İZMİR'DE HER BİR ZİRAAT MÜHENDİSİNE DÜŞEN TARIMSAL NÜFUS 25 BİNE ULAŞTI - CUMHURİYET TARIM GIDA HAYVANCILIK

GENEL MERKEZ ( )
11.09.2007 (Son Güncelleme: 18.09.2007 12:16:17)

Prof. Dr. Kamil Okyay SINDIR

Ziraat Mühendisleri Odası İzmir Şube Başkanı

Karasabanla girdiğimiz 20. yüzyıldan, uydu teknolojilerine dayalı üretim sistemlerinin ütopya değil tümüyle gerçek olduğu, kerrat cetveli yerine cep bilgisayarlarının, telgraf yerine cep telefonlarının kullanıldığı yeni bir yüzyıla girdik. Emek-yoğun üretimden sermaye-yoğun üretime ve bilginin de bir meta haline gelmesiyle bilgi-yoğun üretime geçildiği günümüzde bilgi ve teknoloji üretimi mühendislik disiplinlerinin temel işlevi haline gelmiştir.

Özellikle 80‘li yıllardan itibaren üvey evlat muamelesi gören/gösterilen tarım sektörümüz, esas itibariyle ülkemiz ekonomisi ve sosyal yapısı açısından çok önemli bir konumda bulunmakta, istihdamın %29‘unu GSMH‘nın ise %11.6‘sını teşkil etmektedir. Ancak ne yazık ki, sahip olduğu farklı iklim ve toprak özelliklerine bağlı olarak çok geniş ve yüksek bir tarımsal üretim potansiyeli ile dünyanın en önemli ülkeleri arasında bulunan ülkemizin, bırakın dünya liderliğini ya da önderliğini, teknolojide süregelen bu çok hızlı değişimi yakalayabildiğini hatta yaklaşabildiğini söylemek oldukça güçtür. Bunun en temel nedeninin tarım sektörümüzün vizyon yoksunu olduğunu ve geleceğe yönelik stratejik amaç ve hedeflerinin ve tüm bunlara bağlı politika kararlarının belirlenmemiş olduğunu söylemek yanlış olmaz. Bu nedenledir ki, dünya tarımında yönlendiren değil her zaman sürüklenen bir konumda bulunmaktayız. Son 25 yıl içerisinde uygulanan neo-liberal ekonomik, sosyal ve kültürel politikalar ve bunun sonucunda özelleştirmeler ile sosyal devlet korumasından uzaklaştırılan ve müşteri pozisyonuna getirilen köylünün ve çiftçinin, çetin piyasa koşullarına ve ulusaşırı sermayenin egemenliğine terk edilmeye başlandığı söylenebilir. Diğer yandan toprak mülkiyet dağılımındaki adaletsizlik, çok parçalılık, sulama yatırımlarının yetersizliği, kırsal altyapı, kurumsal yapılanma ve benzeri yapısal sorunlar ile birlikte bitkisel ve hayvansal üretimde verimlilik ve kalite sorunlarının da mutlak surette ve öncelikle çözülmesi gerekmektedir. Ayrıca, pamuk gibi çok stratejik ürünlerde dahi uygulanan yanlış ve eksik politikalar sonucunda zarar eden üreticilerimiz sadece bu ürünlerden değil, ne pahasına olursa olsun, üretim sürecinden dahi kaçar olmuşlardır. Sanayi ve hizmet sektörlerinin istihdam çağrılarının çok üzerinde olan tarım sektöründen kentlere doğru artan işgücü göçü kentlerde sosyo-ekonomik ve kültürel sorunların büyümesine neden olmaktadır. Enflasyon oranındaki artışa rağmen, ürün fiyatlarının 2004 yılının dahi gerisine düşmesi ve bunun yanısıra girdi fiyatlarının ise % 50‘lere varan oranlarda yükselmesi sektörün ekonomik anlamda yaşamsallığı üzerinde oldukça ciddi sorunlar yaratabilmektedir. Aynı zamanda, gübre, ilaç, tohum ve benzeri üretim girdilerindeki dışa bağımlılık ise sürdürülen küresel ekonomik politikalar ve yasal düzenlemeler ile her geçen gün daha da derinleşmektedir. Her ne kadar tarıma aktarılan destekleme kompozisyonunda olumlu bir çeşitlilik uygulanıyorsa da toplam destekleme hacmi oransal olarak gelişmiş ülkelerin oldukça gerisinde kalmaktadır. Örneğin, OECD ülkelerinin tarıma verdikleri ortalama destekleme oranı tarımsal üretimden yaratılan değerin %35‘i civarında iken bu oran ülkemizde sadece % 8-9‘dur.

Bereketli toprakları, doğal ve kültürel zenginlikleri ve jeopolitik avantajları ile ülkemizin batıya açılan penceresi olarak ifade edilen Ege Bölgemiz, oldukça geniş bir üretim desenine sahip bulunmaktadır. Bölge tarımında yaşanan sorunların ise ülkenin genel sorunları ile özdeş olduğu söylenebilir. Ülke nüfusunun %13‘ünü barındıran Ege bölgesi, ülkemiz GSYİH‘nın %15.28‘ini, tarım alanlarının %10.9‘unu, ekilen alanların % 9.75‘ini, sebze üretim alanının %19.72‘sini, meyve, zeytin ve üzüm üretim alanlarının ise %30.4‘ünü teşkil etmektedir.  Katma değeri oldukça yüksek, entansif üretim ve polikültür tarımın yaygın olduğu Ege bölgemizin tarımsal üretim değeri ülkemizin % 21.4‘ünü oluşturmakta ve bölgeler arasında 1.sırada gelmektedir. Üretim verimliliği itibariyle bölgemiz, bitkisel üretimde %215, hayvansal üretimde ise %138 oranlarında Türkiye ortalamasının üzerinde yer almaktadır. Türkiye üzüm üretiminin %43‘ü, zeytin ve zeytinyağı üretiminin %80‘i, kiraz üretiminin ise %32‘si Ege bölgemizde yetiştirilmektedir. Büyükbaş ve küçükbaş hayvancılıkta ülke ortalamasına yakın olan bölgemiz yumurta tavukçuluğunda ülke toplamının %23.4‘ü ile ilk sırada gelmektedir.

Türkiye‘de yer alan 26 büyük akarsu havzasının 5‘i Ege bölgesinde yer almakla birlikte, bölge, potansiyel su itibariyle ülkenin ancak %9‘una sahiptir. Küresel ısınma ve buna bağlı olarak su kıtlığı tehdidi ile karşı karşıya bulunduğumuz bir dönemde Ege bölgemizin kurak konumdan çok kurak konuma geçiş sürecinde olduğu ifade edilmektedir. Bu nedenle sulama yatırımlarının artırılmasının yanısıra, havza korunumu ve tasarruflu su kullanımına imkan veren kapalı sistem sulama yatırımlarının teşvik edilmesinin yaşamsal önemi bulunmaktadır.

Plansızlık ve vizyon eksikliği bölge tarımının geleceği üzerinde de önemli bir tehdit oluşturmaktadır. Özellikle, tekstil sanayimiz için yaşamsal öneme sahip pamuk üretim alanlarının ABD ve AB‘nin destekleme politikaları ve damping uygulamalarına bağlı olarak son üç yılda %37, son on yılda ise %46 azaldığı bilinmektedir. Pamuktan uzaklaşan üretici mısır üretimini yeğlemekte, ancak düşük mısır fiyatları ile ayrı bir sıkıntı içine düşmektedir. Zeytin‘de ise üreticilere verilen fidan desteği ile alan ve ağaç varlığımızı artırma çabalarının herhangi bir plana ve stratejik pazar araştırmasına dayandırılmadan gerçekleştirilmesi ve sofralık ve yağlık çeşitlerin uygun olmayan ekolojilerde dikimlerinin yapılması da gelecekte bu sektörün yaşayacağı çok ciddi sıkıntıların habercisidirler. Narenciye, özellikle de satsuma mandarin üretiminde, dış ticaret teşvikinden yoksun ihracatçının, dış piyasa fiyatları ile rekabet avantajını yitirmesi sonucunda, alımları durdurması ile üretici büyük zarara uğramıştır.

Üretimde verim, verimlilik ve kalitenin en temel dayanağı olan "bilgi"yi, ona en çok ihtiyaç duyan çiftçilerimize ulaştırabilecek, nitelikli ve yeter sayıda teknik personel ile donatılmış bir kamu kurumu niteliği de ne yazık ki kalmamıştır. Örneğin, İzmir ilimizde ilçeler itibariyle Tarım ve Köyişleri Bakanlığı bünyesinde kamu hizmeti vermekte olan her bir Ziraat Mühendisine düşen tarımsal nüfus 25 bine, tarım alanı 170 bin dönüme, köy sayısı ise 22‘ye kadar ulaşmıştır. Torbalı, Menemen, Ödemiş, Tire, Bergama ilçelerimizde bu rakamlar daha da yüksektir. Kaldı ki, var olan yapıda söz konusu teknik personel de, destekleme ödemeleri ve Çiftçi Kayıt Sistemi bürokrasisi ile boğuşmaktadır. Sonuç olarak devlet ile üretici arasında, eğitim ve yayım amaçlı bağ ortadan kalkmış durumda bulunmaktadır.

Görüldüğü gibi, bölgenin sorunlarını ülkenin genel sorunlarından ayırmak olanaksızdır. Tarım sektöründe öncelikle, doğru ve sürdürülebilir bir tarım politikası oluşturulmalı ve istikrarla  uygulanmalıdır. Söz konusu politikanın temel amaçları, AB‘nin ortak tarım politikasına benzer bir şekilde; tarımda verim artışını sağlamak, kırsalda yaşayanların yaşam kalitelerini iyileştirmek, tarımsal ürün ve girdi piyasalarında istikrar sağlamak, tarım ürünleri arzında süreklilik sağlamak ve uygun tüketici fiyatlarını garantilemek şeklinde sıralanabilir. Tarıma ayrılan destekleme miktarının GSMH‘nin en az %3‘ü olarak düzenlenmesi gereklidir. Bunların yanısıra, tarım ürünlerinde kalite ve gıda güvenliğini sağlamak ve sağlıklı bir üretim planlaması ile aynı zamanda ülkemizin gıda ihtiyacını da güvence altına almak amaçları da yer almalıdır. Tüm bunlar yapılırken, ülkemizin içinde bulunduğu özel koşulları dikkate almak ve aynı zamanda ulusal ve bağımsız bir irade ortaya koyabilmek gerekir. Tüm gelişmiş ülkelerde olduğu gibi, kamunun tarım piyasalarında etkin rol alması sağlanmalıdır. Özelleştirme politikaları yerine özellikle girdilerde derinleştirilmekte olan dışa bağımlılığı kıran yatırımlara ağırlık vermelidir. Tüm bunlar ise, ancak yatırıma bütçe ayıran bir anlayış sayesinde olanaklıdır.

Okunma Sayısı: 542