SIFIR GÜMRÜKLE TARIM ÜRÜNLERİ İTHALATI PATLAR – DÜNYA

GENEL MERKEZ ( )
23.02.2007 (Son Güncelleme: 23.02.2007 11:31:10)

Ankara Sohbetleri'nin konuğu Ziraat Mühendisleri Odası Başkanı Dr. Gökhan Günaydın: AB ile gümrük, karşılıklı sıfırlanırsa tarımda ithalat patlaması yaşanır.

ANKARA - Ziraat Mühendisleri Odası Başkanı Dr. Gökhan Günaydın, Türkiye ile AB arasında gümrük vergilerinin karşılıklı sıfırlanması halinde, halen 6.4 milyar dolar düzeyinde olan tarımsal ürün ithalatında adeta patlama yaşacağını söyledi.

Ankara Sohbetleri‘nin bu haftaki konuğu Günaydın, Türkiye tarımının bugünkü durumunu ve geleceğini değerlendirdi.

Türkiye‘nin tarım potansiyelini değerlendiremediğini belirten Günaydın, Suriye sınırındaki mayınlı arazilerin yabancılara tahsis edilmesinin bölgeye ekonomik mayın döşemek anlamına geleceğini savundu.

Hukuk, ziraat ve iktisat dallarında üç ayrı üniversitede eğitim görmüş Ziraat Mühendisleri Odası Başkanı Dr. Gökhan Günaydın, Ankara Temsilcimiz Ferit Barış Parlak ve Ankara Haber Müdürümüz Hüseyin Gökçe‘nin sorularını şöyle yanıtladı:

- Türkiye‘deki meslek odası başkanları içinde işi en zor olan sizsiniz galiba. Çünkü yılın her döneminde sektörle ilgili spekülasyonlar yapılıyor. Günümüz Türk tarımının kısa bir analizini yapabilir misiniz?

Türk tarımı uzun süredir ciddi bir dönüşün eşiğinde. Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ) görüşmeleri aslında bu değişimi zorlayan ve tetikleyen en önemli açılımdı. Gümrük vergilerinin azaltılması Türkiye‘de tarım sektörü için en temel dönüşüm nedenidir. Çünkü iç piyasada rekabetçi olamıyorsunuz, maliyet avantajınız yok. Gümrük vergilerinin indiği bir ortamda ayakta kalabilmeniz çok kolay değil, hazırlık süreci geçirmeden bunu yapabilmek çok zor.

- AB konusu da Türk tarımı için en az DTÖ kadar önemli değil mi?

Tabii ki değişimi zorlayan süreçlerden bir tanesi de Avrupa Birliği‘dir. AB‘de 3 Ekim 2005‘te müzakereler başladı. Bu tarihli müzakere çerçeve belgesinde öngörülen kalıcı derogasyon, Türkiye‘nin alabileceği fon miktarını büyük ölçüde kısıtlıyor. Biz maalesef 18 Aralık 2004 tarihinde bu kararları gündüz havai fişek atarak kutladık. Aradan yalnızca 5 gün geçti ve 23 Aralık‘ta Dışişleri Bakanlığı Brüksel‘e ‘bu kararlar kabul edilemez‘ diye nota verdi. Beklenmeyen şeyleri bizim kabul etmemizin mümkün olmayacağını söylediğimiz şeyleri 3 Ekim 2005‘te bir kez daha kabul ettik. Türkiye‘de 2004‘ten itibaren her yıl 800 bin civarında kişi köyünü terk ederek kendisini kentlerin varoşlarına atıyor. Şimdi bu nasıl tanımlanmalı, nasıl yorumlanmalı temel mesele budur.

- Bu sürece ‘hayır‘ demek acaba ‘Türkiye‘de köylülüğe dayalı yapı sürsün‘ şeklindeki yorumlara sebep oluyor mu?

Teknik bir çerçeveden bakarsanız tarım nüfusunun azaltılmasında bir sorun yoktur. Yani teknolojiyi artırırsanız, bilgi düzeyini artırırsanız, üretimi geriye götürmeden daha az nüfusla bu üretimi sürdürebilirsiniz. Buradaki temel sorun, tarımdan kopanların ne yapacağıdır. Tarım istihdamının temel özelliği, kırda konumlanmış olması, diğer sektörlerden daha baskın şekilde kadın emeğinin yoğun olması ve eğitim düzeyinin en düşük olduğu işgücü olması. Bu üç özellikteki işgücü köylerden kopup kentlere yönelirse orada eğitim düzeyi daha yüksek işsiz olan insanların yanında iş bulamayacaktır. Bu da sosyal patlama süreci doğurur.

- AB‘deki son genişleme süreci mevcut yapıyı nasıl etkileyecek ?

AB, adaylık sürecindeyken ülkelere bir anlaşma imzalatıyor. Çift taraflı vergileri sıfırlama şeklinde tanımlanabilecek iki ayrı anlaşma. Birbirimize karşı ihracat sübvansiyonlarını ve gümrük vergilerinin sıfırlanmasını öngörüyor. Bu 1996 yılından bu yana süren Gümrük Birliği anlaşmalarının tarımın tümünü kapsaması anlamına geliyor. GB‘de tarım aslında çerçeve dışındadır, içeriğinde tahıl, süt ve şeker bulunan işlenmiş tarım ürünleri, vardır. Bu anlaşma imzalanırsa tüm tarım ürünlerinin gümrük vergileri ve ihracat sübvansiyonları sıfırlanmış olacak. Arjantinli bir iktisatçı, "Serbest ticaret, daha güçlü olan ülke lehine bir profil yaratır" diyor. Türkiye yılda 6.4 milyar dolar civarında tarım ithalatı yapıyor. Bunları çok yüksek gümrük vergilerine rağmen yapıyoruz. Hayvansal ürünleri yüzde 200‘ün üzerinde vergilerle koruyoruz. Çay, tütün, muz, şeker ve hububatı yüzde 150-200 civarında vergi ile koruyoruz.

-Bu vergilere rağmen 6.4 milyar dolarlık ithalat yapıyorsanız, vergileri sıfırladığınızda ithalatınız ne olabilir?

Mevcut koşullarda AB ile Türkiye‘nin rekabetçiliğini araştırmanız lazım. AB‘nin 2004‘te yayımladığı etki değerlendirme raporuna göre, Türkiye yalnızca, fındık, yaş meyve sebze, koyun etinde ve bakliyat ürünlerinde rekabetçidir. Şimdi bu değerlendirme eğer doğruysa, bitkisel ve hayvansal üretim desenimizin yüzde 90‘ından fazlası AB‘ye karşı rekabetçi durumda değil. Olası bir sıfırlama anlaşmasının ilk etkisi müthiş bir ithalat patlaması ile kendisini gösterecektir.

- Yüzde 90 çok yüksek bir rakam değil mi?

Türkiye‘nin bitkisel üretim deseninin en yaygın olduğu ürün hububat. Hektar başına Türkiye‘de 2.2 ton, AB‘de ise 7 ton ürün alırsınız. Bu bize bitkisel üretimin yüzde 75‘inde verimlilikte AB‘nin 3 katı gerisinde olduğumuzu gösterir. Trakya ve çukurova‘da verim AB düzeyinde hatta geçiyoruz bile. Konya, Sivas, Erzurum‘a geldiğinizde verim 1 tona kadar düşüyor. Sebep sulama yatırımı yapılamamış olması. Böyle bir ortamda rekabetçilikten bahsedilemez. Yaş meyve sebzede maliyet açısından büyük rekabet gücümüz var, ama bunun da yüzde 97‘sini iç piyasada kullanıyoruz. O halde rekabetçi olduğumuz sektörün de dış satım açısından büyük önemi yok. Yunanistan, Portekiz, Romanya ve Bulgaristan‘ın katılımı yaş meyve sebzede AB‘nin fotoğrafını tümüyle değiştirdi. Bulgaristan ve Romanya ile ilgili ciddi gelişmeler var. Dünyanın önemli ülkelerinden müteşebbisler bu ülkelerde geniş araziler satın alıp meyvelikler tesis ediyorlar. Birçok arkadaşımız bunu yapıyor.

"Yatırımlar bu hızla giderse sulama sorunu 100 yılda çözülür"

- Verimlilik ve rekabet konusunda önerileriniz nedir?

Bir alanı sulayamazsanız verimi artırmanız mümkün değil. AB sürecinin Türkiye tarımının rekabet düzeyini artırıcı şekilde gelişmesi için zamanı kullanması gerekir. 77 milyon hektarlık yüzölçümünün sulanabileceği alan miktarı 8.5 milyon hektar. Biz bunun da ancak yarısını sulayabiliyoruz. Yani 4 milyon hektar alan su bekliyor. Bunların tamamını 10 yılda sulayacağınızı var sayarsak yılda 400 bin hektar yatırım yapmak lazım. Türkiye‘de ise yılda 35-40 bin hektar sulama yatırımı yapılabildiği için bu hızla giderse ancak 100 yılda tamamlanabilir. Kimsenin buna zamanı yok. Öyle bir rekabet silindiri geliyor ki beklemeye şansınız yok. Su götürmek yetseydi GAP‘taki 230 milyon hektar alandan mutluluk fışkırırdı. 35 bin hektar alanda aksine tuzluluktan çoraklaşma var. Suyu damla, basınçlı sulama sistemiyle götüreceksiniz. Pamukta Türkiye dünyanın en verimli ülkesidir. Suriye damla sulama yatırımı yaparak bizi dünya üretiminde üçüncü sıradan dördüncü sıraya düşürdü. Suyu ve gübreyi bitkinin köküne ihtiyacı olan yere veriyorsunuz. Üstelik verim ürün başına yüzde 35 artıyor. Küresel ısınmanın su kaynaklarını bu kadar tehdit ettiği, kuraklığın ciddi olduğu Türkiye‘de çok kritik bir noktadır. BM iklim değişikliği raporuna göre iklimlerin 150-500 kilometre kuzeye kayması söz konusu. Bu Türkiye‘de Kuzey Afrika koşullarının geçerli olacağını gösteriyor.

"Buğday ve mısırda bilgi kirliliği var"

- Buğday spekülasyonları başladı. İnsanlar mal bulamadıklarını, TMO ise limanlarda çok ürün olduğunu söylüyor. Sonunda Bakanlar Kurulu ofise ithalat yetkisi verdi, buğdayda neler oluyor?

Burada maalesef bilgi kirliliği var. Türkiye‘nin buğday üretimi 18-21 milyon ton arasında değişir. Bizim bu üretimimiz tümüyle yağışın miktarına bağlı değişiyor. Geçen sene TÜİK rakamlarına göre 21.5 milyon ton buğday ürettik. Bu sene kurak geçti, aralık ve ocak ayında hiç yağış almayan bölgeler oldu. Şanlıurfa‘da yüzde 20, Adana‘da yüzde 30, Hatay‘da yüzde 25, Ankara ve Konya‘da yüzde 10 verim kaybı bekliyoruz. Bunun dışındaki temel buğday üretim merkezlerinde sorun yok. Yapılan hesaplamalara göre Türkiye‘ye 18 milyon ton üretim yetiyor. Geçen sene 21.5 milyon ton buğday üretmişiz. Mayıs ayında hasat başlayacak, temmuzun sonunda bitecek. Mayısa kadar geçen senenin fazla üretimini kullanacağız. Dolayısıyla önümüzdeki yazın başına kadar buğday ihtiyacı olduğunu söylemek rakamlarla çelişir. TMO‘nun elinde 500 bin ton, özel sektörde 3 milyon ton var. Burada tüccar ve işleyiciler stoklarının değerini artırmak için buğdayın olmadığını ifade ederler. Ekmek fiyatlarının artacağıyla ilgili sözler de spekülasyondan ibarettir. Her 1 milyon tonluk ithalat en az 400 milyon YTL‘ye mal olur.

"İhale, ekonomik mayın döşemek demek"

- Mayınlı arazi sorunu ne olacak sizce? Oradaki arazi nasıl değerlendirilecek?

Orada iki Kıbrıs büyüklüğünde birinci sınıf toprak var. AB işletme ölçeğine göre 12 bin 500 işletme çıkıyor. Bu da ailesiyle beraber 25 bin kişiye iş demektir. Ayrıca burada 2 bin 500 ziraat mühendisi istihdam ederek, organik üretim ve yağ bitkileri üretimi açığını kapatmış olursunuz. Bunu temizlemek mümkün, TSK bunu temizleyebileceğini söylüyor. Hükümet buna rağmen ihaleye çıkarak temizleyecek firmaya 40 yıllığına kullanmayı önerdi. Bu normal mayını çıkarıp ekonomik mayın döşemek olur. Kesinlikle istenen bir iş değildir. Son zamanlarda bu konuyla ilgili herhangi bir iş yapılmıyor.

- Birinci sınıf tarım topraklarının kullanımıyla ilgili Tarım İşletmeleri Genel Müdürlüğü‘nün arazileriyle ilgili başta Yalova olmak üzere çeşitli sorunlar çıktı...

Yalova Belediyesi daha kendisine tahsis yapılmadan burayı Arap sermayesiyle arazinin devrine yönelik protokol imzalayacak kadar işi ileriye götürdü. Önce yürütmenin durdurulması, ardından iptal kararı geldi ve Yalova şimdilik kurtulmuş oldu. TİGEM‘in Dalaman arazisinde ise daha farklı bir şey söz konusu. En az Yalova kadar değerli. Burada da Arap sermayesi işin peşinde. İptal davası açtık, mahkeme reddetti biz itiraz ettik. Bir üst merci keşif yapılmadan yürütmenin durdurulma kararının verilemeyeceğini belirterek, bunu bozdu.

Bakanlar, küresel ısınmada eylemsizlik planı açıkladı

- Küresel ısınmayla ilgili 3 bakan ortak açıklama yaptı, vatandaşa ilginç öneriler getirdiler...

Bana göre sayın bakanlar eylem yerine eylemsizlik planı açıkladılar. Küresel ısınma bir sistem sorunudur ama sayın bakanlar sistem tarafını göremeyerek, yurttaşın tavır ve davranışlarıyla kontrol altına alınabileceğini öne sürdüler. ‘Daha az duş alın, sifonu ayarlayın, arabanızı ısıtırken daha az süre kullanın‘. Bunların katkısı vardır ama sanayi ve tarımın ortaya koyduğu temel kirlenmeyle karşılaştırdığınızda bu milyonda birdir. Yani işe buradan başlamak hiçbir iş yapmamak anlamına geliyor. Bunun mutlaka değiştirilmesi lazım. Tarım hem kirlenmeden etkilenen, hem de kirlenmeye sebep olan bir sektör. Kimyasal gübre, ilaç, tarım mazotu gibi atmosferi kirleten, yeraltı kaynaklarını kirleten süreçlerden uzak durmak lazım. Bunların yerine ikame edilecek ürünler (biodizel gibi) kullanılmalı. AB‘nin kullanımdan uzaklaştırdığı ilaçların kullanılmaması lazım.

Ayrıntılardaki Gökhan Günaydın

Ferit B.PARLAK

ferit.parlak@dunya.com

İlkokuldan itibaren tarım ülkesi olarak bildiğimiz Türkiye‘nin aslında bir tarım ülkesi olmadığını, işin içine girip, sektörü daha yakından tanıma fırsatı bulduğumuzda görebildik.

Bu süreçte, tarımdaki yüksek potansiyelin kullanılamaması için ne gerekiyorsa yaptığımızı ve yapmaya devam ettiğimizi anlamlandırmaya çalıştık.

Aslında planlı olarak çok şey yapmışız! Üreticimizi bilinçlendirmemiş, güven vermemişiz; üretici ile sanayiciyi ortak politikalarla bir araya getirmemiş, hatta birbirlerinden uzaklaştırmışız; tarım ve hayvancılıkta kullanabileceğimiz bakir ve verimle arazileri üretime açmamış, mevcut arazileri de yanlış sulama gibi yöntemlerle verimsiz hale getirmişiz; ürün politikaları geliştirmemiş, arz fazlalığı nedeniyle bazı ürünleri depolarda çürütüp, yakıp, denize dökerken bazı ürünlerde arz yetersizliği nedeniyle dışa bağımlı hale gelmişiz.

Hukuk, iktisat ve ziraat bölümlerinde lisans eğitimi alan ve üç ayrı üniversiteden mezun olan, kamu yönetimi bölümünden doktorluk unvanını alan ancak meslek olarak ziraat mühendisliğini seçen Gökhan Günaydın‘la Türk tarımını konuştuk.

Çünkü: Türk tarımının sorunlarına çözüm üretmek istiyor Günaydın.

Ziraatçiliği kamu yönetimine, hukukçuluğa, ekonomistliğe tercih etmesi Günaydın‘ın sektör için yaptığı fedakarlığı anlatıyor ama bu fedakarlığı asıl anlatan şey ikinci yılını dolduran evliliği süresince sıkça tekrarladığı bölge gezileri nedeniyle eve gidememesi.

Günaydın‘ın "Suriye sınırındaki araziyi yabancılara vermek ekonomik mayın döşemektir", "Tarımın yüzde 90‘ından fazlası AB ile rekabet edebilecek düzeyde değil", "AB ile gümrük vergileri sıfırlanırsa 6.4 milyar dolar düzeyindeki tarımsal ithalat patlar", "Yatırımlar bu hızla giderse Türkiye‘nin sulama sorunu ancak 100 yılda çözülür" gibi tespitleri tarım sektöründeki sorunu açıklamaya yetiyor.

Sorunun çözümünün temelinde ise ‘birliktelik‘ yatıyor: Devlet, bürokrasi, STK‘lar, üretici, sanayici birlikteliğinde.

Okunma Sayısı: 1437