ile tarımsal istihdam azalır, teknoloji ve bilgi transferinin de olanaklı olduğu durumlarda tarımsal katma değer yükselir. Buna karşılık, Türkiye’de uzun yıllardır yaşandığı gibi işsizlik oranlarının % 11’lerin üzerinde bulunduğu ortamlarda, esnek istihdam – sendikasızlaştırma – taşeronlaştırma ilişkileri içinde sanayii ve hizmetler sektörünün “emek sömürüsünü yükselterek verimlilik artışı sağladığı” koşullarda, iç ticaret hadlerini tarım aleyhine bozmak suretiyle yapılan bir emek transferi, kent varoşlarında yedek işgücü oluşturarak, ülke içi ve ülke ötesi sömürü düzeninin kurumsallaşmasını sağlar.

O halde BTM, özellikle AB üzerinden gelen “tarımsal istihdamınızı azaltın” dayatmasını, bu toplumsal bilinç ve sorumlulukla karşılar, tarım sektörü sorununu genel ekonomi sorununun bir parçası olarak algılayarak, bu bütünlük içinde tutum alır.

İşletme ölçeği “sorunu” da aynı doğrultuda ele alınmalıdır. Türkiye’de halen ortalama işletme genişliği 6 hektar iken, aynı rakam AB’de 13 hektar, ABD’de 174 hektar düzeyindedir.

Kuşkusuz “ölçek ekonomisi”, maliyet düşürücü ve verimlilik yükseltici bir zemin sağlar. Bununla birlikte, büyüyen ölçeğin doğuracağı yeni mülkiyet ilişkileri, yalnız ekonomik değil, sosyo-politik olarak ta önemle değerlendirilmesi gereken bir açılım oluşturacaktır.

Bu bağlamda, tarım işletmelerinde “toprak temerküzü” yoluyla büyüyecek ölçeğin yeni sahiplerinin, yabancı sermaye veya taşoranlaşmış “yerli” sermaye olacağını öngörmek zor değildir. Bu süreç, toprağını yitiren köylünün “yeni” üretim ilişkileri içinde köleleşeceği bir dönemi haber vermektedir.

“Toprağın önemi” yalnızca bir üretim aracı olmaktan öte ise, bu topraklarda yaşayan insanları zemina yabancılaştıracak süreçleri olumlu olarak görmek mümkün değildir. Bu bağlamda “tarımın şirketleşmesi”, BTM’nin reddettiği bir kavram olmalıdır. 

Bu durumda, yukarıda da söz edildiği üzere, mevcut toprak mülkiyeti adaletsizliğini giderici yaklaşımlar yanında, verili işletme yapısı ile katma değeri yüksek bir üretim modeli kurgulanmak zorundadır. Türkiye’ye benzer özellikler gösteren AB üyesi Akdeniz ülkelerinin çoğunun işletme ölçeğinin 6 hektar dolayında olması gerçeği, bu ülkelerden üreyen bir olumlu örneği ortaya koymaktadır. Bu bağlamda, üretimden işlemeye, taşımadan pazarlamaya kadar yeni bir örgütlenme modeli, tıpkı belirtilen ülkelerde olduğu gibi Türkiye’de de, küçük ve orta ölçekli tarım işletmeleri ile yarışabilir – rekabetçi bir tarım sistemini kurgulamalıdır. 

Bu genel çerçeve içinde, BTM kalkınmacı iktisat ankayışının bir parçası olacak ve diğer sektörlerle birlikte, birbirlerinin dışsallıklarından yararlanarak gelişecekleri bir kalkınma hamlesine katkı sunacaktır. Aynı şekilde diğer sektörlerde, BTM’nin hedeflerinin gerçekleşmesi için gerekli dışsal çerçeveyi hazırlamak görevini üstleneceklerdir.

Doğru tarım politikalarının, kamusal tarım yönetiminin kullanacağı yeterli ve uygun bütçelerle yaşama geçirilmesi sağlanacaktır. Bu anlamda tarım sektörünün düzenlenmesinde kamunun öncü rolü, BTM için vazgeçilmezdir.

Türkiye’deki mevcut arkaik yapıları çözen, üreticiyi bilgi ve teknoloji kullanarak üretim yapan, alın terine sahip çıkan, ağa – şeyh ilişkilerini reddeden bir yurttaş niteliğine dönüştürmek, BTM’nin temel hedefleri arasındadır.  

Toplumsal taban yaratan BTM

Şüphesiz BTM’nin etken bir şekilde yaşama geçirilebilmesi, toplumsal taban yaratabilmesi ile olanaklıdır.

Kurulu düzenin toprak ağası/kapitalist toprak sahibi/aracı/tefeci kimliğindeki haksız kazanç sahiplerini sistemden kovmaya odaklı BTM, kuşkusuz karşısında “bilinçli bir muhalefet” bulacaktır.

Bunun karşısında, BTM’nin kendilerine yeni bir yaşam olanağı sunduğu toplumsal taban olarak, tarım üreticileri ve işçileri, tarm sanayii çalışanları,  tüketiciler ve aydınlar konumlanmalıdır.

Üretim aracı sahibi konuma getirilen ve/veya üretim süreçlerinde emeğinin karşılığı verilen tarım üreticileri ve işçileri, aracının ortadan kaldırıldığı sistemde üretimlerine yabancılaşmayacak, artık değerden kendi paylarını alacaklardır. Buna koşut olarak, hiçbir sosyal güvenliğe sahip olmayan ve toplumun “en alttaki” kesimini oluşturan gezici ve geçici tarım işçileri, koopratiflerde işlendirilecek ve sosyal güvenlikleri sağlanacaktır.

Yerli tarımsal üretimin Türkiye’de işlenerek katma değerinin artırıldığı bir sistem içinde, planlı gelişen bir tarım sanayiinin ve çalışanlarının büyük önemi vardır. Bu bağlamda görevleri ve çıkarları eşanlı olarak yükselen tarım sanayii ve onun tarafları, BTM’nin toplumsal tabanı için adaydırlar.

Tüketici, BTM’den en çok yarar görecek kesim olacaktır. Sağlıklı ve ucuz gıdaya erişim hakkı, tüketiciler için soyut bir kavram olmaktan çıkacak ve elle tutulur bir gerçekliğe dönüşecektir. Bu bağlamda tüketici, kendi yararı için BTM’nin sunduğu olanakların en etken savunucusu olacaktır.

Tüm bunların yanında, doğayla, emekle ve ülkeyle dost, politika seçme erkini yeniden ülke içine taşıyan, “Bağımsız Türkiye İçin Bağımsız Tarım Modeli”, taşıdığı içeriğe yüklenen anlamlar bağlamında, bu ülkenin  gerçek demokratlarını ve aydınlarını da toplumsal tabanına taşıyabilecektir.

Kazananı ve kaybedeni belirleyen, oyunun kurallarıdır. Kurallar “adil” değilse, genellikle en çok emek verenler kaybederken, kağıtları dağıtanlar kazanır. Bu gerçeklik, kağıtlara sahip çıkmanın ve kuralları belirlemenin önemine işaret etmektedir...  

Okunma Sayısı: 4865