TARIMIN TAMAMINDA BİYOYAKIT KULLANMAK HEDEFİMİZDİR - BİYOYAKIT DÜNYASI/KASIM 2006

GENEL MERKEZ ( )
07.12.2006 (Son Güncelleme: 07.12.2006 12:16:18)

BD: Türk tarımının temel yapısal sorunları nelerdir? Bu sorunların çözümü noktasında neler yapıyorsunuz?

Ziraat Mühendisleri Odası Genel Başkanı Gökhan GÜNAYDIN: Türkiye 77 milyon hektar yüzölçümüne sahip. Bunun aşağı yukarı üçte biri olan 24 milyon hektarda işlemeli tarım yapan 7 coğrafi bölgenin 9 tarım bölgesinde 130‘dan fazla kültür çeşidini yetiştiren aslında temel nitelikte bir tarım ülkesi Türkiye. Ulusal gelire % 11,5 civarında katkı sağlıyor. İstihdamın % 29,5‘i yine tarımdan geliyor. Böylesine büyük makro göstergelere karşın sektörün önemli sorunları var. Bu sorunların başında tarımdaki yatırım eksikliği geliyor. Örneğin; Türkiye sulayabileceği alanın hala yarısını sulayamıyor. Arazi tapulaştırması çalışması son derece yetersiz, tarla içi geliştirme hizmetleri tamamlanamamış durumda. Bunun dışında tarımsal girdilerle ilgili ciddi sorunlar var. Pazarlama kanallarında üretici örgütlenmesinde karşı karşıya olunan sorunlar bir hayli büyük. Tarımsal çıktı piyasalarında yine aynı şekilde yıldan yıla oldukça farklılık gösteren bir değişim izleniyor ve bu çerçeve tarım sektörünü istikrarsızlığa sürüklüyor. Bunun yanında ikili- dualist- tarım yapısı Türkiye‘de egemen. Başka bir deyişle bir yerde dünyanın rekabet koşullarına uyan ve hatta onun daha üzerinde üretim yapan işletmeler varken, hemen yanında öz tüketime yönelik yüzyıl evvelin teknikleriyle üretim yapan işletmeler var. Tarımsal yayın ve danışmanlık alanında ciddi eksiklikler var ve aslında bunların hepsinin ana nedeni olarak da doğru tarım politikasını yeterli kaynak büyüklükleriyle ve uygulamalı bir tarımsal kamu yönetimiyle yaşama geçirme konusunda Türkiye‘nin gereken önemi göstermemesi. Bu eksiklikler Türkiye‘nin sahip olduğu kapasiteye erişmesine engel oluyor. Yaş sebze meyve gibi Batı piyasasına entegre olmuş alanlarda Türkiye, hızlı bir gelişme gösteriyor, ama bunun yanında söylediğim gibi öz tüketime yönelik üretim yapan hane halklarının uğraşı olan hububatta ve yem bitkilerinde dünyanın çok gerisindeyiz. Genel fotoğraf böyle çekilebilir.

BD: Mevcut hükümetin tarıma yönelik icraatlarını nasıl değerlendiriyorsunuz?

G. GÜNAYDIN: 2000-2005 yılları karşılaştırması yaptığımızda şöyle bir tablo çıkıyor ortaya: Önce üretim artışlarından başlayalım. Mısırda üretim artışı var. Yaklaşık 2,5 milyon tondan 4 milyon ton düzeyine çıkmış durumda. Sütte de bir artış var, yaş meyve ve sebze üretiminde de bir artış var. Bunun karşılığında şekerpancarı 18,5 milyon tondan 11,5 milyon tona gerilemiş durumda. Tütün 200 bin tondan 143 bin tona, patates 5,3 milyon tondan 4 milyon tona gerilemiş durumda. Kırmızı et ürünleri 500 bin tondan 450 bin tona gerilemiş durumda. Bir de bunun yanında yıllar içinde üretimi çok değişmeyen hububat, bakliyat ürünleri gibi bir çerçeveden bahsedebiliriz. Makro açıdan baktığımızda örneğin, 2005 yılında 6,4 milyar dolar ithalat ve bunun karşılığında 8,2 milyar dolar tarımsal ihracat görülüyor. Bu noktada 1,8 milyar dolarlık gibi tarımda pozitif rakam verdiğimize yönelik bir düşünce ortaya çıkabilir. Ancak bunun 2 milyar doları fındıktır. Fındığı bu sepetin içinden aldığınızda Türkiye maalesef sattığından daha fazla tarım ürününü ithal eder durumdadır. Bu rakam işlerin çok da iyiye gitmediğini gösteriyor. 2004-2005 aralığında 1 milyon 300 bin kişi tarımdan kopmuştur. Bu ülkede işsizlik ortalamasının %11 civarında olduğunu düşündüğümüzde, bu kopan insanların sanayide ya da hizmetler sektöründe işlendirilmediğini görüyoruz. Bunlar işsiz kalıyorlar, kentlerin varoşlarına gidiyorlar. Bence en kötü rakam da bu ülkede 680 bin insanın mutlak yoksulluk sınırının altında yaşıyor olması. Kabaca söylenmek gerekirse mevcut iktidarın tarım politikaları, tarım sektörünün gereksinim duyulan dönüştürücü, geliştirici, kalkındırıcı bir yapıya doğru dönüştüremediğini, Türkiye‘nin geleneksel sorunlarına neoliberal düzenin yeni sorunlar eklediğini ve hızla geriye gittiğini görüyoruz.

BD: Tohumculuk Yasası neler getiriyor? Tepkinizi ve sebeplerini açıklar mısınız?

G. GÜNAYDIN: Türkiye, yaş sebze ve meyvede ihracatı bulunan sebze tohumunun % 90‘ını yurtdışından almak zorunda. İsrail‘den, Hollanda‘dan, Fransa ve ABD‘den. İhtiyacı olan hububat tohumunun ise ancak % 15-20‘sini üretebiliyor. Dolayısıyla yıllardır süregelen ancak iyiya doğru gitmeyen bir tohumculuk sektörü var. Biyoçeşitliliği mükemmel olan bir ülkede yaşıyoruz. Koskoca Avrupa kıtasında yetişen kadar bitki çeşidi üretiliyor bu ülkede. Biz bu ülkede yerli çeşitlerimizi geliştirici, Ar-Ge‘ye önemli ölüde yatırım yapıcı ve tohumculuk firmalarımızı bu çerçeveye doğru motive edici bir çerçeve çizmeliyiz. Peki mevcut yasa ne diyor? Mevcut yasanın yerli çeşitleri korumayla ilgili en ufak bir öngörüsü yok, Ar-Ge yatırımlarını yükseltmeye yönelik en ufak bir öngörüsü yok. Bunun yerine tüm piyasa işlemlerini Tohumcular Birliği‘ne devrediyor: Yani tohumun üretimi, dağıtımı, tescili, sertifikasyonu, ithalatı, ihracatı; bunlar yetmiyor piyasa denetimi, yetmiyor  hakemlik işlemleri... Bunların hepsi tümüyle Tohumcular Birliği‘ne devrediliyor. Tohumcular Birliği‘nin de yapısına baktığınızda, aslında Türkiye‘de 4-5 tane çokuluslu şirketin etrafında kümelenen "yerli firmalar" olduğunu görüyorsunuz. Bizim karşı çıktığımız yapı budur. Biz neyi özlüyoruz? Bu ülkede kendi firmamızla, kendi mühendisimizle, kendi köylümüz için, kendi çiftçimizi geliştiren kendi Ar-Ge‘mizi yapan, bağımlılığı reddeden, çağdaş, geliştirici, kalkındırıcı bir tarımsal politikayı. Mevcut yasa bunları öngörmediği için biz bu yasayı Türkiye için olumlu bir yasa olarak görmüyoruz.

BD: Biyoyakıtlara nasıl bakıyorsunuz? Türkiye‘nin "enerji tarımı" na geçmesi yapısal problemleri nasıl etkiler?

G. GÜNAYDIN: Bakın; bu ülkenin en önemli sorunu girdi maliyetlerinin çok yüksek olmasıdır ve girdide dışa bağımlı olmamızdır. Girdi maliyetleri içerisinde en büyük payı da aslında mazot alıyor. Mazota yalnızca bu yılbaşından itibaren % 40‘a varan zam yapıldı. Öyle bir tarım yapısı düşünün ki; tarımdaki çıktı fiyatı, yani pamuğun, buğdayın, ayçiçeğinin, narenciyenin, fındığın fiyatı her yıl gerileyip, buna karşın girdi maliyetleriniz sürekli artıyor. Çiftçinin böyle bir durumda tarımının sürdürülebilir olması mümkün değildir ve nitekim de işte bu kopuşlar bu nedenlerden kaynaklanıyor. Biyoyakıtlar tarımda bu çerçevede uygun bir çözümdür. Yani tarımdaki talep yetersizliğinin çözümüdür, çünkü tarımsal ürünler üretiliyor fakat talebi yok. Biz yağlı bitkilerde önce kendi açığımızı kapatıp, sonra hububatlarla ve biyoyakıtlara dönüşecek tüm diğer bitkilerin üretimi ile ulusal bir Biyoyakıt çerçevesi sağlayabiliriz. Bununla da üreticinin kendi ürettiği tohumu karşılığında yakıt elde etmesini sağlayabiliriz. Dünyada bunu yapan ülkeler var mı? ABD, Brezilya, Küba çeyrek yüzyıldan fazla bir süredir bunu yapıyor. Tarım makinelerinin hemen hemen tamamı, iş makinelerinin ço önemli bir bölümü, hatta trafiğe çıkan araçların da çok önemli bir bölümünde biyoyakıtlar kullanılıyor. Türkiye‘nin en büyük dışa bağımlılığı olan petrolden kurtulup, kendi tarımsal üretimiyle üretebildiği; kuralları, koşulları, kalitesi uygun standartlara bağlanmış bir Biyoyakıt sektörüne ihtiyacı vardır. Türkiye‘nin otomotiv endüstrisinin, iş makineleri ve tarım makineleri üreten  özel sektörün de buna göre bir yeniden yapılandırmaya ihtiyacı vardır.

BD: Alternatif ürünlere yönelişle ilgili teknik çalışmalarınızdan sözeder misiniz?

G. GÜNAYDIN: Türkiye‘de ürün çeşitliliği son derece küçük bir ürün yelpazesine doğru daralıyor ve bunlara yönelik de talepte ciddi sıkıntılar var. Bu sıkıntıların ortaya çıkması katma değeri yüksek alternatif ürünlerin kullanımı gereğini ortaya koyuyor. Ziraat Mühendisleri Odası, 2005 yılında yaptığı teknik kongreyle Türkiye‘de ekonomik olarak tüketimi yapılan tüm ürünlerin tarım ekim miktarını ortaya koymuştur ve tüm kamuoyu ve siyasilerle bunu paylaşmıştır. Bunun dışında 2006‘nın başında "2000‘li Yıllarda Tarım Sektörü Sempozyumu" ile bunları da kamuoyuyla paylaştık. 81 ilde örgütlüyüz, ya şube başkanlıklarımız ya da il temsilciliklerimiz var. Bizim üyeleriz ya özel sektörde ya da kamuda çalışan arkadaşlarımız. ZMO, dünyadaki tüm gelişmeleri, talep yaratan işlemleri üyeleri vasıtasıyla kamuoyuna sunmakta ve mühendislik hizmetleri vermektedir. Yalnız şuna çok dikkat edilmesi gerekir: alternatif ürünlerin hem ekolojik olarak, hem ekonomik olarak alternatif olması zorunluluğu vardır. Tarım belirli ekolojik yerlerde, yalnızca belirli ürünlerin yapılabilmesine olanak tanıyan bir üretim sistemidir. Bir kere ekolojik olarak üretilebilen ürün yelpazesi içerisinde, üreticinin ürünü ürettiği zaman, geleneksel ürüne göre en azından daha fazla para kazanabileceği ya da aynı düzeyde para kazanabileceği alternatifi yaratmamız gerekir. Örneğin, Türkiye‘de çay bilinmiyordu. Yani bu ekolojide yetişebilen ve bu ekolojinin geleneksel ürünü haline dönüşebilecek ürünler vardır. Ancak, bu ürünlerin ekolojik ve ekonomik olma özelliğini birlikte barındırma zorunluluğu da vardır.

BD: Malumunuz biyodizel üretiminin yerli tarıma dayandırılması konusunda ortak bir kanaat oluştu ki buna siz de önemli destek verdiniz. Bu çalışmaların sonunda TBMM‘de biyodizele yerli tarımı korumak adına 65 Ykr ÖTV getirildi. Kanunda bu husus ayırtedilmedi ve Bakanlar Kurulu kararı ile bu hususun telafi edilerek yerli tarımın korunacağı iade edildi. Nisan 2006‘da ÖTV‘nin getirilmesinden sonra 06 Haziran 2006‘da Sayın Başbakan grup toplantısında müjde olarak, yerli tarımdan yapılacak biyodizel üretiminden ÖTV‘nin muaf tutulacağına dair Bakanlar Kurulu Kararı‘nın imzaya açıldığını ifade etmişti. Ancak bu açıklamanın üzerinden 5 ay geçmesine rağmen Bakanlar Kurulu Kararı‘nın hala çıkmamasını nasıl değerlendiriyorsunuz? Esasen biyoyakıtlara yüksek ÖTV‘yi nasıl buluyorsunuz?

G. GÜNAYDIN: Şimdi bakın bu aslında Türkiye‘de uzun bir zamandan beri süregelen bir tartışma konusu. "Biyoyakıtın hammaddesi olan yağ bitkilerinde biz ithalatçıyız ve eğer bu sektörü geliştirirsek ithalat durumumuz artar ve dolayısıyla bu ulusal olamaz." Diyor bir taraf. Bir taraf da diyor ki; "Tam tersine bunu yaptıkça, yağlı tohumlara olan ihtiyaç arttıkça, bu alanda üretim artışları olacaktır." Buradaki analizde çok dikkatli olmak lazım ama ZMO‘nun genel yapısı itibariyle ikinci analize yakın olduğunu söylemek isterim. Türkiye‘de yağ bitkileri açığı vardır ama şu görülmüştür: Örneğin; mısırda yalnızca bir yıl içerisinde uyguladığınız yüksek primle kendinize yeterliliğinizi pekâlâ yakalayabiliyorsunuz. Yılda 1,5- 2 milyon ton mısır ithal eden ülke bir yılda doğru politika uygulamasıyla 4 milyon ton mısır üretimine ulaşmıştır ve bu itibarla da mısırda ithalat yapmamıştır. Ama geçen sene 330 bin olan fiyat, bu sene 260 bin olarak açıklanınca mısır üretimi yine azalmıştır ve dolayısıyla Türkiye yine mısırda ithalatçı duruma gelmiştir. Bu örnek bize neyi gösteriyor? Eğer doğru tarım politikaları uygularsanız sulanabilen alanlardaki yağ bitkileri ekimini arttırabilirsiniz. Tabii hemen ardından şunu da söylemek lazım ki bir ürünün ekiminin artması, diğer bir ürünün ekiminin azalmasına neden oluyor. Çünkü Türkiye 8,5 milyon hektar sulanabilir alandan ancak 4,5 milyon hektarını sulayabiliyor.  Demek ki biz ilave sulama yatırımları yaparak da yağ bitkileri için yeni alanlar açmalıyız. Türkiye bunları yaparsa eş zamanlı olarak yağ bitkileri açığını kapatır. Hem mevcut düzen içinde ithalat yapmayan bir yapıya dönüşürken hem de biyoyakıtlardan gelen ilave yağ bitkileri açığını da kapatabilir. Bu, isteme meselesi ve uygun politika izleme meselesidir. Eğer bu konuda hiçbir iş yapmayıp da "Biyoyakıta yönelmek bu alandaki açığımızı arttırır." derseniz, Türkiye‘nin aslında tarımsal nitelikteki dışa bağımlılığını da yağ bitkileriyle beraber perçinlemiş olursunuz. Dolayısıyla buradaki doğru politika bir taraftan biyoyakıtları desteklemek, ama eş zamanlı olarak da sulama yatırımlarını yapmak ve yağ bitkileri ekim alanlarını arttırmaktır. Bu çerçeve içerisinde de yerli tarım korunmalıdır. Bu yerli tarımın üzerine konulan vergi kime hizmet ediyor, aslında herkes biliyor. Yani bu alan bir avuç insanın kullanımına ve rantına bırakılıyor. Yerli tarım üzerinden gelen ÖTV‘nin derhal kaldırılması gerektiğini düşünüyoruz.

BD: Sizce biyoyakıtlar birer tarımsal ürün müdür? Yenilenebilir enerji kanununda mı, yoksa petrol kanunu içinde mi yeralmalıdır? Enerji Tarımı ve biyoyakıtlar nasıl yapılandırılmalı ve bu yapı içinde kimler olmalıdır? Siz bu konunun neresindesiniz? Desteklenmeli midir? Nasıl?

G. GÜNAYDIN: Çok dikkatli hazırlanmış bir soru açıkçası. Biz tarımcılar olarak biyoyakıtların tarım konseptinin dışına çıkarılmaması gerektiğini düşünüyoruz. Tarımcılar olarak bizim söyleyeceğimiz budur. Çünkü tarımsal girdi, tarımsal çıktıdır. Bunun, Türkiye‘nin petrol piyasası ile ilişkilerini düzenlemek bizim işimiz değildir. Orada da bir kaygı pekâlâ oluşabilir. Oraya yönelik ama tarımı da göz ardı etmeyecek nitelikte bir kurallar bütünü oluşturulabilir. Ama biz tarımsal girdi ve tarımsal çıktılar olması nedeniyle biyoyakıtların tarımla yan yana, tarımsal sepetin içinde olduğunu düşünüyoruz. ZMO, bu alanda hiç tartışma yokken biyoyakıtları yıllardır tartışıyordu. Ama saçma sapan bir şekilde "Küba‘nın yaptığını mı istiyorsunuz?" gibi aslında hiç de makul olmayan gerekçelerle bu isteğimiz çevrildi. Küba‘nın yanında ABD de çeyrek yüzyıldır kullanıyor. Dolayısıyla; üreticisi, tüketicisi, kooperatifi, üretici örgütleri, bu alanda çalışan özel ve kamu sektörü hep beraber bu organizasyonun içinde olarak Türkiye‘ye yararlı bir sistem pekâlâ uygulayabilir.

BD: Genel olarak biyoyakıtlar Türk tarımına ne gibi etkiler yapar? Özellikle kırsal kalkınma ve istihdam açısından değerlendirir misiniz?

G. GÜNAYDIN: AB sürecinde Türkiye‘nin yaşadığı en temel sorun tarımın gelir getirici özelliğini giderek kaybetmesi ve tarımdan istihdamın hızla kopması, buna karşılık yeni istihdam alanlarının yaratılamaması ve kentlerin varoşlarında bu işin ciddi sorunlara yol açması, siyasal, sosyal, ekonomik yeni sorunlar oluşması. Biz insanlarımızı kırdan kente doğru belli bir plan dâhilinde yöneltmek zorundayız. Kırı çökerterek insanların kentlere akması, kırla beraber kenti de çökertir. Bu çerçevede kırsal kalkınma önem kazanıyor ama kırsal kalkınma tarımdan kopmuş bir şekilde değerlendirilemez. Kırsal kalkınmanın içinde tarım en önemli bileşen olarak yerini almalıdır. Meseleye böyle baktığınızda biyoyakıtlar pekâlâ bu işin odağında olabilecek bir konudur. Çünkü bir kere ürettiğinizin para etmesi açısından size müthiş bir fırsat sunuyor. "Türkiye‘de tarım verimsiz." falan derler. Rakamlara baktığımızda aslında pamukta, şekerpancarında dünyanın en verimli ülkelerinden bir tanesidir. Türkiye‘nin sorunu yüksek maliyetle üretim yapılmasıdır. Yüksek maliyetle üretim yapmasının ardında yatan şey ise girdi maliyetlerinin yüksek olmasıdır. Dolayısıyla Türkiye, girdi maliyetlerini azaltan bir yaklaşıma girmelidir ki buradaki en önemli etken de biyoyakıtlardır. Çünkü Türkiye‘de tarımdaki en önemli girdi maliyetini mazot oluşturuyor. Eğer siz mazotu kendi kaynaklarınızdan, daha uygun fiyata oluşturabilirseniz, dünya piyasasında da rekabet edecek bir yapıya ulaşabilirsiniz ve ben ısrarla şunun altını çiziyorum ki; hem AB sürecinde hem de Dünya Ticaret Örgütü göz önün alınarak, Türkiye daha verimli, daha az maliyetle üreten, daha rekabetçi bir tarım yapısı kurgulayamazsa bundan 15-20 yıl sonra Türkiye‘de tarımdan söz edemeyeceğiz. Yani genel tablo bu derece ciddidir. İdare-i maslahat dönemi Türkiye‘de tarım açısından bitmiştir. Bu ciddiyetle bu alanı kurgulamamız gerekiyor.

BD: Organik tarımda Biyoyakıt kullanımının zorunlu olması beklenmektedir. Kaldı ki "Organik Tarım Yasası"nda da yeri olduğu ifade edilmektedir. Ne dersiniz?

G. GÜNAYDIN: Şu ana kadar yapılan düzenlemelerde bu konuda bir gelime yok. Yani herhangi bir düzenleme yok. Türkiye‘nin organik yasalarında ve yönetmeliklerinde, AB‘nin de bu konudaki düzenlemelerinde "Organik tarım için Biyoyakıt kullanmak zorundasınız." Diye bir şey yok. Ancak çevre için giderek artan oranlarda Biyoyakıt kullanılmasını teşvik eden, destekleyen bir çerçeve var. Şüphesiz biyoyakıtlar fosil yakıtlara göre daha çevreci bir konsept sunduğundan organik tarım içinde değerlendirilmesi çok da mantıklı bir yaklaşımdır ancak bunu yalnızca organik tarım ile sınırlandırmayın. ZMO Başkanı olarak, hem organik hem de konvansiyonel tarımın tamamında Biyoyakıt kullanmayı hedef olarak görüyorum.

BD: Biyoyakıtların standatlarının hazırlanması hususunda bir takım ürünlerin standart kapsamı dışında kaldığı ifade edilmektedir. Bu konuda TSE sizden hiç görüş alıyor mu? Bugüne kadar herhangi bir müdahaleniz oldu mu?

G. GÜNAYDIN: TSE bir takım standartlar konusunda ZMO‘nun görüşüne başvurur ancak biyoyakıtlar konusunda bizden herhangi bir görüş almadı. Yapılan düzenlemeler AB uyumuna yönelik olarak lanse ediliyor ancak Türkiye‘nin mevcut tarımsal üretim yapısında ürettiği ürünlerin özellikleriyle çok da bağlantılı olmadığı söyleniyor. Buna biraz daha geniş bir çerçeveden bakmak lazım. Biyoyakıtlar konusuna bu ülkede üretilen ve orijinini bu ülkeden alan ürünleri yetiştirmemiz gerekir. Ben bu çerçevede aspirin mutlaka değerlendirilmesi gereken bir ürürn olduğunu, bir çok çevre tarafından ısrarla öne çıkarılmaya çalışılan kanoladan, bu ülke için daha uygun bir ürün olduğunu düşünüyorum. Dolayısıyla biyoyakıtlar için gerekli olan standartları da hem kendi coğrafyamızdan orijinini alan ürünlerin özellikleri açısından, hem de kuşkusuz tarım makinelerinde sanayinin gereksinim duyduğu minimum kalite kriterlerini karşılaması açısından birlikte düşünmeliyiz. Burada yapılması gereken en temel iş, böyle bir standart hazırlanırken ilgili tarafların tümünün görüşlerine başvurmaktır.

Son olarak, ben derginize böyle bir alt sektör konusunu bu derece önemli bir şekilde, bu derece kaliteli bir içerikle kamuoyuna ulaştırdığı için teşekkür ediyorum. ZMO‘nun biyoyakıtlarda olduğu gibi, bu ülkeden yana tüm gelişmelerin destekçisi olacağını, bu konuda emeğini ve çabasını esirgemeyeceğini ifade etmek istiyorum.

Okunma Sayısı: 512