PANEL: TARIM SEKTÖRÜ NEDEN ÖNEMSENMELİ VE DESTEK VERİLMELİ !..

ADANA ŞUBE ( )
06.02.2007 (Son Güncelleme: 06.02.2007 16:31:22)

Yeni Adana Gazetesi‘nin, toprak-su-çevre-insan ve kültür odaklı "Çukurova Deltası" adlı Dergisi tarafından, 6 Şubat 2007 tarihinde düzenlenen, "Tarım Sektörü Neden Önemsenmeli ve Destek Verilmeli" konulu panelde, Şube Başkanımız Ayhan BARUT, Ç. Ü. Ziraat Fakültesi‘nden İbrahim ORTAŞ ve Eğitim Fakültesi Öğretim Görevlisi Sezai DURGUN panelist olarak yer aldı. Şube Başkanımız Ayhan BARUT‘un Panelde yaptığı sunum aşağıdadır:

Tarım Sektörü Neden Desteklenmelidir

                                                                                                       06.02.2007

Ekonomide, hiçbir müdahalenin olmadığı, her şeyin serbestçe işleyen piyasa tarafından tam rekabet koşullarında belirleneceği ve böylelikle kaynakların en etkin olduğu alanda rasyonel olarak kullanılacağını öne süren liberal anlayış, ancak kitaplarda öğretilen, bir ekonomik sistemin modelinin soyutlamasıdır. Gerçek hayatta böyle bir ekonomik sisteme rastlamak mümkün değildir. Günümüzde gelişmişinden az gelişmişine kadar hemen hemen tüm ülkeler, ekonomik politikalarının amaçlarına göre ekonomiye müdahale ederek şu veya bu sektörü değişen oranlarda desteklerler. Desteğin hangi sektöre hangi oranda verileceği iktisadi politikanın amaçlarına göre belirlenir. Zamanla, desteklenecek sektörler, sektörlerin öncelik sıraları değişse de tüm dünyada tarım sektörü sürekli desteklenir.

Tarım Sektörünün desteklenmesi keyfi bir tercih değil, Tarımsal üretimin kendine özgü özellikleri ve tarımsal üretimin yapıldığı kırsal alanların sosyo-ekonomik özelliklerinin getirdiği bir zorunluluktur.

Her şeyden önce tarımsal üretim, doğaya bağımlı, biyolojik bir üretimdir. Tarımsal üretimin bu özelliği onu sanayi ve hizmetler üretiminden ayıran en önemli özelliktir. Doğaya bağımlı olması, toprak ve iklim koşulları tarımsal üretimin miktarını ve kalitesini yakından ilgilendirir. Kuraklık, don, su baskını, fırtına gibi olumsuz iklim koşulları afetin derecesine göre üretimin tümünü ortadan kaldırabileceği gibi kalitesini de olumsuz etkileyebilir. Dolayısıyla tarımsal üretim, insan faktörünün denetlemesi olanaksız olan toprak ve iklim koşullarına bağımlı olduğu için, risk ve belirsizliğe diğer sektörlerden daha açıktır. Her ne kadar, örtü altı tarım, topraksız kültür gibi daha modern tarım teknikleri ile toprak ve doğaya bağımlılık azaltılsa da, çevre koşulları denetim altına alınsa da bu tür üretim sınırlı kaldığı için tarımsal üretimin bu genel özelliği değişmemektedir. Tarımsal üretimin biyolojik olması en az doğaya bağımlılık kadar sınırlandırıcı, diğer sektörlerden ayırıcı bir özelliktir. Tarımsal üretim canlı materyalden ürünler üretmektir. Canlıların bilindiği gibi belirli biyolojik ritmi ve istekleri vardır. Örneğin ürün verme olgunluğuna ulaşma, canlılığın sürdürülebilmesi için gerekli olan fizyolojik ihtiyaçlar gibi. Örneğin kuluçkadan civcivin çıkması belirli bir sıcaklık ve nem isteğinin belirli bir süre sağlanması gibi. Hiçbir teknoloji, ne kadar gelişmiş olursa olsun 21 günlük kuluçka süresini şimdilik ortadan kaldıramamıştır. Çeşitler arasında bu biyolojik süreler bakımından farklılıklar olsa da yetişme devrelerinin her hangi birini ortadan kaldırarak zaman kazanmak olanaksızdır. Oysa sanayi hizmetler sektöründe verimliliği artırarak teknolojik yeniliklerle üretim süresini kısaltma konusunda sınırsız olanaklar vardır. Örneğin otomobil üretiminde, bir otomobilin üretimi 1930‘larda yaklaşık 50 saat gerekliyken günümüzde bu süre dakika düzeyine inebilmiştir. Canlı olan tarımsal üretim uygun iklim ve toprak gibi çevre koşullarında bile yaygın hastalık ve zararlı riski ile karşı karşıya kalabilmekte, böyle bir riskle karşılaşıldığında tarımsal üretim o bölgede tümüyle kaybedilebilmektedir. Tarımsal üretimin tekniğinden kaynaklanan bu sınırlayıcı özeliliğine ek olarak tarımsal ürünler, beslenme ve giyim gibi insanların temel fizyolojik ihtiyaçlarını karşıladığından talebi de sınırlıdır. Örneğin et fiyatları ne kadar düşerse düşsün insanların tüketebileceği günlük et miktarı sınırlıdır. Yine kişisel gelirler arttıkça tarımsal ürünlere gelirlerden ayrılan pay azalmakta, gelirin önemli bölümü diğer sektörlerin üretimi olan ürünlere gitmektedir. Dolayısıyla gerek kişisel gelirlerde, gerekse de ülkesel gelirlerdeki artışın, refahın tarım sektörüne giden payı hep sınırlı kalmakta, tarım sektörü bu refah artışından pek yararlanamamaktadır.

Tarımsal ürünlerin talebinin bir özelliği de vardır ki bu da tarımsal ürünlerin depolama ve pazarlama maliyetlerini artırmaktadır. Bilindiği gibi tarımsal ürünlere olan talep, fizyolojik temel ihtiyaçları karşılamaya yönelik olması nedeniyle yıl boyunca süreklidir. Oysa tarım ürünlerinin arzı, ürünlerin hasat dönemine bağlı olarak belirli dönemde gerçekleşir. Bu nedenle tarım ürünleri hasat döneminde depolanıp bütün bir yıl boyunca talebe göre piyasaya arz edilmesi gerekir. Hasat sonrası canlılığını koruyan tarımsal ürünlerin depolanması ve üretim bölgelerinden tüketim bölgelerine taşınması özel koşullar gerektirir. Bu da depolanma ve taşıma maliyetlerini ve kayıplarını artırır. Dolayısıyla tüketicilerin ödediği fiyatlarla çiftçilerin eline geçen fiyatlar arasında büyük farkların doğmasına yol açar. Buna aracı kar ve spekülasyonlar da eklendiğinde, hep yakınılan tarımsal ürün fiyatlarındaki artıştan kentli tüketiciler ezilirken, bu fiyat artışlarından üreticiler de yararlanamadığı gerçeğinin nedeni anlaşılabilir.

Tarımda üreticilerin gelirini etkileyen temel de iki unsur vardır. Bunlardan biri ürün fiyatları, diğeri de üretim faaliyetinin gerektirdiği gübre, ilaç, akaryakıt, alet ve makine, tohum gibi tarım dışı sektörlerden alınan temel girdilerin fiyatlarının belirlediği maliyetlerdir. Tarım sektörü çok sayıda üreticinin yer aldığı tam rekabete en yakın bir piyasa iken modern girdilerin alındığı ilaç, gübre, alet ve makine sektörü tekele yakın az sayıda firmanın yer aldığı oligopol bir piyasadır. Tarımsal üreticiler bu piyasa koşullarında ürettikleri ürünlerin fiyatlarını belirlemede hiçbir etkisi yokken, tarım dışı sektörlerden aldıkları girdilerin fiyatları kendisine dayatılmakta, olduğu gibi kabul etmekten başka bir seçeneği bulunmamaktadır. Bu da üretici gelirlerini olumsuz etkilemektedir.

Tarımsal üretim, uygun ekoloji ve geniş tarımsal arazi gerektirdiğinden ve üretim için uzun sayılabilecek bir yetiştirme dönemi gerektirdiğinden arzı esnek değildir. Arzın esnek olmaması ne anlama gelir? Tarım ürünlerinin fiyatları artsa bile üretici bu fiyat artışlarından yararlanabilmek için üretimini kısa sürede artırma olanaklarına sahip olamadığı anlamına gelir. Tarım arazileri artırılamayacağı için, özellikle çok yıllık bitkilerin, hayvan yetiştiriciliğinde, süt üretiminde verim olgunluğuna ulaşma yılları gerektirdiğinden fiyat artışlarından üreticiler kolaylıkla yararlanamamakta, gelirine yansımamaktadır. Oysa sanayi ve diğer sektörlerde kapasiteyi artırmak talebe uydurmak ve avantajlı piyasa koşullarından yaralanmak kısa sürede olanaklıdır.

Üreticilerin gelirlerini olumsuz etkileyen bu faktörleri sıraladıktan sonra, iklim, çevre ve piyasa koşulları elverişli olduğunda gerçekleşecek üretim artışlarını da üreticiler gelir artışına dönüştürememektedir. Tarım ürünlerinin temel fizyolojik ihtiyaçları karşılaması nedeniyle talep esnekliği, arz da olduğu gibi düşüktür. Bunun sonucunda üretim fazlalığı fiyatlarda hızlı bir düşüşe yol açmakta, fiyat düşüşleri talebi yeterli ölçüde artıramadığı için üreticilerin toplam geliri düşmektedir. Kısacası bolluk bile üreticilere bela olmaktadır. Bunun örneklerini bölgemizde çok sık yaşamaktayız.

Tarımda üretici gelirlerinin gerek iklim ve toprak koşullarından gerekse de piyasa koşullarından kaynaklanan risk, belirsizlik ve karasızlık tehdidi altında olması tarımsal üretimin sürdürülebilirliği önündeki en önemli engeldir. Çünkü tarımsal üretim çok sayıda aile işletmesi tarafından gerçekleştirilmektedir. Tarımsal işletmelerin temel üretim faktörleri olan yönetim ve iş gücü ile tarım arazisinin önemli bir bölümü ailenin öz mülkü olarak aileden sağlanmakta, ailenin sosyal yaşamı tarımsal üretimle iç içe geçmektedir. Bu nedenle aile tarımsal üretimden sağladığı geliri öncelikle ailenin asgari geçim ihtiyaçları için kullanmakta kalanını da gelecek dönemin tarımsal üretimi için ayırmaktadır. Eğer bunlardan sonra artan bir şeyler kalırsa işletmesini genişletme, üretimde verimliği artıracak yatırımlara girişmektedir. Eğer tarımsal gelirler yetersiz ve istikrarsız ise tarımda verimliliği ve üretimi artıracak, sürdürecek kaynak bulunmadığı için, tarımda çalışanlar gelirlerin daha kararlı ve görece daha yüksek olan tarım dışı sektörlere kaymaktadırlar. Sermaye biriktirme şansı elde etmiş az sayıdaki büyük işletme sahibi de bu birikimlerini karlılık oranı daha yüksek olan tarım dışı sektörlere aktararak, tarımı ikincil derecede uğraş benimsemekte, kentsel alanda yaşayarak kırsal kesimi terk etmektedir. Bütün bunların sonucu olarak önlenemez bir şekilde kırsaldan kentlere göç sürmektedir.

Günümüzün modern yaşamını tarıma borçluyuz demek pek yanlış olmaz. Zira sanayi devrimini, günümüzün kalkınmasını gerçekleştiren bilgi, sermaye ve diğer kaynakların ilk birikimleri tarımdan sağlanmıştır. İstisnasız tüm ülke ekonomilerine tarım, toplumun gıda gereksinimi karşılaması, nüfusun önemli bölümüne istihdam sağlaması, tarıma dayalı sektörlere hammadde sağlaması, tarım sektöründen tarım dışı sektörlere sermaye ve işgücü aktarılması, ekonomik kalkınmada kullanılacak döviz katkısı, fiyat istikrarını sağlaması, beslenme maliyetini düşürerek maliyetlerde işgücü maliyetlerini düşürmeye katkısı gibi pek çok önemli katkılarda bulunmuş ve bu katkılarını halen sürdürmektedir.

Tüm bu teknik, ekonomik ve sosyal nedenler, tarım sektörünün her dönemde, gelişmiş ya da gelişmekte olan tüm ülkelerde tarımın desteklemesinin nedenleridir. Tüm dünya da bu nedenlerden ötürü akılcılığın bir gereği olarak tarımı şu veya bu oranda desteklemektedir. Ne hikmetse gelişmiş ülkeler, tarımda da en gelişmiş ülkelerdir. Tarımdaki bu gelişmelerini de tarım sektörünü diğer ülkelerle kıyaslanamayacak ölçüde desteklemelerine, korumalarına borçludur. Geldikleri bu noktada tarımda sağladıkları bu gelişmeye, ulaştıkları bu rekabet üstünlüğüne rağmen tarımı desteklerken, tarım ürünleri ihracatına akıl almaz teşvik sağlarken, kendileri dışındaki ülkelere serbest piyasa düzenini bozduğu gerekçesiyle tarımı desteklememelerini dayatmaktadırlar. Dünya Ticaret Örgütü görüşmelerinde tarım dışındaki tüm konularda kolayca anlaşan dünyanın hegemonyacı güçleri ABD ve AB tarım ve tarım ürünleri ticaretini destekleme konusunda kendi aralarında anlaşamamakta, tarım savaşları vermektedirler. Ancak bu hegemonik güçler kendileri dışındaki ülkelerin tarımını desteklememelerini dayatma konusunda tam bir görüş birliği içindedirler.

Cumhuriyet kurulduğunda kazanılan siyasi bağımsızlığın ancak ekonomik bağımsızlık ve kalkınma ile kalıcı olabileceği gerçeğinden hareketle, o dönemde sanayi ve diğer tarım dışı sektörlerin cılızlığı ve nüfusun % 80‘nine yakın bölümünün kırsal kesimde yaşıyor olması nedeniyle kalkınma köylüden başlatılmış, tarım politikasının temel amaçları olarak; ülke nüfusunun beslenmesi, sanayinin ihtiyaç duyduğu hammaddenin yurt içinden sağlanması ( ki o dönemde üç beyaz olarak ifade edilen ve büyük ölçüde dışardan sağlanan bez, şeker ve un ) ve tarımsal ürün ihracı ile döviz kazanılması ve bunun yurt kalkınmasında kullanılması belirlenerek tarım desteklenmiştir. 1980‘lere kadar, yapısal alanlarda eksiklikleri, seçim dönemleri öncesi popülist yaklaşımları ile olsa da genel olarak tarım desteklenmiştir. 24 Ocak kararları ile serbest piyasaya, dışa açılma gerekçesiyle tarımın desteklenmesi gözden düşmüş, izleyen ekonomik krizlerin faturası tarıma çıkarılmış, 1999‘da IMF‘ye verilen niyet mektubunda tarımsal desteklerin terk edileceği taahhüt edilmiş, 2000 li yıllarda hangi hükümet gelirse gelsin yapısal uyum, istikrar tedbirleri gibi ekonomik programlar sonucu tarım desteklerden yoksun, vahşi piyasa koşulları altında kaderine terk edilmiştir. Tarımsal piyasalarda kısmen düzenleyici rol oynayan tarımsal KİT ler özelleştirilmiş, Tarımsal Kooperatiflerin sanayi işletmeleri koparılarak işlevsiz hale getirilmiş, kamu hizmetleri devletin küçültülmesi kapsamında daraltılmış, tarımda sulama gibi toprak ıslahı gibi kamu yatırımları durdurulmuş, bu işlerle görevli önemli bir kuruluş olan Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü kapatılmış, tarımsal araştırma kuruluşları zayıflatılmış, tarımsal tohum ve damızlık tedarikinde önemli görev üstlenen kamu tarım işletmeleri bu görevlerden el çektirilerek serbest piyasanın insafına terk edilmiştir. Tüm bu desteklerin yerine DGD, prim gibi hiçbir derde deva olmayan, bürokratik işlemleriyle hem üreticiyi hem de uygulayıcı kuruluşları bezdiren, sadece destekliyor olmak için göz boyamak için konulmaya çalışılmıştır.

Bütün bu süreç sonucun ülkemiz tarımın içinde bulunduğu durumu gösteren tabloyu rakamlarla, yorumsuz vermek gerekirse tablo şudur;

•·        Tarım sektörü 2005 yılı itibariyle Gayri Safi Milli Hasıla içinde % 10,3 pay alırken istihdam içindeki payı % 30 dur. 2006 yılının ilk 3 çeyreğinde % 1,2 küçülme yaşanmıştır.

•·        Sektör 8,2 milyar dolar ihracata karşılık, 6,4 milyar dolar ithalat gerçekleştirmiştir. Bu ihracatın 2 milyar doları da yalnızca fındıktan sağlanmıştır.

•·        26,6 milyon hektar olan tarım alanlarının yaklaşık 5 milyon hektarı nadasa bırakılmaktadır.

•·        Ekonomik olarak sulanabilecek 8,5 milyon hektar tarım alanının ancak 4,5 milyon hektar alanı sulanabilmekte, 4 milyon hektar alan sulamaya açılmayı beklemektedir. Bugünkü yatırım hızıyla sulanabilir alanların sulama şebekesine kavuşması için 100 yıl gerekmektedir.

•·        Toplam tarım alanlarının 16 milyon hektarında ciddi erozyon sorunu yaşanmaktadır.

•·        Son 10 yılda 1,3 milyon hektar verimli tarım alanı sanayi, kentleşme ve turizm yapılaşmaları nedeniyle işgal edilerek geri kazanımı mümkün olmayacak şekilde yitirilmiştir.

•·        Türkiye İstatistik Kurumu 2004 Hane Halkı Tüketim verilerine göre ülke genelinde nüfusun % 25,6‘sı yoksulluk sınırı altında iken kırsal kesimde yoksulluk oranı % 41 dir.

•·        2004 yılında tarımda 6,7 milyon kişi istihdam edilirken, 2005 yılında tarımda istihdam edilen kişi sayısı 5,8 milyon kişiye düşmüştür. Yani son 1 yılda yaklaşık 1 milyon kişi tarımda çalışmayı terk etmiştir. Bu rakam 2004 yılına kadar son 20 yılda tarımdan ayrılan nüfusa eşittir.

•·        Orta Anadolu da Girdi/ürün fiyat paritelerindeki üretici aleyhine gelişmeler yüzünden ekonomik olmaktan çıktığı için ekilmeyip boş bırakılan arazi miktarının 400 bin hektar dolayında olduğu Dünya bankası raporlarında ifade edilmektedir.

Tarımla ilgili olmayan kesimlerin de kolayca görebileceği gibi, bu tabloyla toplumun gıda güvenliğini sağlamak, tarımsal sürdürülebilirliği gerçekleştirmek, kırsal-kentsel gelir adaletsizliğini gidermek, bölgesel farklılıkları azaltmak, kırsal kesimde yoksulluğu kaldırmak, tarımın ekonomiye olan geleneksel katkılarını sürdürmek pek olanaklı görülmemektedir. İklim değişmeleri, toprak, su ve biyolojik çeşitlilik gibi tarımsal doğal kaynakların tahribi, açlık ve yoksulluk gibi küresel sorunların gündemin ilk sıralarını işgal ettiği ve geleceğimizi tehdit ettiği göz önünde bulundurulursa bu sorunların çözümünde en önemli araç olan tarımın her zamandan daha fazla desteklenmesi, uzun vadeli planlaması gerektiği açıkça kendisini göstermektedir.

 

 

                                                                 AYHAN BARUT

                                               TMMOB ZİRAAT MÜHENDİSLERİ ODASI

                                                           ADANA ŞUBE BAŞKANI

Okunma Sayısı: 2726
Fotoğraf Galerisi