PLANDAN YOKSUN PLANLAMA - EVRENSEL

GENEL MERKEZ ( )
31.08.2009 (Son Güncelleme: 01.09.2009 11:18:51)

Bülent Falakaoğlu

Türkiye tarımının en önemli sorunlarından birisi, üretimin planlanamaması sorununu çözeceği iddiasıyla ortaya atılan Tarım Havzaları Destek Modeli tartışma yarattı. Tarım ve Köyişleri Bakanı Mehdi Eker‘in ‘devrim‘ sözleriyle tanıttığı model, çiftçi örgüt ve temsilcilerinin, "Ülkenin tarım ihtiyaçlarıyla örtüşmediği gibi çiftçilerin de yararına değil" eleştirisiyle karşılaştı.

Hükümetin, geçtiğimiz ay içinde açıkladığı model, Türkiye‘yi 30 tarım havzasına (toprak, iklim, topografya, bitki istekleri verilerine göre) bölüyor. Ve bu havzalarda 16 ürün destekleme kapsamına alınıyor. Destek kapsamı ve destek miktarı havzalara göre değişecek. Bazı havzalar daha çok desteklenebilecek. Sistemin yararları hakkındaki iddialar şunlar: Planlı bir tarımsal üretim gelecek. Verimi artacak. Arz açığı olan ve ithal edilen tarım ürünlerinin üretimi desteklenerek, ürün açığı kapatılacak ya da açık azaltılacak. Hangi havzada hangi ürünün yetiştirilmesi halinde ne tür destekten yararlanabileceği hükümet tarafından önceden açıklanacağı için üretici avantajlı olacak. Çünkü üretici, hangi ürünü ne kadar üreteceğinin kararını önceden verecek...

İddialarına bakınca düzenleme oldukça olumlu gözükmesine rağmen, gündemde "2010 yılından itibaren uygulanacak olan sistem, ülke tarımının sorunlarına çözüm olacak mı, yoksa yeni sorunları beraberinde mi getirecek" soruları var.

Türkiye Ziraat Mühendisleri Odası Başkanı Gökhan Günaydın, daha ilkelden modele ihtiyatlı yaklaşılması için önemli nedenler olduğunu vurguluyor: "Tarım Havzaları Destek Modeli ilkece, üretim planlamasının bir aracı olması bakımından doğru bir yaklaşımdır. Ancak gerek beklenen sonuçların ortaya çıkabilmesi için yapılması zorunlu olan diğer çalışmalardan hiç bahsedilmemesi, gerekse iyi yönetilmemesi durumunda doğurabileceği yanlış sonuçlar açısından, modele ihtiyatla yaklaşmakta da yarar görülmektedir."

KÖTÜ NİYET İŞARETLERİ

Gökhan Günaydın öncelikle, destekleme kapsamına alınan ve destekleme kapsamı dışında bırakılan ürünlere ilişkin kararların çok önemli olduğunun altını çiziyor: "Bu bağlamda, 13 milyon tonluk üretimine rağmen şekerpancarının, 100 bin tonluk üretimine rağmen tütünün destekleme kapsamı dışında bırakılması; bu alandaki niyetlerin bir göstergesi niteliğindedir. TEKEL‘in tütün ve alkollü içkiler bölümünden sonra şeker fabrikalarının da özelleştirme kapsamına alınması, bu alandaki piyasalaştırma ve yabancılaştırmanın hızlanacağının işaretleridir."

Havzalarda destekleneceği ilan edilen ürünler için erken bir iyimserliğe kapılmamak gerektiği konusunda uyaran Günaydın, bu konuda şunları söylüyor: "Örneğin, Türkiye‘nin 2 milyon tonun üzerindeki ihtiyacına rağmen 40 bin tonluk üretim sınırını aşamayan soya ürünü, yeni destek modeli kapsamına alındı diye üretim patlaması yaşanacağını öne süren modeli değerlendirelim. Türkiye, soya üretimi için uygun ekolojik ve toprak özelliklerine sahip olmasına rağmen, iç ve dış fırsat maliyetleri soya üretimini giderek daha aşağı düzeylere itiyor. Özetle, dünyanın en pahalı mazot ve gübresi ile üretim yapmak zorunda kalan üreticinin, bu durumun yarattığı rekabet eksikliği temelinde, ithal soya maliyetleri ile yarışamadığı ortam değişmedikçe, yeni modelin bir sihirli değnek olamayacağı bilinmelidir."

VERİM SÖYLEMİ İNANDICI DEĞİL

Türkiye‘nin sulama yatırımlarındaki eksiklikler, üretim kararları ve miktarları üzerinde doğrudan etki ettiğini vurgulayan Günaydın, kabaca 5 milyon hektarlık sulanan alanlarda üretimi yapılan ürünlerin, bu alanlar için birbirleriyle rekabet halinde olduğuna dikkat çekiyor: "Yani, bir ürüne daha fazla prim desteği vermek, o ürünün ekim alanını artırırken, diğer ürünlerin ekim alanını daha da daraltmaktadır. Mısır-soya ilişkisi, bu durumun en çarpıcı örneğini oluşturmaktadır. Türkiye‘de 1998-2002 döneminde yılda ortalama 65 bin hektarlık alan sulamaya açılırken; 2003-2008 döneminde bu miktar 50 bin hektara düşmüştür. 9 milyon hektarlık hedef için bu yatırım hızıyla gidildiğinde, 80 yıllık bir zaman dilimine ihtiyaç duyulmaktadır. O halde, bir kez daha altı çizilmelidir ki, başta sulama ve tarla içi geliştirme hizmetleri olmak üzere, altyapı sorunları giderilmemiş bir tarım yapısında, yeni model ile bir verimlilik sıçraması yaratılacağı öngörüsü, temeli sağlam olmayan bir temenniden ibaret kalmaktadır."

SİYASİ KAYGI

Farklı havzalarda bulunan iki komşu ilçenin, desteklenecek ürün ve uygulanacak destekleme miktarları açısından farklı pozisyonlarda olabileceğine dikkat çeken Günaydın, bu durumun, Tarım Havzaları Destek Modeli‘ni siyaseten hem güçleştireceğini, hem de siyasal kaygılarla uygulamanın yanlış yönlendirilebilme olasılığını artıracağını belirtiyor.

SEBZE VE HAYVANCILIK YOK

Çiftçi kuruluşları tarafından getirilen diğer bazı eleştiriler de şöyle: "Tarım havzaları modelinde yem bitkileri ve meyve sebze üretimi yer almıyor. Türkiye‘nin ihracatta söz sahibi olduğu ürünler olan kayısı, fındık, üzüm ve incir, desteklenecek ürünler listesinde sayılmıyor. Bitkisel üretim ile hayvan yetiştiriciliğinin adı tarım. Tarım havza politikalarında hayvancılık yok. Hayvan yetiştiriciliği nasıl ve nerelerde olacak, belli değil. Hayvanlar ile bitki çıktılarının birbirlerine kullanılması ve kullanılabilir olması önemli. Tarım havzaları modelinde hayvan yetiştiriciliği ile bitkisel üretimin birlikte uygulanması için bir çalışma var mı, bilen yok.

BÜTÇE DESTEKTEKİ İSTEKSİZLİĞİ SERGİLİYOR

Tarımdaki bir diğer önemli sorun, köylü üretiminin, iç ve dış piyasa egemenliğine terk edilmiş olmasıdır. Pamuk, buğday, narenciye gibi katma değeri yüksek birçok ürün, yıllardan bu yana maliyet fiyatının altında piyasa değeri bulabilmektedir. KİT‘ler ve TSKB‘nin alandan çekilmesi, örgütsüz üretici ile örgütlü piyasa yapılarını karşı karşıya bırakmış, aracıların artık değere el koyma mekanizmaları böylelikle daha da güçlenmiştir. Bu bağlamda, örgütlenme ve pazarlama sorunlarını üretici ve tüketici kimliğindeki geniş halk kitlelerinden yana çözmeyen bir yaklaşım, kamu yararına sonuçlar üretemez. Desteklerin nitel ve nicel yapısının da, bu bağlamda değerlendirilmesi gerekir. Yaşanılan dönemde tarım desteklerinin GSMH‘ye oranı, krizlerle dolu 1999-2001 döneminin gerisine düşmüştür. Tarım Kanunu‘nun açık hükmüne rağmen, GSMH‘nin yüzde 1‘ini bile tarıma ayıramayan, 2009 yılı tarım bütçesini bir önceki yıla göre 1 milyar TL düşürerek 4.9 milyar TL ile bağlayan bir anlayış, tarımı destekleme iddiasında olamaz. Ziraat Mühendisleri Odası‘nın yanı sıra başka üretici kuruluşları da düzenlemeye eleştiriler yağdırıyorlar. Yapılan eleştirilerin başında, havzalarda arpa, aspir, ayçiçeği, buğday, çavdar, çay, çeltik, kanola, kuru fasulye, mercimek, mısır, nohut, pamuk, soya, yulaf ve zeytin ürünlerinin desteklenecek olması geliyor. Getirilen eleştiri şöyle özetlenebilir: "Türkiye‘de mısır, buğday, arpa, mercimek, nohut, kuru fasulye hemen her havzada zaten yetiştirilebiliyor. Destekleme kapsamına alınmış olan çayın yetiştiği alan belli, değiştirilemez. Pamuk alanları da hakeza belli ve oralarda yetiştiriliyor. Yenilik bunun neresinde? Yeni olan aspir, kanola ve soya... Ona da hükümet tarafından sürekli destek verilmesine karşın, ne verimliliği ne de ekici sayısı kayda değer bir oranda artırılamıyor. Çünkü bu ürünlerin üretilmesinde çiftçi isteksiz!" (EKONOMİ SERVİSİ)

Okunma Sayısı: 583