TARIM SEKTÖRÜNDEKİ GELİŞMELER - YAZI DİZİSİ

DENİZLİ ŞUBE ( )
04.08.2008 (Son Güncelleme: 05.08.2008 17:40:19)

Denizli Şube Başkanımızın, tarım sektöründe yaşanan gelişmelere ilişkin dizi yazıları yerel basına sunulmuştur.

Şube Başkanımız yerel basından ve Hürriyet Gazetesi Ege Temsilciliğinden gelen istek üzerine Tarım Sektörününde yaşanan gelişmelere ilişkin bir yazı dizisi hazırlayarak kendilerine sunmuştur. Sözkonusu yazı dizisi aşağıdadır.

TÜRK TARIMI ÇIPLAK!!!                                                                                   

AB SÜRECİ TÜRK TARIMINI YENİDEN BİÇİMLENDİRİYOR

Türkiye 1959 yılından buyana AB üyeliği içim görüşmelerde bulunuyor.

Bugün AB,Türkiye‘nin birçok alanda olduğu gibi,tarım alanındada topluluğa "uyum sağlanmasını"istiyor.Bu süreçte Türkiye‘nin en çok başını ağrıtacak konu tarım ve hayvancılıktır.AB‘nin tarım verileriyle bizimkiler arasında uçurumlar var.

Bugün için AB‘ye uyum çalışmaları sonucunda tıpkı Polonya örneğinde olduğu gibi ,verimliliği artırmak ve dış pazar isteklerine uygun üretim yapmak amacıyla tarımın mekanize edilmesi sonucunda küçük işletmelerin ortadan kalkmasıyla atil kalacak milyonlarca vasıfsız iş gücünün ne olacağı sorusu, konunun en can yakıcı sorunudur.

Zira AB süreci kaçınılmaz olarak tarımın büyük şirketleri terk edilmesini beraberinde getirecektir.

Bugün, 103 milyar Euro‘luk AB bütçesinin 43 milyar Euro‘su tarıma ayrılıyor. 10 aday ülke için katılım öncesi yardımlar 3 milyar 120 milyon Euro ile sınırlandırıldı ve bunun 520 milyonu tarım bütçesini oluşturuyor. 1 Mayıs 2004 tarihi itibarıyle üye olan 10 ülke bu 520 milyonu paylaştı. Bu durum adaylık sürecinde tarıma para yağacak beklentilerinin yanlış olduğunu ortaya koymaktadır.

Bu açıdan AB‘ye giriş sürecinde Türkiye açısından olumlu sonuçlar verecek tarım politikalarımızın,öncelikle AB‘den bağımsız politikalar izlenmesi,kendi potansiyelimizin farkına vararak kooperatifleşme başta olmak üzere,gelecekteki gelişmeleri doğru öngörerek,yeniden yapılandırması karşımıza bir zorunluluk olarak çıkmaktadır.

MEVCUT POLİTİKALAR,TARIMIMIZI YIKIMA SÜRÜKLÜYOR

Tarım sektörü, Türkiye‘nin sosyolojik ve ekonomik yapısı içerisinde önemli yer tutan, kırsal alanın hemen tek ekonomik getiri kaynağı olan, doyuran - barındıran bir sektördür. Buna karşın, sektörün son yıllarda sürekli kan kaybettiği, iç ticaret hadlerinin korkunç bir şekilde tarım aleyhine geliştiği, sektörün genelinde üretim artışlarının nüfus artış hızının gerisinde kaldığı, çoğu alt sektörde üretimde geriye gidişlerin yaşandığı, kırsal yoksulluğun dayanılmaz boyutlara ulaştığı bilinmektedir.

Bir taraftan üreticilerin kullandığı girdilere sürekli zam yapılırken,üreticinin ürettiklerinin son yıllarda aynı kalması,özellikle küçük üreticilerimizin,üretime devam etme nedenlerini de ortadan kaldırmakta.

Aslında tarımda gelinen bugünkü nokta için "Tarım Çıplak"diye haykırmakta yetmiyor.Siyasi iktidarların aslında tarımın çıplak olduğunu bildirdiğinden eminim.Her nekadar kamuoyunda,medya arcılığı ile tarıma çok destek verildiği,büyük kaynaklar aktarıldığı seslendirilse de,bu rakam topu topu 5,4 milyar YTL

Bu rakamla, tarımımızda varolan temel altyapı sorunlarını çözmek ,üreticimize insanca yaşayabilecek bir üretim süreci kurgulamak mümkün değildir. Bu rakam bugün için GSMH‘mızın ancak %0,84 ü kadar. 2006 yılında hükümet çıkardığı tarım kanununda tarıma aktarılacak kaynağın GSMH‘nın %1‘den  aşağı alamayacağını karar vermişti. Maalesef bunu  bugüne kadar uygulamaya koymadı.Daha doğrusu koyamadı. Zira IMF ve DB bunu istemedi.

Aslında tarımımızın sorunları tüm açıklığı ile ortada.Bugüne kadar,dış dayatmalarla uygulanan tarım  politikalarının,ülkemiz tarımını getirdiği nokta belli.Tam bir yıkım süreci.Eğer bu politikalarda ısrar edilirse,varılacak noktada belli.Bu noktada ;birçok temel ürününde kendine yeterliliğini yitirmiş,üretim süreçlerinden kopartılmış,geçimlik dahi üretim yapamayan kent varoşlarına göçmek zorunda bırakılmış,işsiz ve yoksul milyonlarca küçük üreticinin yanında,her geçen gün şirketleşen tarımımızda,yabancı tekeller adına ücretli işçi konumuna düşecek köylülerin ve tüketicilerimizin piyasanın acımasız ellerine terk edilmiş gerçeği olacaktır.Sonuçta bu nokta uluslararası tekellerin ve onların yerli uzantılarının biçimlendirdiği ve yönettiği,açık pazar halinde dönüştürülmüş,üretim süreçlerinden kopartılmış bir Türkiye gerçeği olacaktır.

Türkiye İstatistik Kurumu 2008‘in ilk 3 aylık döneminde Gayri Safi Yurtiçi Hasıla‘nın (GSYH) yüzde 6.6, tarım sektörünün de yüzde 5.6 oranında büyüdüğünü açıklamıştır.

Tarım sektörü için "felaket" yılı olan 2007‘de Türkiye yüzde 4,5 büyürken, tarım yüzde 7.3 küçülmüştür. Bu rekor bir düzeydir. Yüzde 7‘nin üzerindeki bir gerileme son 40 yılda sadece 2 kez yaşanmıştır.

Güneydoğu ve Orta Anadolu Bölgelerinde yaşanan kuraklık nedeniyle 2008 yılında özellikle buğday, arpa ve mercimek üretiminde önemli düşüşler yaşanması ve büyüme rakamlarına yansıması beklenmektedir. ABD Tarım Bakanlığı geçen yıl 17.2 milyon ton olan buğday üretiminin bu yıl 16,5 milyon tona; 7.3 milyon ton olan arpa üretiminin ise 6.2 milyon tona düşeceğini tahmin etmiştir.

Tarımda kendi kendine yetebilme özelliğini kaybeden Türkiye‘nin tarım dış ticaretindeki açığı da giderek büyümektedir. 2007‘de tarım ürünleri toplam ihracatı 3 milyar 724 milyon dolar olurken, ithalat 4 milyar 640 milyon dolara yükselmiş; dış ticaret açığı da 916 milyon dolara çıkmıştır.

TÜİK‘in açıkladığı 2008 yılının ilk 5 aylık (Ocak-Mayıs) dış ticaret verileri, tarımsal dış ticarette bu yıl daha da büyük açıkların meydana geleceğini göstermektedir. Buna göre 2008 yılının Ocak-Mayıs döneminde tarım ürünleri ihracatı 2007 yılının aynı dönemine göre yüzde 12.2 artarak 1 milyar 369 milyon dolardan 1 milyar 535 milyon dolara çıkmıştır. Buna karşılık ithalat yüzde 54.3 artarak 1 milyar 954 milyon dolardan 3 milyar 14 milyon dolara yükselmiştir. Yılın ilk beş ayındaki tarımsal dış ticaret açığı 1 milyar 479 milyon dolardır. Oysa önceki yılın aynı döneminde açık 585 milyon dolardı.

Türkiye‘de tarım sektörü, sosyal ve ekonomik yönleriyle, neoliberal politikaların uygulandığı son çeyrek yüzyıllık dönemde sürekli olarak güç kaybetmiştir. Bununla birlikte, 2000‘li yıllarla birlikte uygulanan Dünya Bankası ve IMF taşeronu teslimiyetçi politikaların sonucunda sektör çöküş noktasına gelmiştir.

TOPRAKLAR BANKALARA GEÇİYOR

Bugün"Yabancı bankaların el koydukları araziler nedeniyle topraklarımız yabancıların mülkiyetine geçiyor".

Son birkaç yıldan beri çiftçi kesimini keşfeden bankalar, her geçen ay yeni ürün çeşidi oluşturuyorlar. İpotek gösteren çiftçilere bazı avantajlar sağlayan, kredi kartlarından, tarlalarında Ar-Ge çalışmasını geliştirmeye yönelik kredi imkanına kadar çok sayıda farklı alternatif sunan bankalar, 13 milyar dolara yaklaşan kredi hacmini artırmayı hedefliyor.

TARLALARIMIZ TEHLİKEDE

Türkiye‘de, devletin toplam tarım desteğinin 5,4 milyar YTL, buna karşın bankaların üreticiye verdiği toplam kredi hacminin 7,4 milyar YTL dir.

Tarımsal bugün kredilerin çoğu özel bankalara aittir, "Son dönemlerde kredilerin geri dönüşümleri zorlaştıkça, bankalar da haciz uygulamalarını başlattılar. Kiminin tarlasına, kiminin traktörüne el konuluyor. Hatta, haciz malları muhafaza etmek için depo kiralayan bankalar bile var. Bunun yanı sıra yabancı bankaların el koydukları tarım arazileri nedeniyle topraklarımız da yabancılaşıyor, bankaların mülkiyetine geçiyor. Bu da genelde tarım ve hayvancılık özelde ise çiftçilerimiz açısından son derece vahim sonuçlar doğuruyor.

ULUSAL TARIM POLİTİKALAR ŞART

Ülkemizin bu sıkıntılı süreci atlatabilmesi için içeride ve dışarıda, sektörel gerçek ve gereksinimlere uygun bir tarım politikasının uygulanması gerekmektedir. Tarımın altyapı sorunları çözülmeli, sulama - arazi toplulaştırma ve tarla içi geliştirme hizmetleri tamamlanmalı, bilgi ve teknoloji tarla ile buluşturulmalı, pazarlama ve örgütlenme sıkıntıları giderilmeli ve üreticinin insani gereksinimlerini karşılayacak bir gelir düzeyine kavuşması sağlanmalıdır. Tersi durumda tarım sektörümüz çok daha ağır sorunlarla karşılaşacaktır.

Artık zaman geçirilmeden ,uluslar arası tekellerin istek ve beklentilerine göre dayatılan ,tarımımızı çöküntüye sürükleyen  politikalarından vazgeçilmeli, ülkemizin kaynaklarının, ülkemiz ve insanımızın çıkarlarına göre kullanan, yönlendiren ve planlayan ulusal tarım politikaları, acilen devreye sokulmalıdır. Zira yarın çok geç olacaktır.

 

Bugün için tarımımızda mevcut sorunların çözen ve önümüzdeki süreçlerde uluslararası rekabete karşı ayakta durabilen, sürdürülebilir ve kendi kendine yeterliliğini sağlaması yanında, ekonomimize katkı koyan bir yapıya kavuşturulması için,tarımımıza bugün  ayrılan kaynakların, doğru bir planlama ile en az 3 katına çıkarılması bir zorunluluktur.

Bu çarkın böyle dönmemesi için, başta tüm üreticilerimize, onların örgütlerine ,ülkesine ve topluma saygı  duyan tüm insanlarımıza büyük sorumluluk düşmektedir. Zira yarın yaşanılması kaçınılmaz sonuçlar için feryat, figan etmenin anlamı kalmayacaktır.

Bugün AB ile yapılan anlaşmalar,tıpkı 1980 den itibaren IMF ve DB‘nın isteklerinde olduğu gibi harfiyen yerine getirilmekte,üstelik tarımımızı ve ekonomimizi çökertmek pahasına,halen de sürdürülmeye devam edilmektedir. Bir ülkenin makro ekonomik dengeleri bozuksa,yatırım ve üretim süreçlerinden kopartılmışsa,ekonomisi iç ve dış borç batağına saplanmış ve ekonomisi sürekli ödedikçe artan bor faiz ödemelerine göre kurgulanılıyosa,her türlü krizlere karşı kırılgan bir yapıda ise,borç faizi ödeme adına Cumhuriyetimizin yoktan var ettiği en karlı  KİT lerimizi adeta peşkeş çekercesine elden çıkarmak zorunda kalıyorsa,küresel sermayenin kendi çıkar ve beklentilerine göre bizlere dayattığı politikaları harfiyen yerine getiriyorsa bugün için, diğer sektörlerde olduğu gibi istesede tarıma kaynak aktaramaz.Sıcak para girişine ve rant ekonomisine dayalı bugünkü ekonomimizin çökmesi kaçınılmazdır.Ayrıca unutulmamalıdır ki ekonomik bağımsızlılığı olmayan bir ülkenin, siyasi bağımsızlılığından da söz edilemez.Artık bu ülkede icazetli kurtarıcılar aramak yerine,başta üreticilerimiz olmak üzere tüm halkımız kendi öz gücüne güvenerek,kısa vadeli çıkar ve beklentileri yerine değil,geleceğini karartmamak adına,zamanında ve yerinde,bilinçli ve örgütlü temel bir duruş sergilemek ve tepki vermek zorundadır.

Artık bu oyunun hep böyle oynanmaması, kervanın hep böyle gitmemesi için mutlaka bu tek yanlı ipoteğe dönüşmüş politikalardan vazgeçilerek, mutlaka ülkemiz çıkarları adına, ülkemizin kaynaklarını yatırım, üretim ve istihdamı hedefleyen bir anlayışla harekete geçiren, ulusal tarım politikalarının uygulanması zorunluluktur. Bunun içinde  ulusal iktidarlara ve onun arkasında halk desteğine gereksinim vardır.,Oynanan bu oyunda   her zaman kazananlar, bu oyunun kurallarını koyan ve bizim gibi ülkelere bu oyunu oynamayı dayatan bir avuç küresel sermaye ile bundan nemalanmaya çalışan yerli uzantıları olmaktadır. Ve de bu oyun böyle sürdükçe, her zaman kaybedecek olan, geniş halk kesimleri olacaktır.

TÜRKİYEDE TARIM SEKTÖRÜ SORUNLARI ÇÖZÜLEMEZ DEĞİLDİR

Türkiye‘de tarım sektörünün sorunları çözülemez değildir. Doğru tarım politikalarını , tarıma özgülenen uygun kaynak büyüklükleri ile eşleyen  ve etkin bir tarımsal kamu yönetimi anlayışı ile uygulamaya geçiren yaklaşımlar, sektörel sorunları çözüp tarımın büyüme potansiyelini açığa çıkarabilirler.

Doğru tarım politikaları, içeride ve dışarıda sağlam bir analitik tutarlılıkla, Türkiye tarımı için konulan kısa - orta - uzun vade hedeflerle uyarlı bir politika seti seçimini gerektirir.

Bu bağlamda, Dünya Ticaret Örgütü tarım turlarında, "adil ticaret" söylemi altında kendi fazla tarım üretimlerini dünya ülkelerine sokmak için "pazara giriş" koşullarını kolaylaştırmak isteyen ABD - AB kaynaklı politika değişimi taleplerinin karşısında; önce iç destek ve dışsatım sübvansiyonlarının sıfırlanmasını talep eden tarafla birlikte hareket etmek, tarım sektörü için temel politika önceliklerindendir.

Dış politika yanında, içeride de maliyet düşürücü, verimlilik yükseltici, tarımın rekabet düzeyini artıran politikalara gereksinim vardır.

Bu çerçevede, uygulanabilir toprak reformu yapılmalı, sulama yatırımları gerçekleştirilmeli, arazi toplulaştırma ve tarla içi geliştirme hizmetleri tamamlanmalıdır.

Böylece yaratılan uygun zemin üzerinde, doğayla ve tüketiciyle dost, biyoçeşitliliği koruyup geliştiren, sürdürülebilir bir tarım modeli uygulanmalıdır. Aksi, Türkiye‘de görülen doğayı yok edici - üreticiyi yoksulluk sarmalında toprağına yabancılaştıran bir çerçeve anlamına gelmektedir.

Türkiye, başta tohum olmak üzere bitkisel ve hayvansal üretim materyallerini, kullanılması gereken gübre ve tarımsal savaşım ilacını, tarım alet ve makinalarını ülke içinde üretip, zamanında ve uygun fiyatla üreticiye ulaştıran bir tarımsal girdi politikası izlemelidir.

Üretim, ülkesel ve bölgesel planlama ilkelerine uygun olarak gerçekleştirilmelidir. Desteklemeler üretim planlamasının bir aracı olarak görülmeli ve bu anlayışla uygulanmalıdır.

Pazarlama kanalları aracıyı sistemden kovan, ucuz ve sağlıklı gıdayı etkin kooperatifler aracılığıyla tüketiciye ulaştıran bir şekilde yeniden yapılandırılmalıdır.

Depolama ve işleme olanaklarının artırılması, tarım - gıda bütünleşmesi, uygulanan politikaların odağında yer almalıdır.

Bütün bu süreç, güçlü ve etkin bir tarımsal kamu yönetimine sahip, bilgiyi ve teknolojiyi tarıma aktaran, sektörü piyasanın sömürüsüne terk etmemiş bir anlayışla başarılabilir. 

                                                                                                     İbrahim GÜR

                                                                                                  Ziraat Müh Odası

                                                                                              Denizli Şube Başkanı

Okunma Sayısı: 6486