TEKEL’İN ÖZELLEŞTİRİLMESİNİN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ - BAĞIMSIZ DERGİSİ, TEMMUZ 2009

İSTANBUL ŞUBE ( )
28.07.2009 (Son Güncelleme: 28.07.2009 12:02:39)

Amerika ve Tütünün Keşfi

 

Tütünün anavatanı Amerika kıtasıdır. Tütün yerliler tarafından önceleri dini törenlerde tütsü olarak ve ağızda çiğnenerek kullanılıyordu. Daha sonra çeşitli yöntemlerle içilmeye başlandı. Kristof Kolomb'un 1492 yılında Amerika kıtasını keşfinin ardından kıta yerlilerinin sadece dini törenlerde kullandığı tütün, 1518 yılında gemiciler tarafından Avrupa'ya getirildi. Tütün girdiği ülkelerde önceleri bir süs ve şifa bitkisi olarak tanındı. Sonraları pipo, puro, nargile, enfiye, çiğneme tütünü ve sigara şeklinde keyif verici olarak kullanılmaya başlandı. Bu kullanım şeklinden sonra tüm dünyaya çok hızlı bir şekilde yayıldı.

 

Osmanlı Tütünle Tanışıyor

 

Osmanlı topraklarına tütün İngiliz ve Venedik gemiciler vasıtasıyla 1600-1605 yılları arasında girdi. Anadolu'da tütün üretimi ilk defa İzmir'in Selçuk ilçesinde yapıldı. Resmen 1612 yılında kullanılmaya başlandı. 1621 yılında tütün üretimi Genç Osman tarafından yasaklandı. Yasaklamalar, IV Murat döneminde büyük bir baskıya dönüştü, binlerce insan tütün nedeniyle öldürüldü. Kendisi de tütün tiryakisi olan Bahai Efendi, 1646 yılında şeyhülislam olunca bir fetva ile tütün kullanımını serbest bıraktı.

 

Yasaklamayla tütün kullanımının önüne geçemeyen Osmanlı, 1688 yılında ilk resmi vergilendirmesini yaptı. 1690 yılında ülkedeki tütün ekim alanları kayıt altına alındı. Zamanla Avrupa'da aranır hale gelen Osmanlı tütünü ilk kez 1696 yılında ihraç edildi ve önemli bir gelir kapısı oluşturdu. Gelirde görülen artışa paralel olarak üretici sayısında görülen artışla birlikte tütün ekimi ülke çapında hızla yayıldı.

 

Osmanlı'nın İlk Dış Borcu

 

1768-1774 yılları arasında yapılan Osmanlı-Rus Savaşı'nda Osmanlı Devleti yenik düştü. İki devlet arasında 1774 tarihinde imzalanan Küçük Kaynarca Antlaşması ile Kırım'a bağımsızlığı verildi. Rusya aslında Kırım'ı kendi topraklarına katmak istiyordu ve 1783 tarihinde bu amacına ulaştı. Kırımı tekrar geri almak isteyen Osmanlı Devleti ile Rusya arasında 1853-1856 yılları arasında Kırım Savaşı yaşandı. Rusya'yı Avrupa ve Akdeniz'den uzak tutmak isteyen İngiltere ve Fransa bu savaşta Osmanlı tarafında yer aldı.

 

Sonuçta, kağıt üzerinde bu savaştan galip çıkan Osmanlı Devleti, aslında bu savaştan büyük bir zararla çıktı. Zayıflayan ekonomisi nedeniyle, çok pahalı olan bu savaşı yürütebilmek için 1854 yılında ilk dış borcunu aldı. Kötüye giden mali konuları düzeltmek amacıyla 1859 yılında İngiltere ve Fransa'dan bürokratlar getirtildi. Tıpkı günümüzde IMF uzmanlarıyla ekonomiye çözüm aranması gibi!

 

Osmanlı Devleti ile Fransa ve İngiltere arasında imzalanan Ticaret Antlaşmasıyla tütün ithalatı yasaklanarak, tütün için ilk defa 1862 yılında "inhisar = TEKEL" kuruldu, tütün işleri devletleştirildi. Tüm çabalara karşın mali durum bir türlü düzeltilemeyince savaş sonrasında da borçlanma sürdürüldü. 1874 yılına kadar 15 ayrı dış borçlanma yapıldı. Osmanlı Devleti, yaşanan her ekonomik sıkıntıda dış borç almayı alışkanlık haline getirdi.

 

Düyun-u Umumiye İdaresi ve Reji Şirketi Kuruluyor

 

Osmanlı Devleti aldığı borçları verimli kullanamadı. Borçlarının anaparasını ödeyemediği gibi faizlerini de ödeyemez duruma geldi. 1874 yılında devlet iflasın eşiğine geldi. Çıkarılan bir kararname ile Osmanlı Devleti vadesi gelen borç taksitlerinin ancak yarısını ödeyeceğini açıkladı. Ancak, bu sözünü de yerine getiremedi.

 

Osmanlı Devleti, 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı sırasında yeni bir mali krize sürüklendi. Yenilgi sonrasında, savaş tazminatı olarak 35 milyon Osmanlı lirası ödemesi kabul edildi. Bu gelişmeler neticesinde Osmanlı Devleti, İngiliz ve Fransızların 1863 yılında kurdukları Osmanlı Bankası (2001 yılında Garanti Bankası'na katıldı) ile Galata Bankerleri'nden aldığı iç borçları da ödeyemeyeceğini açıkladı. Sonuçta alacaklılarla masaya oturan Osmanlı Devleti, 1879 yılında çıkarılan Rüsumu Sitte kararnamesiyle damga, alkollü içki, balık avı, tuz ve tütünden alınan vergi gelirlerini 10 yıl boyunca iç borçlarının karşılığı olarak alacaklılara bıraktı.

 

Osmanlı'dan alacaklı olan Avrupa devletleri bu uzlaşıya karşı çıktılar ve sonuç olarak damga, alkollü içki, balık avı, tuz, tütün ve ipekten alınan vergileri toplama ve alacaklılara ödeme yapma görevi 1881 yılında Muharrem Kararnamesi ile kurulan Düyun-u Umumiye (= Genel Borçlar) İdaresi'ne verildi. Osmanlı tütünlerinin ve gelirlerinin idaresi Avusturya, Almanya, İngiltere ve Fransa kökenli yabancı sermaye ile 1883 yılında kurulan ve Nisan 1884'te faaliyete geçen Reji Şirketi'ne 30 yıl süreyle devredildi. 1884 yılında Cibali ve İzmir Sigara Fabrikaları, 1895'te Adana Sigara Fabrikası ve 1897'de Samsun Sigara Fabrikası kuruldu.

 

Kuruluşundan itibaren ilk üç yıl zarar eden Reji Şirketi, kaçakçılığını öne sürerek silahlı kolluk güçleri oluşturdu. Kolcular, tütün kaçakçılığını önlemek bahanesiyle halka türlü işkenceler yaptı ve sonu ölümle biten pek çok silahlı çatışmada yer aldı. Kolcular köylerde, Reji patronları ise sigara imalathanelerinde çalışanlar üzerinde tam bir sömürü düzeni kurdular. Reji Şirketi'nin topraklarımızda görev yaptığı 42 yıl boyunca 60 bin insanımız yaşamını yitirdi. Yapılan bu baskılar üzerine Osmanlı tarihinin ilk grevleri başladı. 1906 yılında Cibali'de 3 bin kişi, 1908'de Kavala-Drama'da 12 bin kişi ve Samsun vilayetinde binlerce kişi Reji İdaresi'ni protesto mitingleri düzenlediler.

 

1911 yılında Reji Şirketi'nin kaldırılması ve 7 yıl süre ile bir "Devlet İnhisarı"nın kurulması kararlaştırıldı. Bunun üzerine 1912 yılında bir "Tütün Tekeli" kanun tasarısı hazırlandı. Ancak Trablusgarp ve Balkan Savaşlarının başlaması ile yeni mali zorlukların ortaya çıkması sonucu, Reji Şirketi'nin Osmanlı Devleti'ne 1,5 milyon Osmanlı lirası borç vermesi koşuluyla şirket ayrıcalıkları 1914 yılından itibaren 15 yıl süreyle yine uzatıldı.

 

Düyun-u Umumiye ve Reji'ye Son Veriliyor

 

Birinci Dünya Savaşı sonrasında İtilaf Devletleri ile Türkiye arasında 1923 yılında imzalanan Lozan Antlaşması ile Osmanlı Devleti'ni yarı sömürge seviyesine indiren Düyun-u Umumiye İdaresi'nin vergi gelirlerini denetlemesi sona erdirildi. Bu kurum sadece borçların alacaklılara paylaştırılması görevini sürdürmeye devam etti.

 

Lozan Antlaşması ile Osmanlı Devleti'nin borçları Osmanlı toprakları üzerinde kurulan devletlere bölüştürüldü. En büyük borç yükü Türkiye'ye verildi. Türkiye, Düyun-u Umumiye İdaresi'ne olan borcun son taksitini, Osmanlının ilk dış borcunu almasından tam bir yüz yıl sonra 1954 yılında ödedi.

 

Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin kurulmasının ardından 1925 yılında Reji Şirketi 4 milyon liraya satın alınarak tüm hak ve yükümlülükleri devlete devredildi.

 

Reji Şirketi, kaldırılmasından bir yıl önce, 1924 yılında 4 bin ton-10 milyon liralık tütün satabilmişken, devletleştirildikten bir yıl sonra, 1926 yılında 9 bin ton tütün satıldı. 1928 yılında tütün satışının devlete kazandırdığı net kazanç 22 milyon lira oldu. Reji Şirketi'nin faaliyetini sürdürdüğü 30 yıl boyunca Osmanlı Devleti'ne ödediği para sadece 1,5 milyar liradır, kazancını sürekli Osmanlı'dan saklamıştır.

 

Genç Cumhuriyet KİT'lerle Kalkınıyor

 

16. yüzyıldan beri az gelişmiş dünyayı emperyalist emellerle sömürmüş ve sanayi devrimini yapmış, güçlü sermaye birikimi olan Avrupa ülkeleriyle boy ölçüşebilecek bir ülke yaratabilmek amacıyla Osmanlı'nın yıllarca ihmal ettiği Anadolu'nun artık tarım topluluğu olarak kalmamasına karar verilerek KİT'ler (Kamu İktisadi Teşekkülleri) kurulmaya başlandı.

 

Bölgesel kalkınmayı sağlamak, gelir dağılımındaki dengesizliği gidermek amacıyla KİT'ler aktif bir şekilde birbiri ardına faaliyete geçirildi. Bu girişimler sonucu kısa sürede gelişen Türk tütüncülüğü hak ettiği yere gelerek Amerika'ya sigara ihracatına başlandı. Anadolu insanı artık Reji Şirketi için değil, kendi ülkesi için çalışıyordu.

 

Tütün, alkollü içkiler, tuz, barut ve patlayıcı maddelerle ilgili "inhisar-TEKEL" hizmetlerini yürütme görevi 1932 yılında kurulan İnhisarlar Umum Müdürlüğü'ne verildi.

 

Gözler TEKEL'in Üzerinde

 

1925 yılında Reji Şirketi'ne son verilmesi ve yerine devlet tekelinin kurulmasından sona bile batılı şirketler ve yerli işbirlikçileri tütünün ekimini, denetimini ve pazarlamasını tekrar ellerine geçirme hayal ve umutlarını hiç kaybetmediler. Ta ki İsmet Paşa'nın 8 Kasım 1928'de TBMM'de yaptığı konuşmaya kadar. İsmet Paşa özetle, "… Beş yıl önce ülkeye 4-5 milyon lira gelir bırakan Reji, devlet elinde, içinde bulunduğumuz yılın gelirini 22 milyona bağlamak durumundadır. Görülüyor ki, devlet tekeli konusu bizim için çözüme kavuşturulmuştur. Durum böyle iken, TEKEL'in geleceğinin belirsiz olacağı sanısı ile yararlı çalışmaları sekteye uğratmak anlamsız ve zararlı oluyor." diyordu.

 

Bu sözler üzerine, TEKEL üzerinde arzu ve emelleri olan yabancıların ve onların yerli işbirlikçilerinin umutları kırıldı, ama hiçbir zaman tükenmedi.

 

Çokuluslu Sigara Şirketleri Dünya Pazarlarını Ele Geçiriyor

 

Tütün, sadece 120 ülkede üretilen, ama dünyanın her köşesinde tüketilen cazip bir tarım ürünüdür. İkinci Dünya Savaşı'na kadar Avrupa ülkelerinde tüketilen sigaraların %90'ı, ülkemizde de yaygın olarak üretilen şark tipi tütünlerden üretiliyordu. Savaş süresince Amerikan askerleri vasıtasıyla Amerikan kökenli Virginia ve Burley tütünlerinin ağırlıklı olduğu sigaralar Avrupa'da yaygınlaştırılmaya çalışıldı. Bu amaçla, Amerikan uçaklarının Avrupa'ya attığı yardım paketlerinden Amerikan harmanı sigaralar çıkıyordu. Savaş sonrasında da bu politika devam ettirildi. Avrupa ülkelerinde Amerikan sigaraları çok ucuza ve hatta bazen bedava dağıtılmaya devam edildi.

 

1965 yılına kadar birçok ülke tütün-sigara üretim ve ticaretini devlet tekelleri aracılığıyla yapıyor ve kontrol altında tutuyorlardı. Ancak, bu yıllarda bağımlılık yapıcı özelliği gizli olarak kuvvetlendirilmiş sigaralar dünya pazarlarında görülmeye başlandı. Bu bağımlılığın nikotin bağımlılığı temelinde gerçekleştirildiği günümüzde kanıtlanmış durumdadır.

 

Philip Morris, R.J. Reynolds ve British American Tobacco bu yolla 35 yıl gibi kısa bir sürede dünya sigara pazarının 2/3'sini ele geçirdiler. Bu üç çokuluslu sigara şirketinin 1974 yılına kadar pazarlarına resmi olarak giremediği sadece dört ülke kalmıştı; İtalya, Fransa, Avusturya ve Türkiye. İlerleyen süreçte diğer üç ülke direnemedi. Geriye bir tek Türkiye kalmıştı!

 

Çokuluslu sigara şirketleri devlet tekeli ile korunan ülkelerin pazarına girmek için çeşitli yöntemler kullanıyorlardı. Öncelikle kaçakçılığı teşvik ediyor, tütün kullanıcılarını kendi ürünlerinin damak tadına alıştırıyor, ardından da sigara ithalatının serbest bırakılması amacıyla ulus devlet hükümetlerine kendi hükümetleri, IMF, Dünya Bankası ve Dünya Ticaret Örgütü gibi uluslararası finans kuruluşları aracılığıyla baskı yapıyorlardı. Bunların yanında lobi faaliyetleri ile ülke içinde tanınmış yerli sanayiciler ya da devlet tekeli ile ortaklıklar oluşturuyorlar, aşırı reklam kampanyaları ve çeşitli sosyal etkinliklere sponsor olarak tüketici kitlelerini genişletiyor, reklam yasaklarını kaldırmaya ya da yasakların konmasını tehditle engellemeye çalışıyor, bulundukları ülkeye ileri teknoloji getirmek, istihdam sağlamak ve ülkeye vergi geliri artışı sağlayacağı vaatleriyle artık devlet tekeline gerek kalmadığı gerekçeleriyle özelleştirilmesi için baskı yapıyorlardı.

 

Bu vaatlerde bulunan çokuluslu sigara devleri, ülkeye girdikten sonra ise hükümetten vergi indirimi talep ediyorlar, vergi indirimi gerçekleşmez ise uluslararası suç örgütleriyle birlikte sigara kaçakçılığı yaparak vergi kaçırıyorlardı.

 

Amerikan Sigaraları Türkiye Pazarında

 

Çokuluslu sigara şirketleri 1970'lerin başında mafya marifetiyle Amerikan sigaralarını yurdumuza kaçak yollarla soktular. Türk sigara tüketicisinin damak zevkinin Amerikan tütünlerine doğru değiştirilmesi gerekiyordu ve bu konuda büyük ölçüde başarı sağladılar. Türkiye'yi önce mafya ile muhatap edenler, bu kez bizi mafyadan kurtarmak için devreye girdiler ve vergi kaybımızın olduğunu ileri sürüp, sigara ithal yasağının kaldırılmasını talep ederek, kaybolan vergi gelirlerinin de böylelikle hazineye kalacağını belirttiler.

 

Tütünümüzü, Üreticimizi ve TEKEL'i Yok Edecek Politikalar Başlıyor

 

İlk olarak 1979 yılında Süleyman Demirel hükümetinin programında yerli ve yabancı özel teşebbüse sigara üretimi ve dağıtımı izni verileceği belirtildi. Gerekçe olarak da çokuluslu sigara şirketlerinin istekleri doğrultusunda sigara kaçakçılığının ve döviz kaybının önlenmesi gösterildi. TEKEL yatırımları 1980 sonrasında yavaşlatıldı, 1984 yılında tamamıyla durduruldu. Amaç, TEKEL'in boşalttığı alana çokuluslu şirketleri ve yabancı sigaraları doldurmaktı.

 

1983 yılında sigara sektöründe ilk kez TEKEL haricinde, hisselerinin çoğunluğu Rothmans Şirketi'ne azınlık hisseleri ise Bitlis'teki girişimcilere ait olan ve üreteceği sigaraları ihraç etmesi şartıyla "Bitlis Entegre Sanayi AŞ-BEST"  kuruldu. 1988 yılında TEKEL %25 hisse ile bu kuruluşa ortak edildi ve BEST tarafından üretilen sigaraların yurt içinde pazarlanmasına izin verildi.

 

1984 yılında yabancı sigara ithalat yasağı kaldırıldı. 1985 yılında TEKEL'e Düzce, Gönen, Hendek ve Trakya'da yabancı tütün ürettirildi.

 

1986 yılında TBMM görüşmelerinde 3291 sayılı KİT Özelleştirme Kanunu, Merkez Bankası Değişikliği Kanunu'na eklenerek sabaha karşı saat 03:00'de oldu bittiye getirilerek kabul edildi. Bununla Türk tütünü tekeli kaldırıldı ve tütüncülüğümüz tarihinin ikinci ağır darbesini aldı. Yerli ve yabancı sermayenin TEKEL ile ortaklık kurarak tütün mamulleri üretmelerine imkan tanındı.

 

1988 yılında yabancı tütün ithal yasağı kaldırıldı.

 

1989 yılında %85 oranında Amerikan, %15 oranında Türk tütününün kullanıldığı Tekel 2000 sigarası üretilerek, kapılar sonuna kadar Amerikan tütününe açılmış oldu.

 

1990 tarihinde DPT'den izin alan Philip Morris-Sabancı Holding birlikte İzmir-Torbalı'da Philsa Sigara Fabrikası'nı kurmaya başladı.

 

1991 yılında TEKEL'in katılımı olmaksızın tütün mamullerinin üretimine izin verildi.

 

1992 yılında Philsa Sigara Fabrikası Torbalı'da üretime başladı. Aynı yıl, çokuluslu sigara şirketi R.J. Reynolds (2000 yılında JTI tarafından satın alındı) da Torbalı'da üretime başladı.  Yine aynı yıl Düzce, Adapazarı, Gönen ve Kırklareli'nde özel sektör tarafından Amerikan kökenli tütünlerin üretimine yaygın olarak başlandı.

 

1995 yılında TEKEL'in Amerikan sigaralarıyla rekabet etmesi için Tekel 2001 sigarasının üretimi yapıldı. Tekel 2000 sigarasında olduğu gibi bu sigarada da %85 Amerikan, %15 Türk tütünü kullanıldı. Tütün ihracatçısı Türkiye, daha fazla tütün ithal eder duruma geldi.

 

1993, 1994 ve 1996 yıllarında görev yapan Çiller hükümeti Türk tütününe kota koydu, yabancı tütüne teşvik verdi! Çiller'den sonra görevi devralan Refah Partisi'de 1996 yılında aynı uygulamayı sürdürdü!

 

1997 yılında BEST, üretim tesislerini TEKEL'e satarak üretim faaliyetinden çekildi. Aynı yıl TEKEL'in kendine ait sigara markaları, fabrikaları ve diğer varlıklarını tahsis etmek suretiyle ortaklıklar kurulabileceği yönünde Bakanlar Kurulu Kararı yayımlandı. İlk Meclisin kovduğu yabancı tekeller, Meclisimizin bu kararıyla yeniden Anadolu topraklarına adım attılar. Yeni hedefleri, ülkemizde sigara fabrikaları kurarak tütün ve sigara pazarını tümüyle ele geçirmekti ve bu amaçla Sakıp Sabancı ile ortak olarak ilk fabrikalarını İzmir'de kurdular.

 

Ülkemizde faaliyet gösteren çok uluslu sigara şirketleri, kendilerine sağlanan tüm olanaklara karşın pazar paylarını %17'lerin üzerine bir türlü çıkaramayınca sıra en son hedeflerine geldi; TEKEL'in özelleştirilmesi ve pazarın şirketler arasında paylaşılması!

 

DSP, MHP ve ANAP koalisyon hükümeti tarafından 2001 yılında çıkarılan, ancak Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'in vetosu sonucu 2002 yılında yürürlüğe giren 4733 sayılı Tütün Yasası ile alanı düzenleyici ve denetleyici kurum olarak "Tütün, Tütün Mamulleri ve Alkollü İçkiler Piyasası Düzenleme Kurumu (TAPDK)" kuruldu. TEKEL'e ait sigara fabrikaları birbiri ardına kapatılırken, TAPDK'nın yaptığı düzenlemeler sonucu 2002 yılında British American Tobacco (BAT), 2004 yılında EUROPEAN ve 2005 yılında da IMPERIAL firmaları sigara sektöründe üretime başladı.

 

Özelleştirme Halkımıza Nasıl Anlatıldı

 

Ülkemizde özelleştirme süreci öyle mantık dışı ve akıl almaz suçlamalarla dayatıldı ki, özelleştirmeye karşıyım demek isteyen vatandaş adeta vatan haini damgasını yemekten korktu ve diyemedi.

 

Sabah gazetesinde 1994 yılında yazdığı bir yazısında iktisat profesörü Asaf Savaş Akat, özelleştirmelere karşı çıkacakları daha ilk adımda şöyle suçluyordu; "… Özelleştirmeye karşı çıkanların aslında Türkiye'nin demokratikleştirilmesini engellemeye çalıştıkları sonucu ortaya çıkıyor." Bu açıklamaya göre demokrasinin beşiği olarak bilinen İngiltere'de Başbakan Clement Attlee (1945-1951), Başbakan Harold Wilson (1964-1969), Başbakan James Callaghan (1974-1979) demokrat değillerdi, çünkü bu başbakanlar özelleştirmeyi değil devletleştirmeyi uygulamışlardı.

 

Zamanın İzmir Anakent Belediye Başkanı Burhan Özfatura özelleştirmeye karşı çıkacaklara, işi daha da ileri götürerek şu suçlamada bulunuyordu; "KİT'ler bir hırsızlık yuvasıdır. Özelleşmeye karşı çıkmak, hırsızlık ve sömürü düzeninin devamını istemektir." Şayet Asaf Savaş Akat ve Burhan Özfatura, kamu kurumlarını hedef alan bu sözlerini özelleştirmenin en şiddetli uygulandığı bir ülkede söyleseler, özelleştirmeden yana olanlarca dahi ayıplanırlardı.

 

DYP-SHP koalisyon hükümetinin başbakanı Tansu Çiller, özelleştirmeyi nasıl uygulayacaklarını halka şöyle anlatıyordu; "Ya olacak, ya olacak." Çiller'in sağ kolu Necmettin Cevheri'nin üslubu ise şöyleydi; "Kellemiz gitse de özelleştirme yapılacak."

 

Türkiye'nin en büyük işverenlerinden biri olan Sakıp Sabancı, İstanbul Sanayi Odası'nda yaptığı ve televizyondan yayınlanan konuşmasında masayı yumruklayarak şöyle haykırıyordu; "KİT'ler canavardır, özelleştirmeye karşı çıkan da vatan hainidir!"

 

Dolayısıyla vatandaş Türkiye'nin demokratikleşmesi önünde bir engel olmak istemedi. Hırsızlık yuvası olarak tanıtılan yere tabi ki sahip çıkamazdı, ya kendisi de hırsız damgası yerse! Zaten özelleştirme mutlaka yapılması gereken bir şeydi, koca bakan kellesini ortaya koymuştu. Hele hele vatandaş özelleştirmeye hayır deyip de vatan haini olmak hiç mi hiç istemezdi.

 

İşi İleri Götürenler Ödül Aldı

 

Ekim 1994'te özelleştirme işlerini yürütmek üzere kurulmuş Kamu Ortaklığı İdaresi'nin Başkanı Tezcan Yaramancı, Anayasa Mahkemesi'nin oybirliği ile verdiği iptal kararını hiçe sayarak, Ereğli Demir Çelik Fabrikalarının hisselerinin %51,66'sını, "Kaça satarsanız satın, kabul ediyoruz" kaydıyla bir İngiliz firmasına devretti. Bu yasadışı satışı gerçekleştirmek üzere, hisse senetleri çantasında, İngiltere'ye uçmadan önce havaalanında gazetecilere konuşan Tezcan Yaramancı, "Anayasa Mahkemesi kararları bizi bağlamaz!" diyerek, açıktan meydan okuyordu.

 

Özelleştirmenin öncülüğünü yapmış İngiltere'de bile böyle bir kanunsuzluğun olması mümkün değildi. Ancak, aynı İngiltere, 20 Nisan 1996 tarihinde, İstanbul'da, büyük bir törenle, Tezcan Yaramancı'ya İngiltere'nin en önemli unvanlarından birini, "Britanya İmparatorluğu'nun Şeref Kumandanı" unvanını vererek bir de madalya taktı.

 

Şimdi de başımızda "BABALAR GİBİ" her şeyi satacağını söyleyen, "BEN ÜLKEMİ PAZARLAMAKLA MÜKELLEFİM" diyebilen yöneticilerimiz var.

 

Peki KİT'ler Konusunda Şu Gerçekler Biliniyor Mu?

 

Yukarıda sayılan ve gerçeği kesinlikle yansıtmayan onca haksız söylemden sonra KİT'ler hakkında bazı gerçeklerin de bilinmesi gerekiyor.

 

KİT'ler vergi kaçırmazlar. KİT'ler SSK primi kaçırmazlar. KİT'ler kaçak işçi çalıştırmazlar. KİT'lerin özelleştirilmesinin zeminini hazırlayan haksız söylemlerin ortalarda uçuştuğu dönemlere denk gelen 12 Mayıs 1994 tarihinde, Çalışma Bakanı Moğultay, SSK prim alacaklarının gecikme zamlarıyla birlikte 15,5 trilyon liraya ulaştığını belirterek, dökümü şöyle veriyordu; belediyelerin borcu 6,6 trilyon lira, KİT'lerin borcu 1,3 trilyon lira, özel sektörün borcu 7,6 trilyon lira. Ayrıca şu da bir ülkemiz gerçeğidir; özel sektörde çalışan işçilerin çoğu asgari ücretle çalışır gösterilmektedir. Şimdi sormak gerekiyor: o kaba söylemlerde geçtiği üzere burada hırsız KİT'ler mi oluyor?

 

KİT'ler hayali ihracat yapmazlar. TEKEL'in ve tütüncülüğümüzün sonunu hazırlayan düzenlemelerin birbiri ardına yapılmaya başlandığı ANAP iktidarını kapsayan 1983-1991 yılları arasında 256 özel sektör firması hayali ihracat adı altında Türk halkının 500 trilyon lirasını çaldılar. Yine düşününüz! KİT'leri savunmak "vatan hainliği" mi oluyor?

 

KİT'ler "zarardayım" diyerek, bazı borçlarının silinmesi konusunda bankalarla pazarlık etmezler. Yine 1994'lere dönersek, dönemin Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği Başkanı Yalım Erez, "Eğer önlem alınmazsa, Haziran sonunda, sanayici bankaya olan kredi borcunu ödemeyecek" tehdidinde bulunuyordu. KİT'leri kötülemek, bu tehditleri mi savunmak Türkiye'nin demokratikleşmesi oluyor?

 

Başarısız KİT'ler ya kapatılsın ya da özelleştirilsin propagandası yapanlar, başarısız özel sektörü devletin kurtarmasını bekliyorlar! Bunlar hem devletçiliğe hem de KİT'lere karşılar, ama kendi kuruluşları zarar edince hemen devletten yardım beklerler.

 

Özel sektör, sadece kazancı yüksek cazip bölgelere yatırım yapar. Devlet ise KİT'leri kurarken bölgesel dengeleri düşünür. Bu nedenle KİT'ler öncelikle halka hizmeti hedefler, şirket gibi kazanmayı değil!

 

TEKEL'in Özelleştirilme Süreci 4 Bakanımızı İstifa Ettirdi

 

1980 askeri darbesi sonrası ülkemizde hızla uygulamaya konan neoliberal politikaların uygulanmasının ortaya çıkardığı sorunlardan sadece bir tanesidir, TEKEL ve tütünümüzün içinde bulunduğu durum.

 

Bu süre zarfında TEKEL'in özelleştirilmesine, tütün ve sigara pazarının çokuluslu şirketlere açılmasına karşı çıkan Ulusu hükümetinin Gümrük ve Tekel Bakanı Recai Baturalp, Özal'ın ilk Gümrük ve Tekel Bakanı Vural Arıkan, 1989 yılında dönemin Sağlık Bakanı Bülent Akarcalı ve Bülent Ecevit'in Başbakan, Mesut Yılmaz'ın Başbakan Yardımcısı olduğu hükümette Devlet Bakanı olarak görev yapan Yüksel Yalova bakanlıklarından oldular.

 

TEKEL'in Sadece Adı "TEKEL" İdi

 

Tekel'in özelleştirildiği süreçte Amerikan çokuluslu sigara şirketi Philip Morris'in ülkemizdeki pazar payı %42 iken, Tekel'in payı artık %33'lere gerilemişti. Yine o dönemde Tekel hariç 50 şirket tütün ticareti yetki belgesine sahipti, 15 şirket tütün ürettirmek için sözleşme yapabiliyordu, 16 şirket tütün alımı yapabiliyordu, 10 şirketin tütün işleme tesisi vardı, 17 şirket tütün ihracatı yapabiliyordu. 2007 yılında yaprak tütün alımının %65'ini özel sektör yaptı.

 

Amerika'nın keşfinden bu yana devletlerin, çokuluslu şirketlerin ve kapitalizmin kaleleri IMF, Dünya Bankası ve Dünya Ticaret Örgütü'nün sürekli gündemini meşgul eden tütün ve tütün mamullerinin üretim ve ticareti ülkemizde serbest hale gelince her şey daha mı iyi oldu, bir bakalım!

 

Devlet Denetleme Kurulu Raporu'ndan

 

Cumhurbaşkanlığı Devlet Denetleme Kurulu Raporu 11 Nisan 2006 tarihinde yayımlandı. Çok ilginçtir ki, tütün ve sigara sektörüyle ilgili olarak AKP hükümetinin göremediği birçok noktanın altı bu raporda çizilmiştir.

 

Kısaca özetlersek; tütün üreticisi sayısının ve tütün üretim miktarının düştüğü, tütün fiyatlarının artan girdi fiyatlarının gerisinde kaldığı, tütün tarımından boşalan araziler üzerinde kentleşmenin yayıldığı, sözleşmeli üretimde birçok üreticinin mağdur olduğu, tütün üreticisinin şirketlere karşı örgütlenmesinin gerekliliği, tütünün AB'de olduğu gibi kg başına primle desteklenmesi gerektiği, yine AB'de olduğu gibi ürününü satamayan üreticiden ürününü alacak bir kuruluş olması gerektiği, tütün sektöründe güçlü bir kamu denetim ve gözetiminin olması gerektiği açıkça vurgulanıyordu.

 

Raporda sigara sektörü ile ilgili olarak da yerli tütünden ziyade Amerikan tütünüyle yapılan sigaraların tüketiminin arttığı, nüfusumuzun artmasına karşın sigara tüketiminde düşme görüldüğü, bunun da ülkemize kaçak sigara girdiğini gösterdiği açıkça ortaya konmaktadır. Rapordaki tespitler de öneriler de tam doğruydu! Ama anlayana!

 

TEKEL'in Özelleştirilmesine Başlanıyor

 

TEKEL, 2001 yılında Özelleştirme Yüksek Kurulu'nun (ÖYK) 2001/06 sayılı kararıyla özelleştirme kapsam ve programına alındı. ÖYK'nun 05.02.2002 tarih ve 2002/06 sayılı Kararı ile özelleştirme stratejisi yeniden belirlendi. TEKEL'in alkollü içkiler ve sigara bölümleri 05.06.2003 tarihinde anonim şirkete dönüştürüldü ve iki gün sonra 07.06.2003 tarihinde ihale için ilana çıkıldı.

 

TEKEL Alkollü İçkiler San. ve Tic. AŞ'nin Özelleştirilmesi ve Sonrası

 

TEKEL'in bağlı ortaklığı Alkollü İçkiler San. ve Tic. AŞ'nin ihalesi Kasım 2003 tarihinde gerçekleştirildi. 23.12.2003 tarih ve 25325 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan 2003/85 sayılı ÖYK Kararıyla Nurol-Limak-Özaltın-Tütsab Ortak Girişim Grubu üyelerinin ihale şartnamesi çerçevesinde kuracağı anonim şirkete 292 milyon dolar bedelle satıldı. Bu kapsamda kurulan MEY AŞ'ye hisse devir işlemleri de 24.02.2004 tarihinde gerçekleştirildi. Böylelikle TEKEL Alkollü İçkiler San. ve Tic. AŞ'nin özelleştirilmesi ihale ilanına çıkış tarihinden 8 ay sonra tamamlanmış oldu. Devir işleminin üzerinden sadece 2 yıl kadar sonra MEY AŞ bu kez bir Amerikan yatırım şirketi olan Texas Pasific firmasına %90 hissesini 810 milyon dolar bedelle sattı.

 

ÖİB TEKEL'den cari hesabını 01.10.2003 tarihi itibarıyla kesmesini istedi. Alkollü İçkiler San. ve Tic. AŞ'nin 31.12.2003 tarihli bilançosu ve gelir tablosu, bu şirketin özelleştirme sonucu devredildiği 27.02.2004 tarihinden sonra, 10.03.2004 tarihinde ancak çıkartılabildi. Alkollü İçkiler San. ve Tic. AŞ her yıl olduğu gibi özelleştirildiği yıl da ertesi yıl ihtiyacı için üzüm, anason ve alkol gibi parasal tutarı büyük düzeye ulaşan yatırımlar yapmıştı. Ayrıca şirketin devam eden yatırımları nedeniyle hak ediş ödemeleri sürdü.

 

Cari hesabın ÖİB'nın talimatı doğrultusunda tasfiye edilmemesi, şirketin faaliyetlerinin TEKEL'e borç olarak yansıtılmasına neden olmuş ve TEKEL aleyhine zarar oluşturmuştu. Şayet Alkollü İçkiler San. ve Tic. AŞ 27.02.2004 tarihinden iki gün önce MEY AŞ'ye devredilmiş olsa TEKEL AŞ açısından 11 trilyon liralık borç alıcı tarafından yüklenilmiş olacaktı. Alkollü İçkiler San. ve Tic. AŞ ihaleye çıktığı 05.06.2003 tarihindeki stok hesapları 113,7 trilyon lira iken, devredildiği 27.02.2004 tarihindeki stok hesapları 177,5 trilyona ulaşmıştı.

 

Yine, Alkollü İçkiler San. ve Tic. AŞ'nin 2003 yılının ilk 9 aylık faaliyetlerinden elde edilen hasılat 600 milyon dolardır. Bu şirketin 292 milyon dolara satılması ve yukarıdaki örnekler bizlere Alkollü İçkiler San. ve Tic. AŞ'nin alıcılarına adeta hediye edildiğini göstermektedir.

 

TEKEL'in alkollü içkiler bölümünün özelleştirilmesi sonucunda MEY AŞ'ye 17 fabrika devredildi. 2009 yılına geldiğimizde ise bu fabrikalardan sadece 9 adeti çalışmaktadır. Örneğin Çanakkale Kanyak fabrikası için gereken üzümün üretilmesi için devlet bu yörede kanyak yapımına daha uygun Karasakız çeşidi üzüm bağlarının tesis edilmesini desteklemişti. Özelleştirme sonrasında bu fabrikanın da üretimine diğerleri gibi son verildi. Üzüm üreticilerinin bir kısmı üretimde koptu. Kalanların bir kısmı bağlarını sökerek başka ürünlere yöneldiler, diğerleri ise Tarım ve Köyişleri Bakanlığı'nın teşvikiyle sofralık üzüm bağları tesisine yöneldiler. Ancak, sofralık üzümün pazarlanmasındaki sorunlar nedeniyle bu üreticiler de perişan. Oysa şaraplık üzüm üretimine yönlendirilseler, yörede yaygın şarap üreticiliği dolayısıyla ürünlerini daha kolay pazarlayabileceklerdi. Ne yazık ki devletin yönlendirmesine ne zaman inansalar hep zarar ettiler. Özelleştirmenin en büyük olumsuzlukları üreticilere yansımış oldu.

 

İhale öncesinde alkollü içkiler bölümünde 3.631 işçi çalışmaktaydı. Hisse devri sırasında MEY AŞ bünyesine 1.700 işçi geçti. 2009 yılında MEY AŞ bünyesinde çalışan işçi sayısı 323'e kadar geriledi.

 

Sigara Üretim Biriminin Özelleştirilmesi ve Sonrası

 

ÖYK'nun 2001/06 sayılı Kararı ile özelleştirme kapsam ve programına alınan TEKEL'in sigara bölümünün özelleştirilmesi için de 07.06.2003 tarihinde ihaleye çıkıldı. Hisselerinin %65'i Japon devletine ait olan Japan Tobacco International (JTI) tarafından verilen 1 milyar 150 milyon dolarlık teklif yetersiz bulunarak ihale 11.11.2003 tarihinde iptal edildi. 2005 yılında yapılan ikinci ihalede ise hiçbir firma teklif vermedi.

 

AKP hükümeti TEKEL'in sigara üretim biriminin özelleştirilmesi sürecini 26 Ekim 2007 tarihinde üçüncü kez başlattı. TEKEL'in sigara bölümüyle ilgili olarak 22.02.2008 tarihinde gerçekleştirilen ihalede en yüksek teklifi veren British American Tobacco (BAT) firmasına 1 milyar 720 milyon dolara satıldı.

 

TEKEL'in özelleştirme kapsamına alındığı 2001 yılında 477.829 tütün üreticisi varken, Tütün Kanunu'nun yürürlüğe girdiği 2002 yılında üretici sayısı 402.899'a geriledi. Sözleşmeli üretim yapan üretici sayısının 2008 yılında 194.282 kişiye gerilediği Tütün ve Alkol Piyasası Düzenleme Kurumu verilerinden anlaşılmaktadır. Özelleştirme, tütün üreticileri sayısı yanında tütün alımını da olumsuz etkiledi. 2002 yılında 159.521 ton olan tütün alımı 2008 yılında 74.584 tona geriledi.

 

TEKEL'in 2001 yılındaki sigara pazar payı %70 civarında iken 2008 yılında %30'lara düştü. Sektörün yabancıların rekabetine açılmasından sonra TEKEL'in kaybettiği pazar payı, özelleştirme programına alındığı süreçte kaybettiğinden çok daha az olmuştu. Tütün Kanunu'na eklenen geçici maddelerle 2004 yılından itibaren Hazine adına TEKEL sözleşmeli üretim yaptırdı. Ancak artık sigara üretim faaliyetinden tamamıyla çekildiğinden tütün alım ve işleme faaliyetine devam edip etmeyeceği belirsizliğini korumaktadır.

 

TEKEL'in özelleştirilmesi üretici sayısındaki gerilemenin yanında TEKEL'in istihdam yapısını da son derece olumsuz bir şekilde etkiledi. TEKEL bünyesinde 2001 yılında 30.124 işçi çalışırken, önce alkollü içkiler ardından da sigara biriminin özelleştirilmesi sonucunda çalışan işçi sayısı 12 bin civarına geriledi.

 

Özelleştirme programına alındığında 110 yaprak tütün işyeri, 6 sigara fabrikası, 19 alkollü içki üretim tesisi, 84 pazarlama müdürlüğü, 10 tuz işletmesi, bir kibrit fabrikası, bir ambalaj fabrikası ve bir sung ipek, viskoz fabrikası olan TEKEL, 2009 yılına gelindiğinde 57 yaprak tütün işyeri, 2 tuz işletmesi ve bir ambalaj fabrikası olan işletmeye döndü.

 

TEKEL'in sigara bölümünü alan şirket zaten Tokat ve Ballıca'daki fabrikaları açık tutacağını beyan etmiş ve üretimini bu iki fabrika ile sağlamıştı. Bunlardan yaklaşık 2 bin kişinin çalıştığı Tokat Sigara Fabrikası da geçtiğimiz günlerde kapandı. TEKEL'in özelleştirilmesi öncesi sayıları beşyüzü bulan bilim insanları özelleştirme karşıtı imza kampanyası başlatmıştı. Ne yazık ki bu imza kampanyası içinde Tokat Gazi Osman Paşa Üniversitesi'nden tek bir bilim insanı yer almamıştı. Halkın desteği olmayınca da ülkemizin üretim noktaları teker teker susturuluyor. Oysa TEKEL, işletmelerinin bulunduğu bölgelerde çoğu kez tek sanayi kuruluşu olarak çalışmıştı, sadece işçisine değil, çevre esnafına da ekonomik gelişme fırsatı sunmuştu.

 

Sonuç

 

TEKEL'in hem alkollü içki hem de sigara bölümlerinin özelleştirilmesi ülkemizde yaşanan yabancılaşma hareketine örnektir. Alkollü içki bölümü önce yerli bir firmaya ardından bu firma tarafından Texas Pasific firmasına, sigara bölümü ise doğrudan British American Tobacco (BAT) firmasına satılmıştır.

 

Her iki bölümün özelleştirilmesinin ortak sonucu üretim birimlerinin kapatılması, bu kurumlarda çalışan işçi sayısının net bir şekilde azalması olmuştur. Ancak önemli diğer bir nokta da bu kurumlara hammadde üreten köylünün de bu özelleştirmelerden etkilenmesi ve mağdur olmasıdır, tarımsal üretimden kopmasıdır.

 

TEKEL gibi Türkiye Şeker Fabrikaları AŞ'de özelleştirmenin kıskacındadır. TEKEL'in yaşadığı süreçlerin aynısını yaşamaktadır. Tütün ve Şeker Kanunları aynı dönemlerde, aynı zihniyetle, 15 günde 15 kanun kapsamında çıkarılmıştır.

 

Nasıl ülkemizde Turgut Özallı yıllarla birlikte Amerikan tütünlerinin ekimine ve yabancıların sigara üretimine izin verildiyse, şeker sektöründe de mısırdan nişasta bazlı şeker üretimine tanınan kotanın yüksekliği, buna karşın şeker pancarı üretimine kota getirilmesi ve pancardan şeker üretiminin kısıtlanması büyük bir benzerlik içindedir. Tıpkı ilk yıllarda sınırlarımızdan kaçak sokulan sigaralar gibi şeker kamışından elde edilen şekerler sokulmakta, Başbakan kaçak şekerin istatistiğini istemektedir.

 

Şeker sanayimizin özelleştirilmesi durumunda da yabancılaşma durumu zaman içinde mutlak surette yaşanacaktır. Ülkemizde üretmektense çok uluslu şirketlere dışarıda oluşan stokların erimesi için pazar gerekmektedir. Ülkemizin kalkınmasına ve istihdama önemli katkılar sunan şeker fabrikalarını çalıştırmaktansa, stoklarındaki şekeri satmak bu şirketlerin asıl amacı olacaktır; tıpkı TEKEL sigara fabrikalarının ve içki fabrikalarının birer ikişer kapatılması gibi!

 

Türkiye 1980'li yıllardan beridir neyi var neyi yok satmaktadır. Üretim sektörü yabancıların hakimiyetindedir. Üretim için gerekli finans kaynağını sağlayacak bankalarımız da tamamen yabancılaşmıştır. Siyasilerimizin övündüğü yabancı sermaye yatırımları, sadece mevcut kurumların el değiştirmesi şeklinde cereyan etmektedir. Bu kapsamda özelleştirme de bizlere "Efendim özelleştirdiğimiz şeyleri çuvala koyup da ülkelerine mi götürüyorlar." şeklinde anlatılıyor. Bir bakıma doğru, koca sigara fabrikası çuvala sığamayacak kadar büyük. Ama haksız oldukları kocaman bir yan var; milyarlarca dolarlık gelirler onların halkının refahını artırmak için çuvallarla gidiyor. Bu çuvallardan halkımıza düşen bir şey olmuyor! Türkiye'nin borcu sürekli artıyor. Demek ki satmak değil üretmek gerekiyor!

 

Sözlerimizi bir öykü ile noktalayalım.

 

Eski zamanların birinde bir otlakta öküz sürüsü yaşarmış. Ancak, civardaki aslanlar onları rahat bırakmaz, sürüye hemen hergün saldırırlarmış. Öküz dediğin öyle hafife alınacak bir hayvan değil, bir araya toplandılar mı kolayca defederlermiş o koca aslanları. Günler ilerledikçe aslanları bir kaygı almış. "Herhalde bize bu otlağı terk etmek düşüyor." demiş aslanlardan biri. Nereye göç edeceklerini düşünürken, "Van minit!" diye bir ses duymuşlar. Sürünün en çelimsiz, ama kurnaz mı kurnaz topal aslanıymış bu çıkışı yapan. "Hayır, hiçbir yere gitmiyoruz. Siz bana bırakın ben hallederim bu işi." demiş.

 

Topal aslan eline bir beyaz bayrak alarak öküzlerin yanına gitmiş. "Saygıdeğer öküz efendiler!" diye başlamış lafa. "Bugün buraya sizlerden özür dilemek için geldik. Evet, size defalarca saldırdık, ama niye biliyor musunuz? Hep o sizin aranızdaki sarı öküz yüzünden. Onun rengi sizinkilerden farklı, bizim gözümüzü kamaştırıyor, aklımızı başımızdan alıyor. Biz de barışseverliğimizi unutuyor ve saldırganlaşıyoruz. Aslında sizlerle bir sorunumuz yok! Verin onu bize, siz de kurtulun biz de barış içinde yaşayalım!"

 

Boz öküz diğer önde gelen öküzlerle görüşmek üzere geri çekilmiş. Tüm öküzler sıcak bakmışlar bu teklife. Bir tek yaşlı benekli öküz "Olmaz!" demiş, ama kimseye sözünü dinletememiş. Zavallı sarı öküz aslanlara teslim edilmiş. Bütün sürünün selameti için bir öküzü feda etmekten hiçbiri tereddüt bile duymamış.

 

Gerçekten de sürüye günlerce hiçbir aslan saldırmamış. Ama aslan milleti bu ne kadar sabreder ki? Hele öküz etinin tadını aldıktan sonra. Aslanlar acıkınca, topal aslan yine boz öküzün yanında almış soluğu. "Selam!" diye başlamış söze, "Gördünüz değil mi? Biz aslanlar ne uyumlu bir milletiz. Ama büyük bir sorunumuz var!" "Nedir?" demiş boz öküz. "Şu sizin uzun kuyruklu öküz" demiş topal aslan ve devam etmiş: "Kuyruğunu salladıkça nereden baksak görünüyor ve aklımızı başımızdan alıyor. Size saldırmamak için kendimizi zor tutuyoruz. Gelin verin onu bize bu konuyu burada kapatalım, eskisi gibi barış ve huzur içinde iki tarafta hayatını sürdürsün."

 

Boz öküz sürünün ulularıyla görüşmüş. Yine sadece benekli öküz karşı çıkmış, ama dinleyen olmamış, "Verelim gitsin." demişler. Bu olaylar tekrar tekrar yinelenmiş. İyi beslenen aslanlar her geçen gün daha da güçlenmişler. Buna karşılık öküzler ise her geçen gün güçlerini biraz daha kaybetmişler. Geçen sürede aslanlar küstahlaştıkça küstahlaşmışlar. Artık bir sebep söyleme gereği bile duymadan sadece "Verin bize şu öküzü yoksa karışmayız!" demeye başlamışlar. Zavallı öküzlerin "Hayır!" diyebilecek güçleri kalmamış.

 

Boz öküz dahil sadece birkaç öküz kalmış sürüde. "Ne oldu bize? Ne zaman kaybettik bu savaşı aslanlara karşı? Oysa ne kadar da güçlüydük." diye sormuş biri boz öküze. "Biz" demiş boz öküz, gözleri nemli ve sesi titreyerek, "Sarı öküzü verdiğimiz gün kaybettik bu savaşı!"

 

Bu savaşı kaybetmemek için ülkemiz insanına ve üretim araçlarına hep birlikte sahip çıkacağız!

 

Ahmet ATALIK-TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası İstanbul Şube Başkanı

Okunma Sayısı: 11018