GIDA GÜVENCESİ İÇİN YENİ BAĞIMSIZ BİR TARIM MODELİ… - DÜNYA GIDA

GENEL MERKEZ ( )
01.12.2006 (Son Güncelleme: 01.12.2006 13:50:15)

Özlem AS

16 Ekim Dünya Gıda Günü etkinlikleri kapsamında TMMOB Gıda Mühendisleri Odası, Kimya Mühendisleri Odası ve Ziraat Mühendisleri Odası tarafından 13-14 Ekim tarihlerinde Ankara‘da "Dünya Gıda Günü 2006 Sempozyumu" düzenlendi.

Gıda güvenliği ve gıda güvencesine ilişkin sorunlar ve politikaların tartışıldığı iki gün boyunca; ‘Gıda Güvencesi İçin Tarıma Yatırım‘, ‘Gıda Güvencesi Sektörel Analiz‘, ‘Belgelendirme, Laboratuvarlar ve Örgütlenme‘, ‘Gıda Güvencesi-Gıda Güvenliği‘, ‘Gıda Sanayiinde Yenilikler‘ ve ‘Gıda Hizmetlerinde Kamusal Yapılanma‘ başlıklı oturumlar gerçekleştirildi. Ayrıca TBMM‘de grubu olan partilerin temsilcileri ile her üç odanın başkanlarının katıldığı ‘Konunun Taraflarının Gıda Güvencesi-Gıda Güvenliği ve Hizmetlerine Bakışı‘ konulu bir panel gerçekleştirildi ve sorunlara yönelik çözüm önerileri tartışıldı.

Sempozyum süresince özellikle yetkilerin tek elde toplanmasının önemi, yetkili bakanlığa gıda denetiminde söz sahibi olan meslek guruplarından acilen eleman alınması gerekliliği, ulusal tarım ve gıda politikalarının oluşturulmasının hayati öneme sahip olduğu konuşmacılar ve katılımcılar tarafından vurgulandı.

Yatırım eksikliği kapatılmalı

Ziraat Mühendisleri Odası Başkanı Gökhan Günaydın yaptığı açılış konuşmasında, Türkiye‘de 580 bin insanın açlık sınırının altında yaşadığını belirterek "Başka bir deyişle, eğer komşusunun yardımını almaz ise, açlıktan ölme tehlikesiyle karşı karşıyadır. IMF  ve Dünya Bankası politikalarıyla üretimden kopartılmış insanlara Sosyal Yardımlaşma Fonu‘nun ya da belediyelerin ianeleriyle yaşayabilecekleri, ayakta kalabilecekleri bir çerçeve sunmaya çalışıyoruz. Bu, Türkiye için bir onur kaybını ifade ediyor" dedi.

Türkiye gibi tarımsal potansiyeli yüksek bir ülkenin böyle bir çerçeveyi şiddetle reddetmesi gerektiğini kaydeden Günaydın, bunun için yatırım eksikliğinin kapatılması gerektiğini söyledi. Günaydın, "Üretim maliyetlerini düşürücü, verimliliği yükseltici, doğayla dost, bu ülke insanının yine insanlık için yürüttüğü yeni bağımsız bir tarım modeline ihtiyacımız var" diye konuştu.

Dünyada üretilen tarımsal ürünlerin, dünyadaki tüm insanları doyurmaya yettiğini ancak efektif talep yaratılmadığı için sorunun çözülemediğini kaydeden Günaydın, şunları söyledi: "Dünyada yaklaşık 1 milyar insan, bugün açlık tehdidiyle karşı karşıya bulunuyor. Yani 6 kişiden 1‘i açtır dünyada. Aslında dünyadaki gıda ürünleri yeterli. Ancak efektif talep yaratamıyorsanız, başka bir deyişle cebinizde gıda ürünü satın alacak para yoksa, bu ‘uygarlık‘, sizin açlıktan ölmenizi yalnızca seyrediyor demektir. Dünyadaki kirli tarım ticaretinin gıda yardımları üzerinden de yürüdüğünü mutlaka görmeliyiz. Şu gerçeklik hepimizin içini acıtmıyor mu? Bir Afrika ülkesinde herhangi bir merkez ülkenin kahve ihtiyacını karşılamak için kahve üretimi-ihracatı devam ederken, o ülkenin insanları temel gıda maddelerine ulaşamadıkları için açlıktan ölebiliyorlar. Bütün bu tablo, karşı karşıya bulunduğumuz vahşi kapitalizmin ne denli acımasız olduğunu bir kez daha bizlere gösteriyor."

Gıda Mühendisleri Odası Başkanı Petek Ataman ise yaptığı konuşmada, Türkiye‘de gıda denetiminin yetersiz olduğunu ve Tohumculuk Yasa Tasarısı ile GDO işgaline zemin hazırlandığını söyledi. Ataman, "Bizler topluma sesimizi duyurabilir, yol gösterebilir, hassasiyeti artırabiliriz" dedi.

"Doğal su kaynaklarımız tehlikede"

Çok sorunlu bir coğrafyada yer almasına karşın Türkiye‘nin yeraltı ve yerüstü kaynakları ve tarımsal çeşitliliği ile dünyada ender rastlanan olanaklara sahip bir ülke olduğunu belirten Kimya Mühendisleri Odası Başkanı Hasan Küçük, yeterince sanayileşilemediği gibi doğal kaynakların da korunamadığını söyledi. Küçük, "Sulamadaki yanlışlıklar doğal su kaynaklarımız olan Amik Gölü, Akşehir, Beyşehir, Tuz gölü, Esme kaya, Kulu, Kastel gölü, Bafa gölü, Sultan sazlığı, Seyfe, Burdur, Manyas ve Ulubat gölleri, Kızılırmak ve Gediz deltalarını ciddi birer tehlikeye atıyor. Gavur ve Akşehir gölleri de yok olmakla karşı karşıya" dedi.

Öte yandan gıdaların denetlemesinde yaşanan yetki karmaşasından doğan kaosun giderilmesi gerektiğini belirten Küçük, "Ayrıca denetlemede önemli bir yer tutan standartlar ve laboratuarların akredite olması ile bağlantılı olası sorunlara hazırlıklı olmak için, gelecekte yaşanabilecek olumsuzlukları da öngören bir yaklaşım sergilenmeli" diye konuştu.

Gelişmiş ülkelerin tarım politikaları

İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi öğretim görevlisi Prof. Dr. İzzettin Önder, ‘Tarım ve gıda sektöründe son çeyrek yüzyılda kamusal ve özel yatırım-gıda sektöründe yabancı sermaye kullanımı‘ adlı bir sunum yaptı.

Gelişmiş batı ekonomilerinde tarım ve gıda sektörünün sanayileşmiş ve yüksek verimlilikle üretim yapıyor olmasının, özellikle gelişmekte olan ekonomilerde bu sektörün kamusal korumaya alınması için önemli bir neden olduğunu kaydeden Önder, "Zira, küreselleşme politikaları bağlamında ekonomilerin korumasız olarak dış ticarete açılması, farklı güç ve yapılardaki ekonomileri karşı karşıya getiriyor. Bu oluşum çerçevesinde gelişmiş ekonomiler birikmiş tarım ürünleri için piyasa arayışlarını sürdürürken, gelişmekte olan ekonomiler istilâ edilerek tarımsal yapıları çökertiliyor; gıda sektörü el değiştiriyor. Hatta, verimlilik ve birim maliyetleri ölçütleriyle de daha avantajsız durumda olan bazı gelişmiş ekonomiler, ürünlerine üretim ve uluslararası piyasalarda pazarlama aşamasında malî destekler sağlayarak, üretim potansiyellerini korumaya ve çiftçilerine istihdam olanağı yaratmaya çalışıyor" diye konuştu.

Tarım-gıda sektörünü serbest piyasaya terk etmek yanlış

Türkiye‘de de durumun pek parlak olmadığını dile getiren Önder, gıda sektöründe işletmelerin yaygın, çoğunlukla markadan-uluslararası standartlardan yoksun olduğunu ve ancak üçte birinin denetlenebildiğini söyledi. Söz konusu durumun gıda güvencesi ve sağlık alanlarında olduğu kadar, ihracatta da büyük sorunlar yarattığını belirten Önder, bakanlık tarafından yapılan desteklerin ve denetimlerin son derece yetersiz olduğunu bildirdi. Önder, "Sektör, düzensiz piyasa koşullarında kâr güdüsü ile tetiklenen kişi ve/veya kurumlara terkedilmiş durumda. Durum böyle olunca, halk sağlığı ve güvencesi yanında etkili ihracat olanaklarının yaratılması bakımından da çözüm iki farklı uçta aranabilir. Bunlardan birincisi, kamusal destek, yönlendirme ve denetimlerin artırılması ve etkinleştirilmesi, ikincisi ise sektörü tümü ile piyasaya ve dış sermayeye açmak. Bu seçeneklerin ortaya koyacağı ekonomik sonuçlar ise çok farklı olacak" şeklinde konuştu.

"Sektörü tümü ile serbest piyasa koşullarına terk etmek, temelde tarım ve bunun uzantısında gıda sektöründe üretim ve dağıtım kanallarının güçlü dış sermayenin iradesine bırakmak anlamına gelir" diyen Önder, güçlü dış sermayenin ise, zeytin, fındık vb gibi doğal koşullar itibariyle Türkiye‘nin avantajlı olduğu sahaları ele geçirmeye, buna karşın hayvancılık vb gibi kendisinin avantajlı olduğu ve stok fazlasının bulunduğu alanları ise çökertme politikası güderek, Türkiye tarım ve gıda sektörünü kendi programına eklemlemeye çalıştığını kaydetti.  Önder, "Açıktır ki, her iki durumda da hem üretici aileler, hem de tüketici konumundaki tüm kamuoyu zarar görür. Üstelik, bu yolla gıda güvencesinin sağlandığı da iddia edilemeyeceği gibi, ihracat gelirlerinin de tümü ile ülke ulusal gelirine girmesi söz konusu olmaz. Zira, yabancı firmalar iç tüketimden sağlayacakları kârlar yanında ihracattan elde ettikleri gelirleri de kendi merkezlerine transfer ederek  söz konusu sektör ve kesimler yoluyla gerçekleştirilen yurtiçi hasıla ile millî gelir arasındaki fark millî gelir aleyhine açılır. Yurtiçi hasıla hesabıyla ekonomi zenginleşmiş gibi görüntü verirken, millî gelir itibariyle geri kalır" dedi.

İleri teknoloji gelişmekte olan ülkelere götürülmüyor

Gıda sektörünün, güçlü batı ekonomilerinde farklı sektörlerin göreli avantajlarına dayalı olarak, gelişmekte olan çevresel konumlu ülkeler üzerinde politikalar geliştirdiğini kaydeden Önder, şunları söyledi: "İleri teknoloji ile çalışan ileri sanayi sektörlerindeki firmalar merkez ülkelerde korunurken, geri teknoloji ile çalışanlar çevreye kaydırılmaya çalışılıyor. İleri teknoloji kullanamayan sanayi dalları görece ucuz emek ve sair girdi maliyetleri avantajlarına bağlı olarak çevreye kaydırılırken, maalesef, çevre ekonomileri ülkeye hiçbir teknoloji getirmeyen bu tür kuruluşları ‘el değmeden üretim yapılıyor‘ alkışları ile kabulleniyor. Oysa, çoğu zaman bu tür gıda ürünlerinin doğal kimyasal özellikleri bozuluyor. Hatta bazı tür ilâçların yerini aldığı dahî insanlara telkin edilerek, piyasa hacmi genişletilmeye çalışılıyor."

Tutarlı bir plana dayalı tarım politikası

Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi öğretim görevlisi aynı zamanda Ziraat Mühendisleri Odası Yönetim Kurulu Üyesi olan Doç. Dr. Melahat Avcı Birsin ‘gıda güvencesi-bitkisel üretim‘ adlı bir sunum yaptı.

Türkiye‘nin bitkisel üretiminde istenen hedeflere ulaşması için tutarlı bir plan-programa dayalı etkin bir tarım politikasının uygulanması gerektiğini belirten Birsin, tarımdaki önemli sorunlara ilişkin önerilerini sundu: "Tarım işletmeleri çok küçülmüş ve parçalanmış durumda. Ortalama 5-6 parçalı ve genişliği 0,5 hektar olan tarımsal altyapıyla istenilen verimlilik sağlanamıyor. Bu durum, çiftçilerimizin gelirini artırmadığı gibi; tersine yaşam düzeylerini düşürüyor ve bu durum köyden kente göçü hızlandırıyor. İşletmelerin daha fazla küçülmesi ve bölünmesi, ulusal ekonomiye hemen hiçbir ek harcama yükü getirilmeksizin durdurulmalı. Öte yandan, Üretici Kayıt Sistemine ilişkin çalışmaların hızlı sonuçlandırılması ve sağlıklı kayıt sistemine geçilerek değişikliklerin izlenmesi de öncelikli işlemler arasında olmalı. Tarımla ilgili işlem ve kararlar için yetkili merci çokluğundan da kaynaklanan ve her girişimin verimliliğini düşüren eşgüdüm eksikliği de giderilmeli."

‘Yeni‘ gıdalarda belirleyici rolü AB oynayacak

İTÜ Gıda Mühendisliği Bölümü‘nden Prof. Dr. Artemis Karaali, yeni gıdalar (novel) ile ilgili bir sunum yaptı.

Karaali, AB‘de yeni gıdalar kapsamına giren ürünler ve piyasa sunumu için gerekli kriterler ile ilgili bilgi verdi. Karaali, "AB‘de tüketilmediği halde başka ülkelerde geleneksel olarak üretilen ve tüketilen gıdalar (‘Noni‘ meyve suyu, içinde canlı akrep bulunan alkollü içki vb.), yeni geliştirilen inovatif ingrediyenler ve bunlarla üretilen ürünler (fitosteroller) ve teknolojiyle üretilen ürünler (GM, yüksek basınçla pastörizasyon) yeni gıdalar kapsamına giriyor. Bu ürünlerin piyasaya sunulabilmesi için, tüketici sağlığı açısından sakıncasının olmaması,  tüketiciyi yanıltmaması ve herhangi bir başka gıda veya gıda ingrediyeninin yerine kullanıldığında tüketicinin beslenme durumu  açısından dezavantaj getirmemesi gerekiyor."

Türkiye açısından konuyu değerlendiren Karaali, "Bu konudaki yasalarımızda  en belirleyici rolü AB ile ilişkilerimiz oynayacak. Mevzuatımızın AB müktesebatı ile  uyumlaştırılması sürecinde AB‘de yeni gıdalar için uygulanmakta olan risk değerlendirme ve sıkı etiketleme kurallarının yakın gelecekte Türkiye tarafından da benimsenmesi gerekecek. Bazen yasamadaki ‘gecikme‘ler fayda sağlayabilir" şeklinde konuştu.

Sonuç bildirgesi

Sempozyumda, Türkiye‘de gıda güvencesinin teminat altına alınması için ulusal politikaların neler olabileceği, ekonomik, teknik ve hukuksal düzlemde yapılması gerekenler konunun taraflarıyla masaya yatırıldı. Bu kapsamda şunlar tespit edildi:

*Ulusal bağımsızlığımız ancak; tarım sektörümüzün bütün unsurlarıyla sürdürülebilirliğinin sağlanması, biyoçeşitliliğimiz dahil doğal ve insan gücü kaynaklarımızın ülkemiz menfaati doğrultusunda kullanılarak gıda güvencemizin teminat altına alınması ile mümkün

*Tarım Sektörü; alt yapı sorunları, girdi maliyetlerinin yüksekliği ve tarıma verilen sübvansiyonların düşüklüğü nedenleriyle üretim maliyetlerinin yüksek olması sonucunda AB ile rekabet edebilecek seviyede değildir. Bu koşullarda tarımsal ürünlerin AB ile serbest dolaşım kapsamı dahiline alınması, Türk tarımının geri dönülmez ölçüde tahribine yol açacak.

*Tüketici, gıda konusunda doğru bilgilendirilmeli, bakanlığın alt çalışma gruplarında tüketiciyi temsil eden sivil toplum örgütleri de yer almalı

*Kayıt dışılık tüm yetkili kurumların işbirliği ile engellenmeli, gıda işletmelerinin tümü kayıt altına alınmalı, gıda denetimlerinde ‘Çiftlikten Sofraya Gıda Güvenliği‘ ilkesi hayata geçirilmeli. 

*5179 sayılı yasanın yeniden düzenlenmesi ve 4‘lü paket olarak anılan ‘Gıda Kanunu‘, ‘Gıda Hijyeni ile Gıda ve Yemin Resmi Kontrolleri Kanunu‘, ‘Veteriner Hizmetleri Kanunu‘ ve ‘Yem Kanunu‘ taslaklarında; mesleki ve bireysel beklentiler aşılarak, ülkemiz gerçeklerine uygun ve gıda sanayiimizin sorunlarını çözme odaklı, halkımızın nitelikli gıdaya yeterli ve uygun fiyat üzerinden erişmesini sağlayıcı düzenlemeler yapılmalı

Okunma Sayısı: 637