MERA YÖNETMELİĞİNDE DEĞİŞİKLİK YAPILMASI HAKKINDA YÖNETMELİK`E KARŞI DAVA AÇTIK

GENEL MERKEZ ( )
03.05.2011 (Son Güncelleme: 03.05.2011 15:26:03)

DANIŞTAY ... DAİRESİ BAŞKANLIĞI‘NA

YÜRÜTMENİN DURDURULMASI ve DURUŞMA TALEPLİDİR

ANAYASAYA AYKIRILIK İDDİASI VARDIR

 

DAVACI                    : 1) EKOLOJİ KOLEKTİFİ DERNEĞİ
                                     İnkılap Sok. 26/4 Kızılay/ANKARA

VEKİLİ                      : Av. Mahmut Fevzi Özlüer
                                 Balo Sok. No: 4/16 Kavaklıdere/ANKARA

                                      Av. Cömert Uygar Erdem 
                                     İnkılap Sok. 26/4 Kızılay/ANKARA

2) ZİRAAT MÜHENDİSLERİ ODASI

VEKİLİ                      : Av.Zühal Sirkecioğlu Dönmez
                                     Bestekar Sk.No:49/5 K.Dere/ANKARA

3)TARIM ORMAN, ÇEVRE VE HAYVANCILIK HİZMET KOLU KAMU  EMEKÇİLERİ SENDİKASI

Adakale Sokak, 8/13 Y.şehir / ANKARA

VEKİLİ                      : Av. Emrah Öner
                                    Necatibey Cad. 4/132 Sıhhiye/ANKARA                         

DAVALI                    : TARIM VE KÖY İŞLERİ BAKANLIĞI - ANKARA

KONU                                   : 25.2.2011 tarih ve 27857 sayılı Resmi Gazete‘de yayımlanarak yürürlüğe giren, "Mera Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılması Hakkında Yönetmelik" in (EK 1) Mera Yönetmeliği‘nin ‘Tahsis Amacının Değiştirilmesi‘ başlıklı 8 inci maddesinin beşinci fıkrasının (a) bendinin (6) numaralı alt bendini değiştiren  ve aynı bende  (7), (8) ve (9) numaralı alt bentler ekleyen değişikliğin iptali ile 5403 sayılı Kanun‘un 17. maddesinin son fıkrasının ve 4342 sayılı Mera Kanunu‘nun 14. maddesinin h bendinin 5. paragrafında " (a), (f) ve (g) bentleri hariç," ibaresinin iptali için Anayasa Mahkemesi‘ne gönderilmesi istemi hakkındadır.

RESMİ GAZETE‘DE YAYINLANMA TARİHİ      :  25.2.2011

DAVA AÇMA EHLİYETİ VE MENFAAT YÖNÜNDEN AÇIKLAMALARIMIZ

EKOLOJİ KOLEKTİFİ DERNEĞİ; eşitlikçi, özgürlükçü, adil, paylaşımcı; dayanışmayı esas alan bir toplum için mücadele eden bir dernektir. Bu doğrultuda, ekolojik bir toplumsal yaşamın oluşturulmasını, toplumunun ve doğanın birlikte yaşamasının sürdürülebilir koşullara kavuşturulmasını amaçlayan dernek, çalışmalarında toplumsal eşitsizlik ve adaletsizliğin sonucu olan kırsal ve kentsel sorunlara; toplumsal yoksunluk, yoksulluk, şiddet, doğanın ve doğal hayatın yok edilişi sorunlarına odaklanmıştır. Bu nedenle toplumsal eşitsizliğin ve adaletsizliğin yaşandığı enerji, tarım, hayvancılık, su, orman, hava, toprak, iklim değişikliği gibi sorun alanlarında çözümler üretir. Barınma, ulaşım, sağlık, eğitim, kentleşme, bilim ve teknoloji, biyolojik türlerin, yerel kültürlerin, doğanın korunması ve sürdürülebilir kılınması konuları başta olmak üzere yaşamın tüm alanlarında alternatif politikalar geliştirmeyi ve uygulamayı amaçlar. Bu sorunların toplumsal bilince taşınmasına, çözümlenmesine, aşılmasına yönelik emeğin örgütlenmesini amaç edinir. Emeğin ve doğanın var oluş koşullarının korunması ve geliştirilmesini gözeterek, yönetim ve üretim ilişkilerinin, özyönetime dayalı olarak örgütlenmesi için yerel ve merkezi yönetim politikaları oluşturmayı amaçlar.   

Bunun için de hukuka, kamu düzeni ve kamu yararına aykırı işlem, eylem ve düzenlemeleri yargı yoluna taşımak, ihtilafların çözülmesini için başta dava ve şikâyet yolu olmak üzere tüm hukuki yolları yetkili organları eliyle kullanmak hak ve menfaatine sahiptir. (EK 2: Ekoloji Kolektifi Derneği Tüzüğü)

TARIM ORMAN, ÇEVRE VE HAYVANCILIK HİZMET KOLU KAMU EMEKÇİLERİ SENDİKASI (TARIM ORKAM SEN): Müvekkil sendika, tüzüğünde de yer aldığı üzere görev ve yetkilerinin gerektirdiği işleri gerçekleştirirken Türkiye ormanlarının ve tarımın korunmasını, nitelik ve niceliğinin arttırılmasını, hizmetlerden yararlanmada kamu yararı ilkesinin gözetilmesini ve ekolojik dengenin korunarak çevre sorunlarıyla da etkin mücadeleyi amaçları arasında saymıştır. Ülkenin genel politikalarının belirlenmesinde, uygulamasında ve denetiminde söz sahibi olmayı ve müdahale etmeyi özellikle de tarım ve hayvancılığın korunması ve geliştirilmesi konularında faaliyet yürütmeyi amaçlayan sendika bu amaçlarının gerçekleştirilmesinde Anayasa ve yasalardan,  Türkiye‘nin de taraf olduğu uluslar arası sözleşme ve belgelerden doğan tüm hak ve yetkilerini kullanmayı görev edinmiştir.

TMMOB ZİRAAT MÜHENDİSLERİ ODASI: kaynağını Anayasadan alan, kamu kurumu niteliğinde meslek kuruluşu olup, üyelerinin tüm toplumsal, ekonomik ve mesleki sorunları ile doğrudan ilgilenmekle yükümlüdür. Ayrıca ülkemizin tarımsal kaynaklarının, topraklarının korunması için gereken her türlü girişimde bulunmakla yükümlüdür.

7472 Sayılı Ziraat Yüksek Mühendisliği Hakkında Kanun, Ziraat Yüksek Mühendislerinin toprak muhafazasına ilişkin hizmet ve faaliyetlerde bulunmaya yetkili olduklarını düzenlemiştir. Ziraat Mühendislerinin Görev Ve Yetkilerine İlişkin Tüzükte, toprak ve su muhafazasının toprak bilimi alanında öğrenim görmüş ziraat mühendisleri tarafından yapılacağı, hükmü yer almaktadır. 06.04.2005 Tarih, 25778 Sayılı Resmi Gazetede yayımlanmış olan Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği Ziraat Mühendisleri Odası Ana Yönetmeliğinin 6.maddesine göre de; Ülke tarımı ve tarımsal üretim kaynaklarının korunması, geliştirilmesi, işletilmesi ve verimli kılınması, kırsal nüfusun toplumsal ve ekonomik kalkınmasının sağlanması, kırsal ve tarımsal gelişime yönelik strateji, politika, program ve proje oluşturulması çalışmalarına katkıda bulunmak amacıyla her türlü girişim ve etkinlikte bulunmak, Odanın amaç ve görevleri arasında sayılmıştır. Bu bağlamda müvekkil ODA toprakların kaybına neden olacak her türlü düzenlemenin karşısındadır.

DAVA AÇMA SÜRESİ YÖNÜNDEN AÇIKLAMALARIMIZ

2577 sayılı İYUK‘un 7. maddesinin 1. fıkrasında dava açma süresinin, özel kanunlarda ayrı süre gösterilmeyen hallerde Danıştay‘da ve idare mahkemelerinde altmış gün olduğu, bu sürelerin idari uyuşmazlıklarda yazılı bildirimin yapıldığı tarihi izleyen günden itibaren başlayacağı, dördüncü fıkrasında ise ilanı gereken düzenleyici işlemlerde dava süresinin ilan tarihini izleyen günden itibaren başlayacağı ancak bu işlemlerin uygulanması üzerine ilgililerin düzenleyici işlem veya uygulayıcı işlem veyahut her iki işleme aleyhine birden dava açabileceği kurala bağlanmıştır.

2577 sayılı yasanın 8. maddesinin 1. fıkrasında "süreler, tebliğ, yayın veya ilan tarihini izleyen günden itibaren işlemeye başlar" hükmüne yer verilmiştir.

Yürütme ve idarenin genel, objektif ve bireysel nitelikte olmayan işlemlerinin düzenleyici idari işlem olarak da tarif edildiği düşünüldüğünde dava konusu idari işlemin düzenleyici bir idari işlem olduğu konusunda bir şüphe yoktur.   

Bu nedenle düzenleyici işlem niteliğinde olan anılan yönetmelik hükümlerine karşı, Resmi Gazete‘de ilan tarihini izleyen günden itibaren 60 gün içinde iş bu dava açılmıştır.

 

HUKUKA AYKIRILIKLAR

Mera Yönetmeliği 31.07.1998 tarih ve 23419 sayılı Resmi Gazete‘de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Bu yönetmeliğin amacı,  Mera Kanunu‘nun uygulanmasına yönelik usul ve esasların düzenlenmesidir. 4342 sayılı Mera Kanunu‘nun amacı ise 1. maddesinde, daha önce çeşitli kanunlarla tahsis edilmiş veya kadimden beri kullanılmakta olan mera, yaylak, kışlak ve kamuya ait otlak ve çayırların tespiti, tahdidi ile köy veya belediye tüzel kişilikleri adına tahsislerinin yapılmasını, belirlenecek kurallara uygun bir şekilde kullandırılmasını, bakım ve ıslahının yapılarak verimliliklerinin artırılmasını ve sürdürülmesini, kullanımlarının sürekli olarak denetlenmesini, korunmasını ve gerektiğinde kullanım amacının değiştirilmesini sağlamak, olarak belirtilmiştir. Dava konusu Yönetmelik ise, bu Kanun‘a dayanılarak 25.2.2011 tarihli Resmi Gazete‘nin 27857 sayılı nüshasında yayımlanarak yürürlüğe giren "Mera Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılması Hakkında Yönetmelik"‘tir.

Buna göre hukuka aykırılıklar ve Anayasaya aykırılık iddialarımız aşağıda ayrıntılı olarak tartışılmıştır.

1) Mera Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılması Hakkında Yönetmeliğin 2. Maddesinin 2. fıkrası ile, Mera Yönetmeliği‘nin ‘Tahsis Amacının Değiştirilmesi‘ başlıklı 8.maddesinin 5. fıkrasının a bendinin 6. alt bendini değiştiren ve imar planı olmaksızın vaziyet planına göre tahsis amacının değiştirilmesine ilişkin" Doğal afet bölgelerinde yerleşim yeri için ihtiyaç duyulan yerlerin tahsis amacı değişikliği talebinde, söz konusu yerin afet bölgesi ilan edildiğine ve Doğal Afet Sigortaları kapsamında olduğuna dair belge, vaziyet planı ve Komisyonca istenecek diğer bilgi ve belgeler" ibaresinin, iptali istemi hakkında:

25.2.2011 tarih ve 27857 sayılı Resmi Gazete‘de yayımlanarak yürürlüğe giren "Mera Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılması Hakkında Yönetmelik", Mera Kanunu‘nun ruhuna, planlı kırsal ve kentsel politika yaklaşımına olduğu kadar, afet yönetimi yaklaşımına da aykırılıklar içermektedir.

Diğer yandan bu değişiklik, açıkça hukuka aykırıdır.  Afet alanlarında veya afete bağlı olarak imara açılacak alanlarda yapılaşmaya gidilmesi için bir planlama yapılması, imar planlarının hazırlanması gerektiği 3194 sayılı Kanun‘un amir hükümlerindendir. Bu yöndeki düzenleme 3194 sayılı İmar Kanunu‘nun "İmar planlarında Bakanlığın yetkisi"  başlıklı 9. maddesinde düzenlenmiştir. Bu maddeye göre, "Bakanlık gerekli görülen hallerde, kamu yapıları ve enerji tesisleriyle ilgili alt yapı, üst yapı ve iletim hatlarına ilişkin imar planı ve değişikliklerinin, umumi hayata müessir afetler dolayısıyla veya toplu konut uygulaması veya Gecekondu Kanunu‘nun uygulanması amacıyla yapılması gereken planların ve plan değişikliklerinin, birden fazla belediyeyi ilgilendiren metropoliten imar planlarının veya içerisinden veya civarından demiryolu veya karayolu geçen, hava meydanı bulunan veya havayolu veya denizyolu bağlantısı bulunan yerlerdeki imar ve yerleşme planlarının tamamını veya bir kısmını, ilgili belediyelere veya diğer idarelere bu yolda bilgi vererek ve gerektiğinde işbirliği sağlayarak yapmaya, yaptırmaya, değiştirmeye ve re‘sen onaylamaya yetkilidir."

Kanun maddesindeki düzenlemeden de anlaşılacağı üzere afetler dolayısıyla yapılaşması gereken veya yeni yapılaşma alanlarının belirlenmesinde planlama yapılması gerektiği Kanun maddesinde açıkça düzenlenmiştir. Planlama yaklaşımı hem kentsel hem de kırsal politikanın temel ilkesi, geleceği tasarlamanın ön koşulu olarak Kanun maddesinde düzenlenmiştir. Türkiye gibi deprem bölgesinde bir ülkede pek çok yeryüzü faaliyetlerine bağlı olarak afetler meydana gelmiştir. Bununla birlikte, Türkiye‘deki sosyo ekonomik koşulların tetiklemesi ile de su havzalarında yapılaşma, iklim değişikliği, kuraklık, çevresel bozulma sonucunda afetler yaşanmakta ve bu afetlerin sıklığı da giderek artmaktadır. Bu nedenle de İmar Kanunu doğrultusunda afet alanlarında ve afet sonrası yeni yapılaşma alanlarında afete duyarlı bir planlama yaklaşımının geliştirilmesi esastır. Bayındırlık Bakanlığı‘nın 1999 sonrası deprem stratejisi de afete duyarlı bir planlama yaklaşımı olmuştur.

Afet riski olan alanlarda planlama yaklaşımları ve tasarımları geliştirilmiş ve bu konuda ilkeler konulmaya çalışılmıştır. 3194 sayılı İmar Kanunu‘nun 9. maddesinde afet alanlarında veya afet alanları için yerleşim alanı seçiminde planlama yapmak esastır. Bu esas doğrultusunda, 7269 sayılı Afetler Kanunu‘nun 2. maddesi, afet riski olan bölgelerde, afet riskinin harita ve krokiler üzerinde belirlenmesi ve ilanı; 3. maddesi ise bu bölgelerde yapılacak veya değiştirilecek yapılarda uyulması gereken teknik şartların belirlenmesi, bu şartlara uyulmasının zorunlu kılınması, yer kayması, kaya düşmesi, çığ gibi afetlere uğrayabilecek meskun alanlarda alınacak önlemlerin hangi kuruluşlar tarafından yürütüleceğine ilişkin hükümleri düzenlemektedir. Ayrıca Kanun‘un 14. maddesinde, afete maruz yerleşme alanlarında-olmuş veya muhtemel afetler nedeniyle- yapı yapılması yasağı getirilmektedir.

Bu maddeler gereğince, afet yaşanan ya da afet tehlikesi ve riski olan bölgelerde imar planlarının yapılmasına esas jeolojik etüt ve jeolojik-jeoteknik etütler yapılmaktadır. Afet alanlarında imar planlarına esas bu jeolojik etüt çalışmaları, Plan Yapımına Ait Esaslara Dair Yönetmelik kapsamına da alınmıştır. İmar planlarında, afet alanlarında alınması gereken önlemlerin neler olduğunun belirlenmesi, bu belirleme yapılırken de jeolojik - jeofizik teknik etütlere dayandırılması gerektiği bu yönetmelikte de kural olarak kabul edilmektedir. Planlama çalışmaları, plan kararları bütünlüğü içinde plan hedefleri, afet alanlarının yönetiminin nasıl yapılacağı, afet alanlarındaki stratejilerin nasıl belirleneceğini gösterir.  Bu plan hedefleri, politika ve stratejilere dayalı olarak, makroform kararları, gelişme alanları ile dönüşüme konu alanlar arasındaki ilişki bütünlüğü, arazi kullanım biçimleri ve yoğunluklar belirlenecektir. Bununla birlikte de yeni merkezlerin doğması, ulaşım ve alt yapı konularında temel kararlar verilecektir.

Planın alt ölçekli planlama çalışmalarını yönlendirmesi ve afet yönetimini uygulanabilir hale getirmesi bu planlama ile birlikte, afet yönetimi için zorunlu olan planlama kararlarının oluşmasına esas bilimsel raporlarla mümkün olmaktadır.

Bu doğrultuda da söylemek gerekir ki, hangi alanın yapılaşmaya açılmaması gerektiği bu plan kararları ve bu kararların dayanağı olan bilimsel raporlarla şekillenir. Yer bilimsel verilerin plan kararlarına yansıtılması, imar planı, tasarımı ve plan notları ile mümkün olmaktadır. Planlama aşamasında, yüksek eğilimli alanlar, 1. ve 2. sınıf tarım alanları, orman alanları, jeolojik ve arkeolojik sit alanları, sulak alanlar gibi eşik alanlar yapılaşmaya uygun olmayan alanlar olarak belirlenmektedir. Bölge ve çevre düzeni planı gibi üst ölçek planlara altlık oluşturacak yer bilimsel çalışmalarda, yerleşmeye uygun olmayan alanların hassas olarak belirlenmesi mümkün olmayacağı için uygulama imar planlarında kesin veriler kullanılarak, uygulama ölçeğindeki planlarda yerleşime açılacak alanın, nasıl planlanacağı belirlenecektir. Ancak bu tahsis değişiklikleri bilimsel ve hassas raporlara dayanılarak mümkün olabilecektir. Bu nedenle de bir meranın yerleşime açılıp açılmaması kararı, vaziyet planları ile verilemez. Tahsis değişikliğinin afet yönetimi gibi bir olguya dayanılarak yapılması, uygulama ölçeğinden başlayarak, bilimsel yerbilim etütlerine dayalı uygulamaya yön verecek ölçeklerde ve ayrıntıda planlar ve planlama yaklaşımı ile mümkündür.

Bu yaklaşım hem İmar Kanunu‘nun, Afet Kanunu‘nun emredici hükmüdür; Hem de afete duyarlı bir planlama yaklaşımının kriteridir. Afet tehlikesi ve risklerine karşı tedbirler, imar planlarında yer bilimsel verilere dayanılarak hazırlanabilir. Oysa ki yönetmelikte tahsis değişikliği için "vaziyet planı" yeterli görülmüştür. Vaziyet planı, yapıların arazide üstten görünüşünü, konumunu, yerleşme biçimini gösteren bir tür yapının arazideki konumunu gösterir eskizlerdir. Bu vaziyet planları, arazideki yapılaşmanın nasıl olacağı, bu arazinin yapılaşmaya müsait olup olmadığını gösteren planlar değildir. Sadece yapının arazideki konumunu gösteren bir plandır. Oysa ki afet riskleri ve önlemler, nazım ve uygulama imar planlarında, bu planların raporlarında ve açıklama notlarında gösterilebilir.

Nazım İmar Planı: (Değişik:2.9.1999/23804 R.G.) Onaylı halihazır haritalar üzerine varsa kadastral durumu işlenmiş olan, varsa bölge ve çevre düzeni planlarına uygun olarak hazırlanan ve arazi parçalarının; genel kullanış biçimlerini, başlıca bölge tiplerini, bölgelerin gelecekteki nüfus yoğunluklarını, gerektiğinde yapı yoğunluğunu, çeşitli yerleşme alanlarının gelişme yön ve büyüklükleri ile ilkelerini, ulaşım sistemlerini ve problemlerinin çözümü gibi hususları göstermek ve uygulama imar planlarının hazırlanmasına esas olmak üzere 1/2000 veya 1/5000 ölçekte düzenlenen, detaylı bir raporla açıklanan ve raporu ile bir bütün olan plandır.

Uygulama İmar Planı: (Değişik:2.9.1999/23804 R.G.) Onaylı halihazır haritalar üzerine varsa kadastral durumu işlenmiş olan ve nazım imar planına uygun olarak hazırlanan ve çeşitli bölgelerin yapı adalarını, bunların yoğunluk ve düzenini, yolları ve uygulama için gerekli imar uygulama programlarına esas olacak uygulama etaplarını ve esaslarını ve diğer bilgileri ayrıntıları ile gösteren ve 1/1000 ölçekte düzenlenen raporuyla bir bütün olan plandır.

Plan notları, planlama esasları afet yönetiminde uygulamanın nasıl olacağını, idari mercilerle, sosyal ve ekonomik grupların nasıl bir yol izleyeceği bu uygulama ve nazım imar planları ile şekillenebilmektedir.

Ancak, dava konusu edilen yönetmeliğin, "Doğal afet bölgelerinde yerleşim yeri için ihtiyaç duyulan yerlerin tahsis amacı değişikliği talebinde, söz konusu yerin afet bölgesi ilan edildiğine ve Doğal Afet Sigortaları kapsamında olduğuna dair belge, vaziyet planı ve Komisyonca istenecek diğer bilgi ve belgeler" maddesi açıkça hukuka aykırıdır. 3194 sayılı İmar Kanunu‘nun 9. maddesine göre, bir meranın imar planı yapılmadan vaziyet planına göre afet  bölgesi amacıyla tahsis amacı değiştirilemez.

 

Bununla birlikte de Afet Kanunu‘nun afet alanları için yapılaşma koşullarının teknik ve bilimsel değerlendirme yapılması gerektiğine dair yukarıda vurguladığımız düzenlemelere aykırıdır. Afet alanları için mera alanlarının tahsisinde değişiklik yapılması için öncelikli olarak bu alanlarda bir planlama yaklaşımı geliştirilerek plan kararları alınması ve nazım ve uygulama imar planlarının yapılması gerekir. Bu planlarda da Afet Kanunu doğrultusunda jeolojik etütler yapılarak, bu alanın yerleşime uygun olup olmadığının tespiti gerekir.

 

Bu yönde planlama yapılmadan, planlamaya esas jeolojik ve jeoteknik çalışmalara dayanmadan, bir mera alanın vaziyet planına göre değiştirilmesi Mera Yasası‘ndan beklenen amaca taban tabana zıt olacaktır. Bu doğrultuda bu yer tahsisi yapılması düşünülen alanların, tahsis yapıldıktan sonra, afet için yerleşime uygun olmadığı ortaya çıkarsa; ekonomik ve sosyal olarak verimli kullanılması gereken maddi zenginliğin savurganca tüketilmesine yol açacak idari kararların doğmasına sebep olacaktır. Aynı zamanda da planlı afet yönetimini esas alan yazılı mevzuata aykırılık oluşacaktır. Planlamaya dayalı olarak, teknik ve bilimsel raporlar doğrultusunda uygulama ve nazım imar planı bütünlüğü içinde, plan kararlarına yansıtılmış afet yönetimi ilkesi doğrultusunda bir mera alanının tahsis değişikliği için başvuru yapılması gerekirken, Kanuna aykırı Yönetmelik Değişikliği‘nin iptali gerekecektir.

Aynı Yönetmeliğin, ‘Tahsis Amacı Değişikliği‘ başlıklı 8. maddesinin 5. fıkrasının a bendinin 4. alt bendi de, tam da yukarda söylediğimiz gerekçeler doğrultusunda şu şekilde düzenlenmiştir:

"Köy yerleşim yerleri yapılması için gerekli bulunan yerlerin tahsis amacı değişikliği taleplerinde, ilgili kamu kurum ve kuruluşları tarafından hazırlanmış olan köy yerleşim planı ve gerekçeli kararı, Valilik oluru ile Komisyonca istenecek diğer bilgi ve belgeler.

Uygulama imar planı veya uygulama planlarına ilave imar plânlarının hazırlanması için gerekli bulunan yerlerin tahsis amacı değişikliği talebinde, 3194 sayılı İmar Kanununa göre hazırlanmış olan uygulama imar planları, belediye meclis kararları, askı ilan tutanakları, itiraz olmadığına dair tutanak, ilave imar planı ise mevcut planla bağlantısını gösterir pafta ile Komisyonca gerekli görülen diğer bilgi ve belgeler istenir."

Yönetmelikteki bu maddeyle dahi çelişecek biçimde afet bölgelerinde, afet yönetimine dayalı imar planlarına, plan karar ve notlarına ve Afet Kanunu‘na göre jeolojik yer etütleri açısından yerleşime uygun olup olmadığına ilişkin bilimsel verilere dayanmaksızın, bir mera alanının kullanım biçiminin değiştirilerek yerleşime açılabilmesi olanağı getirilmiştir. Bu olanağı sağlayan düzenleme açıkça hukuka aykırılık taşımaktadır. Bir mera alanın afet riski nedeniyle yerleşime açılabilmesi, yukarda sayılan kanunlardaki emredici düzenlemeler ve afete duyarlı planlama yaklaşımı doğrultusunda, her şeyden önce 3194 sayılı Kanun‘a göre planlamayı ve 7269 sayılı Afet Kanunu‘na göre bilimsel afet yönetimini esas alan bir düzenleme ile mümkün olacaktır. Bu nedenle dava konusu edilen Yönetmeliğin planlamayı ve afet yönetimini esas almayan, İmar Kanunu‘na, Afet Kanunu‘na ve Mera Kanunu‘na aykırı Mera Yönetmeliği‘nin Tahsis Amacının Değiştirilmesi başlıklı 8.maddesine eklenen:  "6) Doğal afet bölgelerinde yerleşim yeri için ihtiyaç duyulan yerlerin tahsis amacı değişikliği talebinde, söz konusu yerin afet bölgesi ilan edildiğine ve Doğal Afet Sigortaları kapsamında olduğuna dair belge, vaziyet planı ve Komisyonca istenecek diğer bilgi ve belgeler." ibaresinin iptali gerekir.

2)  "Mera Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılması Hakkında Yönetmelik" in 2. maddesinin 3. ve 5. fıkrası ile Mera Yönetmeliği‘nin 8. maddesinin 5. fıkrasının a bendine eklenen 7. ve 8. alt bendlerde yer alan,  meraların tahsis amacının ÇED OLUMLU veya ÇED Gerekli değildir kararı alınmadan, Çevre Düzeni Planı yapılmadan, yalnızca ÇED RAPORU ile ve vaziyet planı ile değiştirilebilmesine yönelik düzenlemelerin, iptali istemi hakkında:

25.2.2011 tarih ve 27857 sayılı Resmi Gazete‘de yayımlanarak yürürlüğe giren, "Mera Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılması Hakkında Yönetmelik"  ile Mera Yönetmeliği‘nin ‘Tahsis Amacı Değişikliği" başlıklı 8. maddesinin 5. fıkrasının a bendine eklenen iki yeni alt bend de, Çevre Kanunu‘na aykırıdır.

Mera Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılması Hakkında Yönetmeliğin 2. maddesi ile Mera Yönetmeliği‘nin 8. maddesinin a bendine eklenen 7 numaralı alt bendde, "Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu‘nun talebi üzerine, 20/2/2001 tarihli ve 4628 sayılı Elektrik Piyasası Kanunu, 18/4/2001 tarihli ve 4646 sayılı Doğal Gaz Piyasası Kanunu ve 4/12/2003 tarihli ve 5015 sayılı Petrol Piyasası Kanunu hükümlerine göre, petrol iletim faaliyetleri ile elektrik ve doğal gaz piyasası faaliyetleri için gerekli bulunan mera, yaylak ve kışlakların zorunlu hallerde, ilgili müdürlük veya Genel Müdürlükten yatırım projesi, gerekçeli rapor, lisans, talep edilen alanın 1/5000 ölçekli harita üzerine işlenmiş vaziyet planı, ÇED raporu gerektiren yatırımlar için ÇED raporu, komisyonca istenecek diğer bilgi ve belgeler ile tahsis amacı değişikliği yapılabilir."  Denmiştir.

Yine dava konusu Yönetmeliğin 2. maddesiyle Mera Yönetmeliği‘nin 8. maddesinin a bendine eklenen 8 numaralı alt bendi ise,  "Jeotermal kaynaklı teknolojik seralar için ihtiyaç duyulan yerlerin tahsis amacı değişikliği taleplerinde mera, yaylak ve kışlaklarda bulunan jeotermal kaynakların ve jeotermal kaynakların bulunduğu aynı parselde bu kaynakların kullanılacağı teknolojik seralar ile bu alanların dışında bulunan jeotermal kaynağın,  teknolojik seralara taşınması veya iletilmesi için ihtiyaç duyulan yerlerin, zorunlu hallerde, ilgili müdürlük veya Genel Müdürlükten gerekçeli rapor, jeotermal kaynak kullanım izni veya ruhsat, talep edilen alanın 1/5000 ölçekli harita üzerine işlenmiş vaziyet planı, ÇED raporu, koruma alanları etüt raporu, jeotermal akışkanın kullanım sonrası nasıl uzaklaştırılacağına ilişkin belge, fizibilite raporu ile komisyonca istenecek diğer bilgi ve belgeler ile tahsis amacı değişikliği yapılabilir." şeklinde düzenlenmiştir.

Çevre Kanunu‘nun ‘Çevre‘nin Korunması‘ başlıklı 9. maddesinin b bendi, "Ülke fizikî mekânında, sürdürülebilir kalkınma ilkesi doğrultusunda, koruma-kullanma dengesi gözetilerek kentsel ve kırsal nüfusun barınma, çalışma, dinlenme, ulaşım gibi ihtiyaçların karşılanması sonucu oluşabilecek çevre kirliliğini önlemek amacıyla nazım ve uygulama imar plânlarına esas teşkil etmek üzere bölge ve havza bazında 1/50.000-1/100.000 ölçekli çevre düzeni plânları Bakanlıkça yapılır, yaptırılır ve onaylanır. Bölge ve havza bazında çevre düzeni plânlarının yapılmasına ilişkin usûl ve esaslar Bakanlıkça çıkarılacak yönetmelikle belirlenir." Hükmünü ihtiva eder.

Çevre Kanunu‘nun 9. ve 10. maddesine dayanılarak hazırlanan Çevre Düzeni Planlarına Dair Yönetmelik kapsamında, "Çevre düzeni planı: Ülke ve bölge plan kararlarına uygun olarak konut, sanayi, tarım, turizm, ulaşım gibi yerleşme ve arazi kullanılması kararlarını belirleyen plan" olarak tanımlanmıştır. 

Çevre Düzeni Planının niteliğinin belirtildiği Çevre Düzeni Planlarına Dair Yönetmeliğin 5. maddesinde Çevre Düzeni Planları, "a) Kalkınma planları ve varsa bölge planlarını temel alarak rasyonel doğal kaynak kullanımını sağlayan,           b) Kirliliğin oluşmadan önce önlenebilmesi, sağlıklı çevrenin oluşturulmasına yönelik hedef, ilke, strateji ve politikaları ve bunu sağlayacak arazi kullanım kararlarını belirleyen, c) Tarihi, kültürel ve doğal çevrenin korunması ve geliştirilmesine yönelik genel hedefleri, ilkeleri, stratejiyi ve politikaları belirleyen, (...)  planlar" olarak açıklanmıştır.

Çevre Düzeni Planlarına Dair Yönetmeliğin ‘Uyulacak Temel Esaslar‘ başlıklı 8. maddesinin 1. fıkrasının, c bendi, " c) Birbirine bitişik planlama alanlarında ekosistem bütünlüğünün ve arazi kullanım kararlarının sürekliliğinin sağlanması" esasını; i bendi ise, "i) Arazi kullanım kararlarının ekolojik, jeolojik, hidrolojik riskler göz önüne alınarak belirlenmesi"  esasını düzenlemektedir.

Söz konusu esaslar çerçevesinde söylemek gerekir ki, bir alanın arazi kullanım kararları ile ilgili temel esaslar, çevre düzeni planlarında gösterilmektedir. Bu esaslarda yapılacak değişiklikler de Çevre Kanunu uyarınca yine çevre düzeni planlarında yapılması gerekir. Bir mera ile ilgili arazi vasfının kullanımına ilişkin karar verebilmek için, bu bölgenin ekolojik, jeolojik, hidrolojik risklerini gözeten ve ekosistem bütünlüğünü, arazi kullanım kararlarının sürekliliğini sağlayan bir çevre düzeni planına ve bu plana ilişkin plan notlarına ihtiyaç vardır.

Ancak dava konusu edilen Yönetmeliğin 2. maddesi ile Mera Yönetmeliği‘nin 8. maddesinin 5. fıkrasının a bendine 7. alt bend olarak eklenen düzenlemenin, "yatırım projesi, gerekçeli rapor, lisans, talep edilen alanın 1/5000 ölçekli harita üzerine işlenmiş vaziyet planı" ifadesi ve aynı Yönetmeliğin 2. maddesi ile Mera Yönetmeliği‘nin 8. maddesinin 5. fıkrasının a bendine 8. alt bend olarak eklenen düzenlemenin, "kaynak kullanım izni veya ruhsat, talep edilen alanın 1/5000 ölçekli harita üzerine işlenmiş vaziyet planı" ifadeleri, mera tahsisi değişikliği için vaziyet planı hazırlanmasını yeterli saymaktadır.

Planlama hiyerarşisine ve Çevre Kanunu‘nun çevre düzeni planları ile ilgili getirdiği düzenlemelere aykırı olan Mera Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılması Hakkındaki Yönetmeliğin bu ifadelerinin iptali gerekir. Çevre Kanunu uyarınca, kırsal ve kentsel nüfusun fiziki alanında değişiklik getiren uygulamaların, ilgili çevre düzeni planlarında gösterilmesi gerekmektedir.

Çevre Kanunu‘nun 1. maddesinde "bütün canlıların ortak varlığı olan çevrenin, sürdürülebilir çevre ve sürdürülebilir kalkınma ilkeleri doğrultusunda korunmasını sağlamak" olarak belirtilen amacın gerçekleşebilmesi için, kırsal ve kentsel nüfusun fiziki alanında yapılan değişikliklerin çevre düzeni planları üzerinde belirtilmesi ve plana işlenmesi gereklidir.

Çevre Kanunu‘nun amacını gerçekleştirmeye yönelik önemli bir araç olan çevre düzeni planı hazırlanmadan, bir bölgenin arazi niteliğinde değişiklik getiren taleplerin vaziyet planları aracılığıyla yapılması pek çok sorunu da beraberinde getirecektir. Vaziyet planları aracılığıyla ekolojik, jeolojik, hidrolojik risklerin belirlenmesi ve ortaya çıkartılmasının mümkün değildir. Vaziyet planları, bu risklere karşı alınacak idari tedbirlerin belirlenmesi noktasında da ihtiyaçlara yanıt veremez.  Bu durumda, idarenin etkin ve nitelikli bir biçimde hizmet üretmesi de olanaklı olmayacaktır.

Arazi kullanım kararlarında her türlü değişiklik, ekosistem bütünlüğünü etkileyecektir. Bu etkilenme ile ilgili ilke ve kararları ortaya koymak, bu konuda idari birimlerle diğer sosyal grupların nasıl hareket edeceğinin tespiti de çevre düzeni planları, plan notları ve açıklama raporları ile mümkündür.

Bu nedenle dava konusu ettiğimiz Yönetmelik kapsamında, meralarda vasıf değişikliğinin "vaziyet planları" ile yapılabilmesine imkan veren değişiklikler, ekosistem bütünlüğüne ve kırsal - kentsel yapının dengeli ve planlı gelişmesine yönelik Çevre Kanunu‘nun temel amacına aykırı olduğundan, açıkça hukuka aykırıdır. Bu düzenlemelerin iptali gerekir.

Arazi vasfında değişiklikleri "Vaziyet planlarına" bağlı hale getiren Mera Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılması Hakkında Yönetmeliğin bir diğer hukuka aykırılığı da, bu alanlarda vasıf değişikliği için ÇED raporu gerektiren yatırımlar için yalnızca "ÇED raporu hazırlanmasını" tahsis amacı değişikliği için yeterli gören düzenlemesidir.

Oysa ki, Çevre Kanunu‘nun 10. maddesine göre, "Gerçekleştirmeyi plânladıkları faaliyetleri sonucu çevre sorunlarına yol açabilecek kurum, kuruluş ve işletmeler, Çevresel Etki Değerlendirmesi Raporu veya proje tanıtım dosyası hazırlamakla yükümlüdürler.  Çevresel Etki Değerlendirmesi Olumlu Kararı veya Çevresel Etki Değerlendirmesi Gerekli Değildir Kararı alınmadıkça bu projelerle ilgili onay, izin, teşvik, yapı ve kullanım ruhsatı verilemez; proje için yatırıma başlanamaz ve ihale edilemez"

Bu doğrultuda Mera Yönetmeliği‘nin ‘Tahsis Amacı Değişikliğine‘ ilişkin 8. maddesinin 3. fıkrasında "Kamu yatırımları yapılması için gerekli bulunan yerlerin tahsis amacı değişikliği talebinde istenecek bilgi ve belgeler; Kamu yatırımı olduğunu belirten belgeler, yatırımın projesi ve Komisyonun gerekli gördüğü hallerde fizibilite raporu, finansman kaynağı, ÇED ( Çevresel Etki Değerlendirme ) raporu gerektiren yatırımlar için ÇED olumlu belgesi, yatırım için gerekiyorsa çevreye zarar verilmeyeceğine dair taahhütname, kadastro tekniğine uygun harita, yatırımın vaziyet planı, Komisyonca istenecek diğer bilgi ve belgeler." olarak gösterilmiştir.

Ancak dava ettiğimiz Mera Yönetmeliği‘nde Değişiklik etiren dava konusu Yönetmelik ile, ÇED olumlu belgesi değil; sadece ÇED raporu ile tahsis amacı değişikliği yapılabilmesinin önü açılmıştır.

Değişiklik getiren yönetmelik kapsamında, petrol iletim faaliyetleri, doğalgaz piyasası faaliyetleri ve jeotermal kaynaklı teknolojik seralardan ÇED kapsamında bulunan projeler için, sadece ÇED raporu aranmaktadır. 2872 sayılı Çevre Kanunu‘nda ise ÇED raporu değil, Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) Olumlu Kararı veya Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) Gerekli Değildir Kararı alınarak ÇED‘e tabi projelere onay, izin, ruhsat verilmektedir. Bu durumda Kanun‘un emredici hükmüne açıkça aykırı bir biçimde, ÇED olumlu ya da ÇED gerekli değildir kararı almadan ilgili kişilerin sadece ÇED raporu ile tahsis amacı değişikliğine olanak sağlayan YÖNETMELİK hükmü hukuka aykırıdır, iptali gerekir.

Yukarda ve dipnotta yapılan açıklamalar doğrultusunda, dava konusu edilen Yönetmeliğin, 2. maddesinin 3. fıkrasındaki "7) (...) ÇED raporu gerektiren yatırımlar için ÇED raporu (...) ile tahsis amacı değişikliği yapılabilir" ifadesi ile, aynı maddenin 5. fıkrasındaki, "8) Jeotermal kaynaklı teknolojik seralar için (...) 1\5000 lik harita üzerine işlenmiş vaziyet planı ve ÇED raporu ile (...)tahsis değişikliği yapılabilir" ifadelerinin iptali gerekir.  

•3)            Dava konusu edilen Yönetmeliğin 2. maddesinin 3. fıkrasıyla Mera Yönetmeliği‘nin 8. maddesinin 5. fıkrasına eklenen 7. benddeki,  "zorunlu hallerde" İfadesinin hukuka aykırılığı:

Mera Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılması Hakkında Yönetmeliğin 2. maddesinin 3. fıkrası, "7) Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu‘nun talebi üzerine, 20/2/2001 tarihli ve 4628 sayılı Elektrik Piyasası Kanunu, 18/4/2001 tarihli ve 4646 sayılı Doğal Gaz Piyasası Kanunu ve 4/12/2003 tarihli ve 5015 sayılı Petrol Piyasası Kanunu hükümlerine göre, petrol iletim faaliyetleri ile elektrik ve doğal gaz piyasası faaliyetleri için gerekli bulunan mera, yaylak ve kışlakların zorunlu hallerde, ilgili müdürlük veya Genel Müdürlükten yatırım projesi, gerekçeli rapor, lisans, talep edilen alanın 1/5000 ölçekli harita üzerine işlenmiş vaziyet planı, ÇED raporu gerektiren yatırımlar için ÇED raporu, komisyonca istenecek diğer bilgi ve belgeler ile tahsis amacı değişikliği yapılabilir." Şeklindedir. Maddede ifade edilen ZORUNLU HALLERİN neler olduğu Yönetmelikte sayılmadığı gibi, idarenin bu halleri nasıl belirleyeceği de belirtilmemiştir.   

Bir diğer ifade ile mera alanının tahsis değişikliğinin zorunlu nedenlerle mümkün olmasına kim, nasıl karar verecektir? Dava konusu Yönetmelikte bu konuya ilişkin açık ve tereddütsüz herhangi bir düzenleme yoktur.

Bu husus Yönetmeliğin hukuka aykırılığını vurgulamakta olup ilgili değişikliğin tümüyle iptaline neden olacak bir düzenlemedir.

Hukuk devleti ilkesi, idare bakamından işlem ve eylemlerinin tahmin edilebilir, açık ve şeffaf olmasını gerektirir. Bu nedenle de idare takdir yetkisinde sahip olduğu alanlarda dahi sınırsız, belirsiz ve değişken bir faaliyet alanına sahip değildir. İdare, yetkisini kanundan almalı bununla uyumlu işlem ve eylem tesis etmelidir. TÜM BU SÖZÜ EDİLEN İLKELERİN TEMEL AMACI İDARENİN İŞLEM VE EYLEMLERİNİN İDARE EDİLENLER AÇISINDAN BİLİNEBİLİR, ANLAŞILABİLİR VE KESTİREBİLİR OLMASIDIR. Hukuki güvenlik ilkesi hukuk devleti ilkesinin bir gereği olduğu kadar Anayasanın 5. maddesiyle devlete yüklenen, vatandaşların refah, huzur ve mutluluk içinde yaşamalarını sağlama, maddi ve manevi varlıklarını geliştirmek için gerekli ortamı hazırlama ödevinin bir sonucudur. Bu yönüyle, hukuk devletinin önemli bir unsuru olarak hukuki güvenlik ilkesi, yalnızca hukuk düzeninin değil, aynı zamanda belirli sınırlar içinde, bütün devlet faaliyetlerinin, belirli oranda önceden öngörülebilir olması anlamını taşır. Hukuki güvenlik sadece bireylerin devlet faaliyetlerine duyduğu güveni değil, aynı zamanda yürürlükteki mevzuatın süreceğine duyulan güveni de içerir. Bu nedenle hukuk devletinde idareden beklenen, açık ve güvenilir olma yükümlülüğüne uygun davranmasıdır.

HUKUKA UYGUN İDARENİN KURULABİLMESİ YALNIZCA İDARENİN DÜZENLEYİCİ İŞLEM YAPMASI VE BUNU ALENİLEŞTİRMESİ YOLUYLA OLMAZ. HUKUKA UYGUN İDARENİN DÜZENLEYİCİ İŞLEMLERİNİN KANUNLARA UYGUN, AÇIK, GÜVENİLİR, ANLAŞILABİLİR, SÜREKLİLİK GÖSTEREBİLİR NİTELİKTE OLMASI GEREKİR.

Diğer yandan düzenleyici işlemlerin alenileştirilmesinden beklenen asgari amaçların yani anlaşılabilirliğin, belirliliğin, idare edilenler açısından güvenliğin sağlaması da gerekir.

İdari işlemler açısından önemli bir unsur olan yetki unsurunun hukuka uygunluğu kadar, söz konusu unsura ilişkin düzenlemenin gerek idarenin belirliliği ilkesine gerek hukuki güvenlik ilkesine uygun olması hukuk devletinin gereğidir. Bu nedenle de yetki unsuruna ilişkin idarenin sınırsız bir takdir yetkisinin olmadığı gözetildiğinde, dava konusu edilen Yönetmelikte yer verilen "zorunlu hallerde" ifadesinin yarattığı muğlâklığın hukuk devleti ve buna dayanan ilkeler açısından uyarlılığı bulunmamaktadır. Bu ifadenin, idarenin keyfiyetine neden olacak bir belirsizlik taşıdığı açıktır.

Yönetmeliğin dayanağı olan, 4342 sayılı Mera Kanunu‘nun 31. maddesinde, "Bu Kanunun uygulanması ile ilgili hususlar, ilgili bakanlıklar ve kuruluşların da görüşleri alınarak Bakanlıkça hazırlanacak yönetmelikle düzenlenir." Denilmektedir. Yönetmelik değişikliğinin dayanağı da Mera Kanunu‘nun bu maddesidir. Kanun‘un yetki devrine ilişkin tüm esas ve ilkelerin Yönetmelikte düzenleneceğini belirtmesi mümkün değildir. Buna göre, Kanunla düzenlemeyen bir yetkinin Yönetmelikle idareye verilmesi de bu hukuka aykırılığın bir diğer gerekçesidir. Diğer bir deyişle, idarenin işlem ve eylemlerinin sınırı ve zorunluluk halleri Kanunla belirtilmek zorundadır. Bu nedenle dava konusu yönetmelik değişikliğinin 2. maddesinin 3. fıkrasında geçen "zorunlu hallerde" ibaresinin iptali gerekir.

4) Dava konusu edilen Mera Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılması Hakkında Yönetmeliğin 2. maddesi ile Mera Yönetmeliği‘nin tahsis amacının değiştirilmesi başlıklı 8. maddesinin 5. Fıkrasına eklenen 9. bendinde yer alan, "toplulaştırma için ihtiyaç duyulan yerlerde Bakanlar Kurulu kararı, 1/5000 ölçekli harita veya bu haritanın olmadığı durumlarda 1/25000 ölçekli harita,  toplulaştırma yapılacak alanların eski ve yeni durumlarını gösterir paftalar ve Komisyonca istenecek diğer bilgi ve belgeler ile birlikte toplulaştırma Bakanlıktan talep edilir." ibaresi hukuka aykırıdır ve iptali gerekir

Yönetmelik değişikliğinin dayanağı olan, 3202 sayılı Köye Yönelik Hizmetler Hakkında Kanun‘un Köye Yönelik Hizmetler başlıklı 2. maddesinin i bendinin 2. fıkrasında "Ekonomik üretime imkân vermeyecek derecede parçalanmış, dağılmış, şekilleri bozulmuş tarım arazilerinin teknik, ekonomik ve işletme imkânları ölçüsünde toplulaştırılmasını yapmak," şeklinde düzenlenmiştir.

3202 sayılı Kanun‘un bu düzenlemesinden anlaşılacağı üzere, toplulaştırma faaliyeti, ekonomik üretimi verimli kılmak ve kırsal ekonomiyi güçlendirmek amacıyla yapılmıştır. Bu ekonomik üretime olanak sağlamak için de teknik, ekonomik ve işletme imkanları gözetilecektir. Aynı Kanun‘un ‘Köye Yönelik Hizmetler‘ başlıklı 2. maddesinin 1. fıkrasının m bendinde de ‘toplulaştırma‘ ile ilgili diğer bir düzenleme bulunmaktadır. Bu düzenlemeye göre, ilgili idarelerin,  "1306  sayılı  İskan  Kanununa  göre  nakledilen  veya  toplulaştırılacak  köyler için arsa  tefrik  etmek,   diğer   kasaba  ve  köylerin  imar   planlarını  ve   ihtiyaç   sahiplerine konut ve tarımsal işletme tesisleri için tip projeler hazırlamak, hazırlatmak ve kendi evini yapana yardım metoduna dayalı olarak gerekli kredileri vermek, köy içi altyapıları, sosyal tesisler ve istihdam yaratacak ekonomik tesisleri yapmak ve yaptırmak, yıllık harcama planları yaparak Özel İskan Fonunu kullanmak ve bu fondan yapılan kaynak tahsisleri ile yatırımları gerçekleştirmek,"  görevleri bulunmaktadır.

Buna göre, 3202 sayılı Kanuna uygun arazi toplulaştırmaları iki amaca özgülenerek yapılmaktadır. Söz konusu amaçlardan ilki, 3202 sayılı Kanun‘un 2. maddenin 1. fıkrasının i bendinde, tarımsal üretimin ekonomik bir niteliğe kavuşturulmasını sağlamak olarak belirlenmiştir. İkinci amaç ise Kanun‘un 2. maddesinin 1. fıkrasının m bendinde, kırsal yerleşim alanlarının planlı gelişimine yönelik planlama, konut ve işletme tahsisine yönelik bütçe oluşturma ve bu planlamaya bağlı olarak alt yapıların oluşturularak istihdam yaratılmasının gözetilmesi, olarak belirtilmiştir.

Buradan anlaşılacağı üzere, 3202 sayılı Kanun kapsamında imara açmak için yapılacak toplulaştırmalarda, imar planlamasının gerekli olduğu Kanun‘un ilgili maddesinde de açıkça düzenlenmiştir. Toplulaştırılacak alanlar için imar planlarının hazırlanması veya hazırlatılması toplulaştırma için bir zorunluluk olarak Kanun maddesine konulmuştur.

3202 sayılı Kanun‘un 2. maddesinin 1. fıkrasının i bendine göre, tarım alanlarının toplulaştırılması sürecinde de fiziki bir planlamaya ihtiyaç duyulacağı ortadadır. Çünkü arazi toplulaştırılması sırasında, kadastral haritalara bağlı kalınarak yapılan toplulaştırma faaliyeti hem bölgedeki sosyal, ekonomik yaşamda hem de ekolojik koşullarda yeniden düzenlemeyi zorunlu kılacak niteliktedir.

Bu yönde yapılacak bir toplulaştırma faaliyetleri için de çevre düzeni planı hükümlerine bağlı kalınarak, jeolojik, hidrolojik ve ekolojik koşullar ile sosyo ekonomik kriterler arasında bağ ve denge kurularak toplulaştırma yapılması gerekecektir. Kaldı ki 3202 sayılı Kanun kapsamında imar planlaması yapılarak toplulaştırma yapılacağına ilişkin düzenlemeden de anlaşılacağı üzere, plan hiyerarşisi doğrultusunda bir alanda nazım ve uygulama imar planları üst ölçekli planlarla uyumlu olması beklenir. Bu nedenle de mera vasfındaki alanlarda, toplulaştırma gerekçesiyle yapılacak tahsis amacı değişikliklerinin, "1/5000 ölçekli harita veya bu haritanın olmadığı durumlarda 1/25000 ölçekli harita,  toplulaştırma yapılacak alanların eski ve yeni durumlarını gösterir paftalara"   uygun olacağının düzenlenmesi, öncelikli olarak 3202 sayılı Kanun‘a aykırıdır.

3202 sayılı Kanun, planlama yapmayı zorunlu bir ön koşul saymış;  imara açma ve toprak verimliliğini arttırma amacıyla arazi toplulaştırılması sürecinde planlama yapılması gerektiği açıkça düzenlemiştir.  Bu düzenlemeye aykırı olacak şekilde, haritalara bağlı kalınarak toplulaştırma yapılaması hukuka aykırıdır.

Bu nedenle dava konusu edilen Yönetmeliğin, 2. maddesindeki "1/5000 ölçekli harita veya bu haritanın olmadığı durumlarda 1/25000 ölçekli harita,  toplulaştırma yapılacak alanların eski ve yeni durumlarını gösterir paftalar (...) ile toplulaştırma Bakanlıktan talep edilir" ibaresi hukuka aykırıdır ve iptali gerekir.

ANAYASAYA AYKIRILIK İDDİAMIZ HAKKINDA

5.1.) Dava konusu edilen 25.2.2011 tarih ve 27857 sayılı Resmi Gazete‘de yayımlanarak yürürlüğe giren, "Mera Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılması Hakkında Yönetmeliğin"  dayanağı olarak "(Ek:RG-25/2/2011-27857) 3/7/2005 tarihli ve 5403 sayılı Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunu" da gösterilmiştir. Bu Kanun‘a göre yapılacak toplulaştırma için de dava konusu edilen yönetmelik uygulanacaktır. 5403 sayılı Kanun‘un Arazi Toplulaştırılması ve Dağıtımı başlıklı 17. maddesinin 4. fıkrasına göre:  "Toplulaştırma sahası olarak tespit edilen yerlerde bulunan Hazinenin özel mülkiyetinde ve Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan ve toplulaştırma amaçlarına uygun olarak değerlendirilmesi mümkün olan tarım arazileri, Bakanlığın talebine istinaden vasfına ve mevcut kullanım şekline bakılmaksızın Maliye Bakanlığınca Bakanlığa tahsis edilir." Mera Kanunu‘nun 5. maddesinde Meraların devletin hüküm ve tasarrufunda olan yerler olduğu belirtilmektedir. Bir meranın tahsis amacı değiştirilmeden mera vasfı dışında kullanılamayacağı da yine Mera Kanunu‘nun 14. maddesinde açıkça belirtilmektedir.

Anayasa‘nın, "Tarım, hayvancılık ve bu üretim dallarında çalışanların korunması" başlıklı 45. maddesinde "Devlet, tarım arazileri ile çayır ve meraların amaç dışı kullanılmasını ve tahribini önlemek, tarımsal üretim planlaması ilkelerine uygun olarak bitkisel ve hayvansal üretimi artırmak maksadıyla, tarım ve hayvancılıkla uğraşanların işletme araç ve gereçlerinin ve diğer girdilerinin sağlanmasını kolaylaştırır." Denilmektedir.

Anayasa‘nın, "Tarih, Kültür ve Tabiat Varlıklarının Korunması" başlıklı 63. maddesine göre de, "Devlet, tarih, kültür ve tabiat varlıklarının ve değerlerinin korunmasını sağlar, bu amaçla destekleyici ve teşvik edici tedbirleri alır."

 Bu maddeler ile birlikte mera alanlarının devletin hüküm ve tasarrufu altında özel olarak koruma altında olduğu ortadadır.

Ancak 5403 sayılı yasanın 17. maddesinde,  toplulaştırma amacına uygun olarak değerlendirilmesi mümkün olan tarım arazilerinde,  Bakanlığın talebine bağlı olarak, mevcut kullanım şekline ve vasfına bakılmaksızın, toplulaştırma yapılması Anayasa‘ya aykırıdır. Anayasa‘nın emredici hükümleri dolayısıyla, devletin hüküm ve tasarrufunda olan bir meranın, öncelikli olarak mera olarak korunması gerekmektedir. Buna göre, tarım arazisinin vasfının değiştirilmesi sağlanmadan toplulaştırması yapılamaz.

Ancak Kanun‘un 17. maddesindeki, mera niteliğindeki bir alanın vasfına ve kullanım biçimine bakılmaksızın toplulaştırma amacına uygun olarak değiştirileceği dair düzenleme Anayasa‘nın 45. ve ve 63. maddelerine aykırıdır.  Bu nedenle 5403 sayılı Kanun‘un 17. maddesinin 4. fıkrasında yer alan, "vasfına ve mevcut kullanım şekline bakılmaksızın" ibaresinin iptali için Anayasa Mahkemesi‘ne gönderilmesini talep etme zorunluluğu doğmuştur.  Bu maddede ki düzenlemenin iptali gerekir.

5.2.) Dava konusu ettiğimiz Yönetmeliğin dayanak Kanunu olan Mera Kanunu‘nun 14. maddesinin 1. fıkrasının h bendinin 5. paragrafı, "Durum ve sınıfı çok iyi, iyi ve orta ile arazi kullanım kabiliyet sınıfı bir, iki, üç olan mera, yaylak ve kışlaklarda birinci fıkranın (a), (f) ve (g) bentleri hariç, tahsis amacı değişikliği yapılamaz."  şeklinde düzenlenmiştir.

Mera Kanunu‘nun 14. maddesi,

"(Değişik: 5178 - 27.5.2004 / m.3) Tahsis amacı değiştirilmedikçe mera, yaylak ve kışlaktan bu Kanunda gösterilenden başka şekilde yararlanılamaz. Ancak, bu Kanuna veya daha önceki kanunlara göre mera, yaylak ve kışlak olarak tahsis edilmiş olan veya kadimden beri bu amaçla kullanılan arazilerden;

•a)      Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığının talebi üzerine, 3213 sayılı Maden Kanunu ve 6326 sayılı Petrol Kanunu hükümlerine göre, arama faaliyetleri sonunda rezervi belirlenen maden ve petrol faaliyeti için zaruri olan, (...)

            f ) Ülke güvenliği ve olağanüstü hal durumlarında ihtiyaç duyulan,   (...)

            g ) Doğal afet bölgelerinde yerleşim yeri için ihtiyaç duyulan,

Yerlerin, ilgili müdürlüğün talebi, komisyonun ve defterdarlığın uygun görüşü üzerine, valilikçe tahsis amacı değiştirilebilir ve söz konusu yerlerin tescilleri Hazine adına, vakıf meralarının tescilleri ise vakıf adına yaptırılır." hükmüne yer vermektedir.

Anayasa‘nın 44. maddesi ise,  "Devlet, toprağın verimli olarak işletilmesini korumak ve geliştirmek, erozyonla kaybedilmesini önlemek ve topraksız olan veya yeter toprağı bulunmayan çiftçilikle uğraşan köylüye toprak sağlamak amacıyla gerekli tedbirleri alır." Şeklindedir.

Türkiye son yıllarda mera alanlarını giderek yitiren bir ülkedir. Bu nedenle, kentsel alanlarda yaşanan gıda kaynaklı pek çok sorunun yanı sıra tarımsal nüfusun kentte istihdamında da pek çok sorun bulunmaktadır. İstihdam yaratan bir üretim alanının korunması, öncelikli hedeflerimizdendir. Bununla birlikte maden arama ve petrol arama faaliyetlerinin nitelikli tarım arazileri üzerinde istisnaya tabi tutulması Anayasa‘nın 44. maddesine aykırıdır. Bu nedenle de Mera Kanunu‘nun 14. maddesinin h bendinin 5. paragrafındaki "birinci fıkranın a, f, g bentleri hariç" ifadesinin iptali gerekmektedir. Bu nedenle iptal talebimizin Anayasa Mahkemesi‘ne götürülmesi gerekir.

YÜRÜTMEYİ DURDURMA NEDENLERİ

a) Tarımsal Üretim ve Geliştirme Genel Müdürlüğü verilerine göre, 2005 yılından bu yana tarım dışına çıkarılan alan sayısı 382.712 hektara ulaşmış durumdadır. Bu rakamlar her gün katlanarak artmaktadır. Türkiye‘nin tarım ve hayvancılık potansiyelinin ekolojik ve sürdürülebilir hale gelmesi için tarım ve hayvancılıktan beslenen nüfusun pozitif ayrımcılığa tabi tutulması gerekirken son yıllarda sermaye birikiminin su, gıda ve enerji alanlarında yoğunlaşmasıyla birlikte bu alanda yoğun bir yağma yaşanmaktadır. Bu yağmanın sonucunda hukuk kuralları ise sadece şirketlerin yapacakları başvurulara ilişkin usul ve esasları düzenleyen esnek hukuk metinleri haline gelmiştir. Uygulanmayan yargı kararları, yargı kararlarını uygulanmaz hale getirecek idari tasarruflar birlikte düşünüldüğünde yargısal denetim aracını kullanarak kamu yönetiminin çok taraflı olmasını amaç edinen hukuk kuralları işletilemez boyutlara gelmiştir.  

b)Buna rağmen bir kez daha Danıştay yoluyla yargısal yolla denetim ve karar alma süreçlerine katılım aracı işletilmeye çalışılmaktadır. İdarelerin sandığı gibi demokratik kitle örgütlerinin bu davaları açmasındaki amacı idarenin işletilemez hale gelmesini sağlamak değil, idarenin sermaye lehine hukuku işlevsiz kılma çabasına dur demek amacı taşımaktadır.

c)Türkiye‘de son yıllarda enerji nakil hatlarının geçirilmesine dayalı bir enerji politikasının göbeğinde yer almaktadır. Türkiye‘ye bu noktada biçilen rol bir kervan yolu olmaktan daha anlamlı bir yol değildir. Türkiye‘nin binlerce yıldır uygarlıklarıyla beslenmiş ve coğrafyasını doyurmaya başlamış bereketli varlıkları birer birer piyasanın malı haline getirilmiştir. Bugün yediğimiz ve içtiğimizin tadını alamıyorsak, sofralarımızda sağlıklı gıdaya ulaşamıyorsak bunun sorumluluğunu hepimizi hissetmek ve bilmek zorundayız. Bu bir hak olduğu kadar bir ödevdir de..Bu ödevin verdiği sorumluluk hissiyle hareket ederek dava konusu yönetmeliğin, mera alanlarında yaratacağı tahribatı görmek mümkünüdür. Pek çok kirli yatırım projesi ÇED yaptırmadan, planlama çalışmasına tabi olmadan kısa bir süre içinde yatırım yapmak istemekte ve bunu da en az maliyetle yaparak en çok karı elde etmek için yapmaktadır. Kamu hizmeti vermekle sorumlu idare ise bu durumda sadece bu çıkar çevrelerinin yasalarını yaparak hukuk düzeninin sağlanmasına olanak yaratamaz.                      

d) Nabuco projesi gibi gaz ve enerji projeleri onarılamaz tahribatları meralarda pekiştirecektir. Yıllarca savaş ve yatırımsızlıkla kör bir bıçak haline getirilen meralar şimdi de sermayenin saldırganlığının yeni kurbanlarıdır. Bu aşamada yürütmenin durdurulması kararı verilmediği takdirde, Bu nedenle Anayasanın l25.maddesi ile tanınan yargısal denetimi engelleyecek nitelikteki idari uygulamaların Hukuk Devleti anlayışı ile bağdaştırılmasına olanak yoktur.

İdari Yargılama Usulü Kanunu‘nun 27.maddesine göre:  "Danıştay ve idari mahkemeler, idari işlemin uygulanması halinde telafisi güç ve imkânsız zararların doğması ve idari işlemin açıkça hukuka aykırı olması şartlarının birlikte gerçekleşmesi durumunda gerekçe göstererek yürütmenin durdurulmasına karar verebilirler." denilmek suretiyle mahkemelerce yürütmeyi durdurma kararı verilebilmesi için dava konusu işlemin açıkça hukuka aykırı olması ve idari işlemin uygulanması halinde telafisi güç veya imkânsız zararların doğması şartlarının birlikte gerçekleşmesini aramıştır.

Her ne kadar idarenin işlemlerinin icrailik niteliği taşıdığı ve aksi yargı kararları ile kanıtlanıncaya kadar icra edilebilir olduğu gerçeği göz önünde bulundurulsa da; idari yargılama usulüne has olan yürütmeyi durdurma müessesinin amacı ve varlık nedeni dikkate alındığında, dava sonucu beklenmeden davalı idare işlemin icra edilebilir olma niteliği ortadan kaldırılmaması davacılar ve doğa nezdinde ağır sonuçlar doğurması engellenmeli, mera varlıkları sermayenin insafına bırakılmamalıdır.

HUKUKİ SEBEPLER                      : Anayasa, 2872, 3194, 5104, 4342, 3202 ve 3083 sayılı yasalar İd. Yrg. Us. K.,Vs. ve her türlü yasal delil

DELİLLER                           : Danıştay 13. Dairenin 2010/3469 E. Sayılı dosyası, Anayasa Mahkemesi‘nin 15/1/2009 tarihli ve E.:2006/99, K.:2009/9 sayılı Kararı , Dava konusu düzenleyici işlem ve sair yasal deliller.

SONUÇ VE İSTEM             : Yukarıda açıklanan ve resen rastlanılacak nedenlerle 25.2.2011 tarih ve 27857 sayılı Resmi Gazete‘de yayımlanarak yürürlüğe giren, "Mera Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılması Hakkında Yönetmelik" in 2. maddesinin 2. fıkrası ile değiştirilen Mera Yönetmeliği‘nin ‘Tahsis Amacının Değiştirilmesi‘ başlıklı  8.maddesinin 5. fıkrasının a bendinin 6. alt bendini değiştiren ve imar planı olmaksızın vaziyet planına göre tahsis amacının değiştirilmesine imkan veren "6) Doğal afet bölgelerinde yerleşim yeri için ihtiyaç duyulan yerlerin tahsis amacı değişikliği talebinde, söz konusu yerin afet bölgesi ilan edildiğine ve Doğal Afet Sigortaları kapsamında olduğuna dair belge, vaziyet planı ve Komisyonca istenecek diğer bilgi ve belgeler" İbaresinin,

Dava konusu Yönetmeliğin 2. maddesinin 3. fıkrası ile değiştirilen Mera Yönetmeliği‘nin ‘Tahsis Amacının Değiştirilmesi‘ başlıklı 8.maddesinin 5. fıkrasının a bendine eklenen 7. alt bendin, "gerekli bulunan mera, yaylak ve kışlakların zorunlu hallerde, ilgili müdürlük veya Genel Müdürlükten yatırım projesi, gerekçeli rapor, lisans, talep edilen alanın 1/5000 ölçekli harita üzerine işlenmiş vaziyet planı, ÇED raporu gerektiren yatırımlar için ÇED raporu, (...) ile tahsis amacı değişikliği yapılabilir." İbaresinin,

Yine dava konusu Yönetmeliğin 2. maddesinin 5. fıkrası ile değiştirilen Mera Yönetmeliği‘nin ‘Tahsis Amacının Değiştirilmesi‘ başlıklı 8.maddesinin 5. fıkrasının a bendine eklenen 8. alt bendin " ihtiyaç duyulan yerlerin, zorunlu hallerde, ilgili müdürlük veya Genel Müdürlükten gerekçeli rapor, jeotermal kaynak kullanım izni veya ruhsat, talep edilen alanın 1/5000 ölçekli harita üzerine işlenmiş vaziyet planı, ÇED raporu, (...) ile tahsis amacı değişikliği yapılabilir." İbaresinin,

Dava konusu Yönetmeliğin 2. maddesinin 6. fıkrası ile değiştirilen Mera Yönetmeliği‘nin ‘Tahsis Amacının Değiştirilmesi‘ başlıklı 8.maddesinin 5. fıkrasının a bendine eklenen 9. alt bendin "yapılacak toplulaştırma için ihtiyaç duyulan yerlerde Bakanlar Kurulu kararı, 1/5000 ölçekli harita veya bu haritanın olmadığı durumlarda 1/25000 ölçekli harita,  toplulaştırma yapılacak alanların eski ve yeni durumlarını gösterir paftalar (...) ile toplulaştırma Bakanlıktan talep edilir" İbaresinin iptali;

İlgili maddelerin iptal edilmesi halinde yönetmeliğin uygulanamayacağından tamamının iptaline,

 

-Dava konusu işlemin açıkça hukuka aykırı olması, işlemin uygulanması halinde telafisi imkansız zararların doğacak olması nedenleri ile öncelikle idarenin savunması alınmadan ya da postada geçecek olan tebligat süresi de dikkate alınarak İYUK m. 27/4‘ün göndermesi ile 16. maddede belirtilen savunma süresi kısaltılarak yürütmesinin durdurulmasına,

5403 sayılı Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunu‘nun 17. maddesinin 4. fıkrasındaki "vasfına ve mevcut kullanım şekline bakılmaksızın" ibaresinin,

4342 sayılı Mera Kanunu‘nun 14. maddesinin h bendinin 5. paragrafında " (a), (f) ve (g) bentleri hariç," ibaresinin

iptali istemiyle Anayasa Mahkemesi‘ne gönderilmesine,

 

- Yargılamanın duruşmalı yapılmasına,

- Yargılama giderleri ve vekalet ücretinin davalı idareye yükletilmesine,

Karar verilmesi arz ve talep olunur.

     

 Ekoloji Kolektifi Derneği  Vekilleri                 TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası Vekili

 Av. Cömert Uygar ERDEM                                     Zühal SİRKECİOĞLU DÖNMEZ

                       

Av. Mahmut Fevzi ÖZLÜER

KESK

Tarım Orkam Sen Vekili

Av. Emrah ÖNER

 

 

 

 

 

EKLER          :

 

EK 1: Dava konusu 25.2.2011 tarihli yönetmelik

EK 2: Ekoloji Kolektifi Derneği Tüzüğü

EK 3: Danıştay 13. Dairenin 2010/3469 E. Sayılı Kararı

EK 4: Anayasa Mahkemesi‘nin 15/1/2009 tarihli ve E.:2006/99, K.:2009/9 sayılı Kararı

EK 5: Mera Yönetmeliği, Resmi Gazete Tarihi: 31.07.1998 Resmi Gazete Sayısı: 23419

ZORUNLU BİR DİPNOT: 2872 sayılı Çevre Kanunu‘nda değişiklik yapan 5491 sayılı Kanun‘un 7. maddesine göre, "Petrol, jeotermal kaynaklar ve maden arama faaliyetleri, Çevresel Etki Değerlendirmesi kapsamı dışındadır." Hükmü konulmuştur. Ancak bu Kanun değişikliği Anayasa Mahkemesine taşınmış ve  Anayasa Mahkemesi‘nin 15/1/2009 tarihli ve E.:2006/99, K.:2009/9 sayılı Kararı ile 2872 sayılı Yasa‘nın değiştirilen 10. maddesinin üçüncü fıkrasında "Petrol, jeotermal kaynaklar ve maden arama faaliyetleri, Çevresel Etki Değerlendirmesi kapsamı dışındadır." Hükmü iptal edilmiştir. Anayasa Mahkemesinin anılan kararının gerkçesinde,

"Anayasa‘nın 56. maddesinin birinci ve ikinci fıkrasında "Herkes, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir. Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek Devletin ve vatandaşların ödevidir." hükmü yer almaktadır. Anayasa‘nın 56. maddesinin gerekçesinde, vatandaşın korunmuş çevre şartlarında, beden ve ruh sağlığı içinde yaşamını sürdürmesini sağlamanın Devletin ödevi olduğu, Devletin hem kirlenmenin önlemesi hem de tabiî çevrenin korunması ve geliştirilmesi için gereken tedbirleri alması gerektiği belirtilmiştir. Yasa‘nın değiştirilen 10. maddesinde belirtilen çevresel etki değerlendirmesi, aynı Yasa‘nın değiştirilen 2. maddesine göre gerçekleştirilmesi plânlanan projelerin çevreye olabilecek olumlu ve olumsuz etkilerinin belirlenmesinde, olumsuz  yöndeki etkilerin önlenmesi ya da çevreye zarar vermeyecek ölçüde en aza indirilmesi için alınacak önlemlerin, seçilen yer ile teknoloji alternatiflerinin belirlenerek değerlendirilmesinde ve projelerin uygulanmasının izlenmesi ve kontrolünde sürdürülecek çalışmaları ifade eder.

Günümüzde çevrenin kirlendikten veya bozulduktan sonra eski hale getirilmesinin çok külfetli olması, hatta kimi durumlarda olanaksız bulunması nedeniyle, kirlenen çevreyi temizleme veya bozulan çevreyi onarma yerine, olumsuz etkileri baştan önlemenin yöntemleri aranmaktadır. ÇED, kalkınma ve ekonomik gelişme için yapılacak yatırım ve faaliyetlerin, doğayı tahrip etmeden ve çevreyi kirletmeden gerçekleştirilmesinde kullanılan yöntemlerden birisidir. ÇED ile korunmaya çalışılan temel unsur, çevre ve bu çevre içerisindeki varlıklardır. ÇED kapsamı dışında tutulan arama faaliyetlerinin, biyolojik çeşitlilik üzerinde ya da doğada değişiklikler meydana getirebileceği, bu değişikliklerin uzun dönemli etkilerinin olabileceği, bu nedenle çevre için riskler taşıdığı açıktır. Bu açıdan kural kapsamındaki arama faaliyetinde, mevcut risklerin ortadan kaldırılabilmesi ve önlenebilmesi için ÇED‘in öngörülmesi, Anayasa‘nın 56. maddesinde Devlete verilen çevrenin korunması yükümlülüğünün bir gereğidir. Kuralla, petrol, jeotermal kaynaklar ve maden arama faaliyetlerinin çevresel etki değerlendirilmesi kapsamı dışında tutulması Anayasa‘nın 56. maddesine aykırıdır. Kuralın iptali gerekir. " hükmüne yer verilmiştir. Bu iptal kararı Resmi Gazete‘nin 8.7.2009 tarih ve 27282 sayılı nüshasında yayınlanmış ve yayınlandıktan 6 ay sonra da 8.1.2010 tarihinde de yürürlüğe girmiştir.

Bununla birlikte maalesef ki, Çevre Bakanlığı‘nın resmi internet sayfasında, bu anayasa mahkemesi kararı 2872 sayılı Kanun‘un iptal edilen üçüncü maddesine işlenmemiştir. Bu değişikliğin işlenmemesinden de kaynaklanabilecek bir nedenle, dava konusu yönetmelikte tahsis amacı değişikliğinde, ÇED OLUMLU ya da ÇED GEREKLİ DEĞİLDİR kararı alınarak mera tahsisi yapılabileceği yasa yapıcıların "gözünden kaçmıştır" Bu vesileyle dava dilekçemizi okuyan Bakanlılık yetkililerinin bir an önce Bakanlık sayfasında ki eski Çevre Kanunu‘nu değiştirerek toplumun sağlıklı bilgi edinmesi ve doğabilecek idari kusurlardan kaynaklı kamuyu koruması için gerekli tedbirleri alması gerekir.

Okunma Sayısı: 3115