SU HERKESİNDİR, SATILAMAZ! - EVRENSEL

İSTANBUL ŞUBE ( )
14.03.2009 (Son Güncelleme: 15.03.2009 12:51:04)

Hazırlayan: Nuray Sancar

5.Dünya Su Forum‘u İstanbul‘da toplanıyor. 90‘lı yılların başından bu yana kamuya ait hizmet sektörünün özelleştirilmesi için büyük tekellerin DTÖ, DB ve BM nezdinde yaptıkları girişimler sonucunda suyun da bir meta haline getirilmesi ciddi bir yönelim haline geldi.

5.Dünya Su Forum‘u İstanbul‘da toplanıyor. 90‘lı yılların başından bu yana kamuya ait hizmet sektörünün özelleştirilmesi için büyük tekellerin DTÖ, DB ve BM nezdinde yaptıkları girişimler sonucunda suyun da bir meta haline getirilmesi ciddi bir yönelim haline geldi. Yani su artık herkesin rahatlıkla ulaşabileceği yaşamsal bir kaynak değil, parası ve gücü olanın satın alabileceği bir mal olarak görülüyor. İstanbul‘da yapılacak olan Forum‘un gündemi de, suyun piyasalaştırılması konusunda daha nasıl ilerleme kaydedileceği.

Su bir piyasa malı haline getirilirken en önemli gerekçelerden biri dünyada su kıtlığının önlem alınması gereken bir noktaya ulaştığı. Günlük kullanımdaki israf ve küresel ısınma bunda birinci dereceden sorumlu gösteriliyor. Aslında su kıtlığı diye bir şey olmadığı bunun dünyadaki büyük su tekellerinin bir uydurmacası olduğu bilim insanlarınca defalarca kanıtlandı. İstanbul‘da Su Forum‘u yapılırken onun yanısıra, suyun ticarileştirilmesine karşı çıkmayı hedefleyen programlarda da bu konu yeniden işlenecek. Forum da bugün, suyun özelleştirilmesine bağlı olarak ortaya çıkacak tehlikelere dikkat çekiyor ve bunu önlemenin yollarını tartışıyor.

İyi hafta sonları.


Dünya Su Forumu nedir?

AHMET ATALIK - TMMOB ZİRAAT MÜHENDİSLERİ ODASI İSTANBUL ŞUBE BAŞKANI

Bir kısmımız Dünya Su Forumu‘nun (DSF) ne olduğunu ya hiç bilmiyor ya da dünyada yaşanan su soruna çare aranacak bir etkinlik olacağını zannediyor. Forumun ne anlama geldiğini iyi bilen kesime ise felaket tellalı deniyor. İlk iki kategoridekiler için DSF‘nun ne anlama geldiğini biraz açalım.

Su politikalarının mimarı Birleşmiş Milletler (BM), 1970‘li yıllarda suyun temel bir insan hakkı olduğunu vurguluyordu. Bu nedenle de 1980‘li yıllarda gelişmekte olan ülkelere su ve kanalizasyon altyapılarına yatırım yapmalarını tavsiye etti.

Yatırımların tamamlanmaya başladığı 1990‘lı yıllarda aynı BM birden ağız değiştirdi ve suyun artık ekonomik olarak alınıp satılabilecek ticari bir mal olduğunu ve su hizmetlerinin iyi bir yönetişim ile yönetilmesi gerektiğini dillendirmeye başladı. Su sorunu küresel ölçekte yalnızca bir işletme sorununa indirgenmişti. Su piyasa koşullarına açılabilecek ve kamu hizmeti anlayışı dışına çıkarılabilecekti.

Ülkelere altyapı hizmetleri için kredi sağlayan Dünya Bankası (DB) sürekli olarak içme suyu hizmeti veren kamu kurumlarını hedef aldı. Yerel yönetimlerin bu hizmetleri etkin ve verimli bir şekilde sağlayamadığını, ancak özel sektör tarafından bu hizmetlerin etkin ve verimli bir şekilde sunulabileceğini vurguladı. Bu nedenle de 1990 öncesinde sağladığı kredilerin ön koşulu olarak su hizmetlerinin ticarileştirilmesini ve özelleştirilmesini şart koştu.

Su hizmetlerinin özelleştirilmesi ve ticarileştirilmesi alanında diğer önemli bir kurum ise Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ)‘dür. Bu çerçevede DTÖ‘nü kuran anlaşmalardan biri olan Hizmet Ticareti Genel Anlaşması‘nın maddelerinden biri de su hizmetlerinin ve kaynaklarının özelleştirilmesidir. Bu konuyu özellikle Avrupa Birliği zorlamaktadır. Nedeni de dünya devi üç su şirketinden Suez ve Veolia Fransızlara, RWE ise Almanlara aittir. AB‘nin lokomotif iki ülkesi kendi şirketlerinin önünü açmak istemektedir.

Görüldüğü üzere bazı kurumlar üzerinden son derece dağınık bir şekilde yürütülen su politikalarını tek bir elden yönetmek isteyen sermaye 1996 yılında Fransa‘nın Marsilya kenti merkez olmak üzere Dünya Su Konseyi (DSK)‘ni kurdu. Konseyin içinde devletler, BM, DB, çokuluslu su ve enerji şirketleri yer almaktadır.

DSK kuruluşundan bir yıl sonrasından itibaren her 3 yılda bir DSF düzenlemeye başladı. İlk forum 1997‘de FAS‘ta, ikincisi 2000‘de Hollanda‘da, üçüncüsü 2003‘te Japonya‘da, dördüncüsü 2006‘da Meksika‘da düzenlendi. Bu forumlarda su kaynaklarını paylaşmak, suyu fiyatlandırmak, suyu iyi bir yönetişim ile yönetmek gibi konular masaya yatırıldı. Özetle suyun ekonomik bir mala dönüştürülmesi kararların özünü oluşturdu.

Meksika‘da düzenlenen DSF diğerlerinden farklı olarak bir takım gösterilere sahne oldu. Her üç yılda bir yapılan DSF‘nun dünya halklarının başına neler açacağını gören örgütler yaklaşık 100 bin kişi ile Meksika‘daki forumu protesto ettiler.

Dünya halklarının sadece yüzde 9‘u şirketlerden su kullanmasına karşın piyasa 1 trilyon dolara yaklaşmış durumdadır. Son derece kârlı olan bu alanda su hizmetleri devlet tarafından sağlanan ülkeler şirketlerin dolayısıyla DSK‘nin iştahını kabartıyor.

DSF‘nun beşincisi 16-22 Mart 2009 tarihleri arasında ülkemizde düzenlenecek! Bu süreci ise su hizmetlerinin ticarileştirilmesi ve su kaynaklarımızın özelleştirilmesi izleyecek! "İyi de ne olacak bize ne" mi diyorsunuz hâlâ? Onun da cevabını verelim.

Hiç düşündünüz mü, hayatımızda en değer verdiğimiz kişilere ikramda bulunurken en yaygın kullandığımız tabirleri ... "bir çay içelim" ya da "ikram edecek bir çorbamız da mı yok".
İşte o gün gelip sermaye amacına ulaştığında çayın da çorbanın da sudan yapıldığının farkına varacak, bu tabirleri kullanırken bir kez daha düşüneceğiz!


Bir insanlık suçu

Ö. EYLEM TUNCAELLİ - (TMMOB ÇEVRE MÜHENDİSLERİ ODASI

Su kaynaklarının kötü yönetimi, sınırlı imkanlar ve çevresel değişiklikler yüzünden temiz içme suyuna ulaşamayan insan sayısı giderek artmaktadır. Su haklarının erozyonu artık küresel bir olaydır. Neoliberal politikalarla su ve su hizmetlerinin yönetilmesi dünyanın birçok yerinde milyonlarca insanın içme suyuna erişimini engellemektedir. İçme suyundan yoksun bırakılan bu insanların özü itibari ile kamuya ait suyun özelleştirilmesi sırasında yaşadıkları korkunç tablolar önümüzde durmaktadır. Dünya genelinde su kaynaklarının büyük bölümü kamu mülkiyetinde bulunmaktadır. Bugün dünya nüfusunun yalnızca yüzde 5‘i suyu ulus ötesi şirketlerden satın aldığı halde, bu şirketlerin yıllık gelirleri dünya petrol ticaretinin yıllık gelirinin yarısına ulaşmış durumdadır.
Türkiye‘de kişi başına düşen yıllık su miktarı, yanlış su politikaları ve uygulamaları ile hızla azalmaktadır. 1990‘larda 3500 m3/kişi-yıl olan bu miktar günümüzde 1400 m3‘lere düşmüş durumdadır.

Neoliberal ideologlar, durumu "su enderdir; ender malları hangi kurallar ile yönetiyorsak suyu da aynı kurallar bütünü ile yönetmeliyiz" diyerek formüle etmektedirler. Suya erişim, kıtlık kanunlarına göre düzenlenirse, yoksullar bir damla suya bile hasret kalırlar ki dünyada bunun örnekleri Bolivya başta olmak üzere birçok ülkede yaşanmıştır.

Türkiye‘de Durum

AKP, 2007 seçim beyannamesinde, barajı bitirilen projelerin sulama kısmını özel sektörün yatırımına açacağını, köy ve kentlerde içme suyunun kalitesinin artırılmasının hedeflendiğini, su ve kanalizasyon işletmeciliği başta olmak üzere çevre sektöründe maliyetlerin düşürülmesi ve kalitesinin artırılması için kamunun yanı sıra özel kesimin de katılımının artırılacağını belirtiyordu. Ülkemizde su işletmelerinin özelleştirilmesi yıllardır gündemdedir. Antalya‘da, İzmir‘de, Kocaeli‘de yapılan; Edirne‘de yapılması bir yolsuzluk operasyonu ile şimdilik ertelenen özelleştirmeler yakın zamanda su özelleştirmelerinin toplumsal gündemimizde daha fazla yer edineceğini gösteriyor. Son yıllarda, Türkiye‘de suyun özelleştirilmesi için Dünya Bankası planları dahilinde bir çok proje yaşama geçirilmeye başlanmıştır. Dünya Bankası, büyükşehirlerde "İSKİ modelinin", küçük belediyelerde ise "yerel yönetim birliklerinin" kurduğu şirketlerin su özelleştirmesinin ideal modelleri olduğunu savunuyor. Oysa bu modellerin faturalara yansıması, gerçekte kâr dışında hiçbir amacın güdülmediğini gösteriyor.

Bir trilyon dolar pazar büyüklüğü ile ifade edilen su hizmetlerini sağlıklı ve güvenli olarak almak en temel yaşam hakkımızdır. Bizi yaratılacak olan pazarın büyüklüğü değil, suya rahat ve güvenli ulaşımımız ilgilendirmektedir. Nasıl ki su kamuya aitse, su hizmetleri de özü itibari ile kamusal bir hizmettir ve kamuya ait kalmalıdır. Kamu, ticarileştirmeye/metalaştırmaya ön ayak olan değil bu hizmetlerin sağlıklı ve güvenli olarak verilmesini sağlayan ve şirket karlılıklarını değil kamu yararını gözeten yapıda kurgulanmalıdır.


Su yaşamdır yaşamımız satılık değil

ŞENAY ELHÜSEYNİ - TARIM ORKAM- SEN İSTANBUL ŞUBE BAŞKANI

Dünyanın yaklaşık dörtte üçü suyla kaplı olmasına karşılık, suyun yüzde 97,5 kısmının denizlerde olması nedeniyle kullanılamaz durumdadır. Denizler dışında kalan yüzde 2,5 oranındaki tatlı suyun ise yüzde 70 i kutuplarda buz kütlesi halinde, kalan yüzde 30‘luk bölümünün de çoğunluğu yer altı sularında olmak üzere nehir ve göllerde bulunmaktadır. Öte yandan tatlı su kaynakları buharlaşma, yağmur döngüsü ile kendini tekrarlama özelliğine sahiptir. Tatlı suyun temel kaynağı hidrolojik çevrime dayanmakta; yani su, esas olarak düşen yağmur ve karın dereler, akiferler ve yeraltı suyunu beslemesinden oluşmaktadır (Shiva, 2007). Yağmur ve karın kaynağı ise denizlerden buharlaşan sudur ve bunun yüzde 90‘ı yağmur olarak tekrar denizlere dönmektedir.

Tatlı suyun önce buharlaşıp; ardından yağmur ya da kar olarak tekrar doğaya dönmek suretiyle kendini tekrarlaması, su kaynakları üzerinde özel mülkiyet tesis edilmesini, kapitalist sistemdeki mülkiyet edinme biçimlerinden farklılaştırmaktadır. Zira, belli bir havzada buharlaşan suyun daha sonra hangi bölge veya havzaya yağmur olarak düşeceğini/düştüğünü belirlemek mümkün değildir. DB raporlarında, son yüz yıl içinde dünya nüfusu üç kat büyürken su kullanımındaki büyümenin altı kat düzeyine ulaştığı ve en fazla su tüketilen sektörlerin başında yüzde 70 ile tarımın, yüzde 20 ile de sanayinin geldiği belirtilmektedir. Ayrıca su kullanımının önümüzdeki 30 yılda yüzde 50 artacağı öngörülmektedir (WB, 2004)

Günümüzde suyun ticarileştirilmesi yönündeki eğilimlerin hız kazanmasının ardında bir dizi dinamik vardır. Bunlardan bir tanesi, dünyada kullanılabilir durumdaki su rezervlerinin -iddia edildiği gibi azalıyor olmasından daha çok-, yetmeme riskinin baş göstermiş olmasıdır.

Birleşmiş Milletlerin 1977 yılında düzenlediği su konferansında, içme suyuna erişimin bir insan hakkı olduğu kararında "birleşilmişti". Ancak 1992 yılında Dublin‘de düzenlenen Su ve Çevre Konferansında önceki kararın tam tersine; "suyun alınıp satılabilen bir mal" olduğu kararı benimsenmiştir. Bu karar ile su piyasa koşullarına açılabilecek ve "kamu hizmeti" alanından çıkarılacaktı. Bu alanın diğer bir aktörü olarak da Dünya Bankası, 1990‘lı yıllarda gelişmekte olan ülkelerde kentlerin altyapılarının iyileştirilmesi konusunda krediler veriyordu. Su ve kanalizasyon hizmetlerinin özelleştirmesi için gerekli yasal mevzuat değişimini, kredi anlaşmalarının önkoşulu olarak şart koşuyordu
Dünya su sektörünün yüzde 5 oranında özelleştirilmesiyle çokuluslu şirketlerin bundan elde ettiği yıllık kâr 1 trilyon Amerikan Doları olmuştur. Yani ilaç sektöründeki kârı geçmiş, petrol kârının yüzde 40‘ına ulaşmıştır. Bu tatlı kâr çokuluslu şirketlerin iştahını kabartmış ve dünya su politikalarını kâr hedefleri doğrultusunda düzenleyebilmenin yollarını aramışlardır. Bu amaçla 1996 yılında Dünya Su Konseyi kurulmuş ve 1997 yılından bu yana her 3 yılda bir Dünya Su Formu düzenlemeye başlamıştır.

Düzenlenen dört formda sonuç olarak "Dünya Su Vizyonu" ihtiyacı ortaya konulmuş, su kaynaklarını paylaşmak, suyu fiyatlandırmak, suyu iyi yönetişim ile yönetmek yaklaşımı benimsenmiştir. Yönetişim yaklaşımı, suyun ekonomik bir mala dönüştürülmesinin özünü oluşturmaktadır.
Dünya su formunun 5.‘si 16-22 Mart 2009 da İstanbul‘da yapılacak. Dünya Su Konseyi başkanı Loic Fauchon "insanların su faturalarına, cep telefonu faturası kadar ya da otomobillerine aldıkları benzinin yüzde 5‘i kadar ödeme yapmayı göze aldıklarında hiçbir sorun kalmayacaktır" diyerek İstanbul‘da yapılacak 5. Dünya Su Formunun asıl amacının; su kaynaklarının özelleştirilmesi olduğunu açıkça ortaya koymuştur.

Toplumsal yaşamın ayrılmaz bir parçası olan su, hiç kimsenin ya da kurumun mülkiyetine terk edilemez. Suyun bitkiler, hayvanlar ve insanlar tarafından nasıl ve hangi koşullar altında kullanılacağı; seçilmişler, özel çıkar sahipleri ya da suyu sermaye birikimi için talep edenler tarafından değil; yalnızca yaşamak için savunanlar tarafından belirlenmelidir.

Dünya ile birlikte Türkiye‘yi de etkisine alan ve gittikçe de derinleşeceği öngörülen kriz döneminde hükümetin Dünya Su Formu toplantıları için 17,5 milyon Euro bütçe ayırması kabul edilemez
Kapitalist sistem için suyun metalaşması, sermaye birikim sürecinin olmazsa olmaz, yapısal bir gereğidir. Bu nedenle, su hakkı için verilecek mücadelelerin hedefinde doğrudan kapitalist sistemin kendisinin olması gerekir.

Suyun metalaşması sürecinin en yıkıcı iki sonucundan biri tarımda (geçimlik tarımla uğraşan ve topraklarından koparılanlar) diğeri ise sanayide kullanılan emek (nispi emek rezervi genişleyeceği için) üzerinde görülecektir. Bu nedenle su sorunu, ne yalnızca yaratacağı çevresel ve kültürel tahribat açısından, ne tek başına insan hakları ve yoksulluk söylemi çerçevesinde, ne de sadece emek boyutuyla ele alınamayacak kadar kapsamlı ve çok boyutlu bir sorundur. Bu bağlamda, ülkemiz emek örgütlerini bekleyen zorlu görev 2009 yılında İstanbul‘da yapılacak 5. Dünya Su Forumu başta olmak üzere suyun metalaşmasını hızlandıracak bütün girişimlere karşı muhalefeti, en geniş biçimde örgütlemek ve önderlik etmektir.( Gaye Yılmaz 2008)

Bu mücadelenin ilk adımı olarak bir araya gelen sendika, konfederasyon, meslek odaları, partiler, halk inisiyatifleri, derneklerden oluşan "Suyun Ticarileştirilmesine Hayır Platformu" çeşitli eylem ve etkinlikler yanında ilki 22-23 Mart 2008 de "Kapitalizm Kıskacında Su", ikincisi de 8-9 Kasımda "5. Dünya Su Formuna Karşı Hazırlık Toplantısı" adı altında İstanbul‘da iki uluslar arası konferans gerçekleştirmiştir. İstanbul‘da yakılan bu kıvılcım giderek tüm ülkede görünür olmaya başlanmış ve Ankara, Bursa Denizli, Ordu, Trabzon, İzmir, Düzce, İzmit, Mardin gibi birçok ilde düzenlenen panellerle halkın Dünya Su Formu konusunda aydınlatılmasına çalışılmıştır. Bu çabaları 15 Mart Pazar günü Kadıköy Meydanında düzenleyeceğimiz mitingle taçlandıracağız ve tüm halkımızla birlikte Kapitalist uşaklar ve yerli işbirlikçilerine, "su kaynaklarımızı, derelerimizi, göllerimizi özelleştiremeyeceklerini, hayatımızı satamayacaklarını, buna izin vermeyeceğimizi" ilan edeceğiz.
Bunun için tüm Halkımızı 15 Martta Kadıköy Meydanına bekliyoruz.

Okunma Sayısı: 1360