YERALTI SULARI STRATEJİK ÖNEME SAHİPTİR, ÇOK KURAK DÖNEMLERDE BİLE KULLANILMAMALIDIR - REFERANS

GENEL MERKEZ ( )
06.09.2007 (Son Güncelleme: 18.09.2007 17:01:28)

Ziraat Mühendisleri Odası İstanbul Şube Başkanı Ahmet Atalık, Türkiye'de susuzluk baş gösterdiğinde direk yer altı sularına yönelindiğini belirterek, "Ancak yeraltı suları stratejik öneme sahiptir. Yeraltı suları savaştaki bir askerin tüfeğindeki son mermidir. Kesinlikle çok kurak dönemlerde kullanılmamalıdır" dedi.

Ziraat Mühendisleri Odası (ZMO) İstanbul Şube Başkanı Ahmet Atalık, Türkiye‘nin kuraklıkla mücadeleye hazır olmadığını söyledi.  Ahmet Atalık,  kuraklık sonucu tarım ürünlerinde yaşanan düşüşün kuru tarım yöntemleriyle telafi edilebileceğini söyledi. Atalık, "Örneğin  3. 7 milyon hektar alan nadasa bırakılıyor. Bu alanlara mercimek ve nohut gibi su ihtiyacı olmayan bakliyatlar ekilebilir" dedi.   

Kuraklık önümüzdeki dönemde Türkiye‘yi nasıl etkileyecek?

Türkiye daha önceki yıllarda da kuraklıklar yaşamıştı; kış mevsiminde kar yağışında azalma ya da ilkbahar yağışlarında yetersizlik ya da sıcak ve kurak bir yaz. Ancak, ilk kez bunların üçünü bu yıl bir arada yaşadı ve etkin bir su politikası olmayan Türkiye, sınıfta kaldı. Tarım yılı, ekim ayında başlayıp bir sonraki yılın eylül ayında sona erer. Devlet Meteoroloji Genel Müdürlüğü‘nün 31 Temmuz 2007 tarihli kuraklık raporuna göre tarım yılı baz alınarak yapılan 10 aylık ölçümler ülkemizin 506 mm yağış aldığını gösteriyor. Bundan sonraki dönemde yeterli yağış olsa dahi toplam yağışın 550 mm civarında olacağı tahmin edilmektedir ki bu da Türkiye‘nin yıllık ortalama yağışının oldukça altındadır.

Yağışın azlığının yanında düşme periyodundaki düzensizlik ve sıcaklığın sürekli mevsim normallerinin üzerinde seyretmesi tarımsal üretime olumsuz yansımıştır.  TÜİK verilerine göre bu yıl, kuraklık nedeniyle bir önceki yıla göre tahıllarda yüzde 12,8 oranında üretim azalması olacağı ve yaklaşık 30 milyon ton civarında olacağı tahmin edilmektedir. Bu kapsamda buğday, arpa ve çeltik üretiminde önemli kayıplar olacak.  Baklagil ürünlerden fasulye, nohut, yeşil ve kırmızı mercimekte üretim kaybı olacağı öngörülmektedir.

Türkiye‘nin petrolden sonra en büyük ödemeyi, bitkisel yağ açığını kapamak için yağlı tohumlu bitkilere yaptığı bir gerçektir. Bitkisel yağ üretimimizde de ilk sırada gelen ayçiçeğinde de kayıp yaşanacaktır. Tekstil sektörümüzün önemli hammaddesi konumunda olan kütlü pamuk üretimimizde de azalma beklenmektedir.  Sebze üretiminde de bir önceki yıla göre  yüzde 2,9 oranında üretim kaybı beklenmektedir. Bu kapsamda en büyük üretim kayıpları kavun, karpuz, sakız kabağı, patlıcan, prasa, fasulye, sivri biber, dolmalık biber, salçalık biber, baş lahana ve ıspanakta görülecektir. 

Yansımaları nasıl olacak?

TZOB‘un araştırmasına göre ise kuraklığın çiftçilerimize zararı 5 milyar YTL civarındadır. Tarımsal üretimde meydana gelecek düşme gıda, içki, tütün ve tütün mamulleri, tekstil ve deri sanayi gibi tarıma dayalı sanayinin krize girmesi ve sofralarımıza gelen gıda maddeleri ile giyim kuşamın daha pahalı olacağı anlamına gelmektedir. Türkiye  bundan sonra bu kuraklığın devam edeceğini göz önüne alarak önlemler almak zorunda. Eğer aceleci davranmaz ve ithalat bağlantılarını erkenden yapmazsa hem ihtiyacı olan ürünü bulamayacak, bulduğu ürünü de yüksek fiyata alacak. Orta vadede de kuraklıkla mücadeleyi öğrenmesi gerekiyor. Bu kurak şartlarda kesinlikle kendine yeterliliği sağlayacak politikalar geliştirmeli.

Türkiye‘de bir tarım politikasının olmayışı tarım ve gıda sektörlerini nasıl etkiliyor?

Türkiye, henüz bir tarım politikasının olmaması nedeniyle sektörde sıkıntılardan kurtulamıyor. Türkiye hep sanayi ülkesi mi olacağız, tarım ülkesi mi olacağız tartışmasına düşüyor. Oysa ki, gelişmiş ülkelerde sanayi ve tarım birlikte gelişmişlerdir. Çünkü sanayinin hammaddesi tarımdır. Dolayısıyla sadece sanayide gelişmeye çalışırsa cari açık artmaya devam eder. Geçmişte Türkiye, özellikle nohut ve mercimek gibi bakliyatlarda kendi kendine yeter durumdaydı. 1990‘da nohut ekim alanı 878 bin hektarken 2006 yılında  yüzde 64 azalarak 558 bin hektara, aynı yıllar için mercimekte de 905 bin hektardan  yüzde 49 azalarak 440 bin hektara gerilemiştir. Özellikle  yüzde 81‘lik oranla en büyük azalma 276 bin hektardan 53 bin hektara gerileyen yeşil mercimekte yaşanmıştır. Kaldı ki bu ürünler içerisindeki proteinlerle hayvansal ürünlerle aynı beslenme değerlerini sağladığı için yanlış beslenen Türk halkı için oldukça önemliydi.

Size göre neler yapılmalı?

Türkiye‘de doğru beslenmeyi sağlamak için susuz ve kurak şartlarda yetişebilen bakliyat tarımını yaygınlaştırmamız gerekiyor. 1980‘li yıllarda nadas alanlarının daraltılması projesi kapsamında bakliyat ekimimizi artırmış ve bakliyat konusunda dünyada söz sahibi olmaya başlamıştık. O yıllarda TMO‘da destekleme alımları yaparak ekimi teşvik ediyordu. Ancak 1993‘te destekleme alımları kesildi. Üretici kendi haline bırakıldı. Günümüzde 3.7 milyon hektar arazi hala nadasa bırakılıyor. Halbuki kuraklığın da arttığı bu dönemde bakliyat ekimi artarsa hem ihtiyaç karşılanır hem de topra k korunmuş olur.  Çünkü bu ürünler topraktaki azot dengesini sağlıyor, gübrelemeye de ihtiyaç kalmıyor.

Bu yıl yaşanan kuraklık nedeniyle yeraltı sularının kullanılmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Türkiye‘de susuzluk baş gösterdiğinde direk yer altı sularına yöneldiler. Ancak  yeraltı suları stratejik öneme sahiptir. Bu nedenle öncelikle yağmur suları, daha sonra akarsu ve göllerin kullanılması en son çare olarak  ise yer altı sularının kullanılması gerekiyor. Yeraltı suları savaştaki bir askerin tüfeğindeki son mermidir. Kesinlikle çok kurak dönemlerde kullanılmamalıdır. Eğer kullanılırsa kullandığımız sular kirlenir,  suların içindeki tuz ve istenmeyen partiküller artar. Örneğin, Ege‘nin kıyı kesimlerinde kullanılan yer altı sularında tuzluluk başladı. Aynı durum İstanbul Bakırköy havzası için de geçerli. Bu bölgede kaçak kuyular var. DSİ bunları tespit ettikçe kapatıyor. Burası çok tehlikeli bir alandır. Deniz etkileşimi olan bu alandaki yeraltı sularını azaltırsanız deniz suyu yer altı sularına karışır ve bunların kullanımını engeller.   

Tarımda birliklerin işlevinin giderek azaltılıyor, bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

2000 yılında IMF‘nin öngörüleri ve Dünya Bankası‘nın şartları sonucu 4572 Sayılı Tarım Satış Kooperatifleri ve Birlikleri Yasası çıkarıldı. Bu yasaya göre  kooperatif ve birlikler  tarım ürünlerinin alım ve satımını yapabilecek, işleme gibi katma değer yaratacak alanları  da şirketleşmeye açacaktı. Bu yasanın sonuçları neticesinde 2006 sonbaharında zeytin üreticisi ve fındık üreticisi kendi birliklerinin üzerine yürüdü. Kayısıcılar da birliklerinin üzerine yürüyecek. AB‘de çiftçiler kendi kooperatiflerinde ürünlerini gıda haline getirir kendi markasını vurup satışa sunar. Kaldı ki bu üreticilere de devlet destek verir. Bu yasa ile çiftçilere sen üst düzeyde kazanma devlet memuru gibi kıt kanaat geçin denmiştir. Oysa çiftçiler kendi haklarını koruyabilmek ve ürününü değerinde satabilmek için örgütlenmek zorundadır. AB‘de de bu böyledir. Bugün Konya Şeker‘in kendi ürünlerini işleyerek markasıyla satışa sunduğunu ve ciddi bir başarı elde ettiğini görüyoruz. Ancak bu yasa nedeniyle aynı şeyi devletin tarımsal kitleri olan Türkiye Şeker Fabrikaları A.Ş  yapamıyor.

Tarım sektöründeki yüksek istihdamın farklı alanlara kaydırılması projesini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Türk tarımının suçlandığı konuların başında verimsizlik ve maliyetlerin pahalılığı gelir. AB çiftçisine yılda 42 milyar Euro, ABD‘ninkine 75 milyar dolar destek verilirken, Türk çiftçisine 2 milyar Euro destek verilmektedir. Üstelik ülkemizde sulama ve arazi toplulaştırma gibi tarımsal altyapı yatırımları tamamlanmamıştır. Bu gerçekleri görmezden gelerek Türk çiftçisini suçlamaya kimsenin hakkı yoktur.  Son zamanlarda tarımsal nüfusu azaltma furyası içine girildi. Nüfusumuzun  yüzde 27‘si tarımla uğraşıyor. Bu oran AB‘de yüzde 5-6 civarında. Ancak AB kırsal politikalarına büyük önem verirken, bizde ise adeta köylü toprağından kovulurcasına atılmak istenmektedir. 1980-2004 aralığında tarımdan 1 milyon kişi kopmuşken, 2004-2005 aralığında bu rakam 1,4 milyon kişiye çıkmıştır. Ülkemizde tarım nüfusu kırsal kesim nüfusunun da büyük bölümünü oluşturuyor.

Tarımda nüfusun azalmasının maliyeti ne olur?

Tarım nüfusunun azaltılması demek, kırsalda kimsenin kalmaması ve çarpık kentlerin oluşması anlamına geliyor. Ülkemizde nüfusun  yüzde 33‘ü kırsalda yaşarken bu oran Romanya‘da  yüzde 46, Portekiz‘de  yüzde 45, Yunanistan, Polonya ve Finlandiya‘da  yüzde 38, Macaristan‘da  yüzde 35, İtalya ve İsviçre‘de  yüzde 33‘tür. 

Tarım nüfusu düşüyor ama kırsal alan da düşüyor. Büyükşehirler doluyor. Türkiye‘de bu gidişatla biz de hala Büyükşehirlerde kaosun olmamasının nedeni insanların geçimlerini çok zor karşılamalarına rağmen dost, akraba ilişkisi sayesinde kırsalda tutunmaya çalışmasıdır. Eğer tarımı küçültmeyi planlıyorsanız sanayi ve hizmetler sektöründe bu insanlara alternatif yaratmanız gerekiyor. Ama şuanda böyle bir alternatif yok. Eğer bu ülkede tarımsal üretim nüfusun yüzde 27‘siyle değil de yüzde 7‘siyle yapılabilir diyorlarsa ve bu kalan nüfusu da alternatif alanlarda istihdam edilebilir deniyorsa bizim itirazımız yok.   

Damlama sulamada hata yaparsak, topraklarımızı kaybederiz. Su tasarrufunda damla ve yağmurlama sulama sistemlerinin katkısı ne olacak?

Türkiye‘de artık acil olarak suyu tasarruflu kullanan yağmurlama ve damla sulama sistemlerine geçilmesi gerekiyor. Fakat bunların da ne tür şartlarda kullanılacağının bilinmesi gerekiyor. Örneğin, topraktan kaynaklı bir tuzluluk problemi varsa kesinlikle yağmurlama sulama sitemi kullanılmalı. Eğer sulama suyunda bir miktar fazla tuz varsa o zaman damla sulama sisteminin kullanılması gerekiyor. Eğer bu sırada hata yapılırsa topraklarımızı kaybederiz.

Kuraklık gündeme geldiğinde 59. AKP hükümeti sulama sahalarında damla ve yağmurlama sulama sistemlerini teşvik etmek için Ziraat Bankası ve özel sektör işbirliğiyle çiftçiye kredi sağlama kararı aldı. Ama bir arazide damla sulama ve yağmurlama sulama sistemlerinden hangisinin kullanılacağını belirleyen en az 20-25 kriter vardır. Bunlar bilinmeden özel sektörün inisiyatifine bırakılarak bu sistemler kurdurulursa doğal olarak özel sektör en karlı sitemi kurmak isteyecektir.  Bu nedenle bu proje banka, çiftçi ve şirket üçgeninde bırakılmamalı. Aksi takdirde bir iyilik yapacağız derken yeni hatalara yol aç alabiliriz. Devletin bu işi kendi kurumları gözetiminde yapması gerekiyor.

Daha ucuz diye kendinizi dışarıya teslim edersek, batarız

Ahmet Atalık, tarımda ithalat konusuna da değinerek, bu konuda şunları söylüyor:  "Sanayicimiz dışarıda hammadde fiyatlarının daha düşük olduğunu bu nedenle bazı ürünlerde ithalat yapılması gerektiğini belirtiyor. Bu konuyu bir örnekle açıklamak istiyorum. Buğdayın tonu dünya piyasalarında 150 dolarken ABD, Kuzey Afrika ülkelerini tonu 100 dolardan un sattı. Yine o dönem Kuzey Afrika ülkeleri aynı söylemde bulundu. Dışarıda daha ucuz niye dışarıdan almayalım dediler. Yıllar sonra ABD bu ülkelere promosyonlu satışlarının bittiğini söyledi. Bundan sonra unun fiyatı değerinde olacak dedi. O zaman bazı ülkeler arkalarına dönüp baktığında tarlalarda çiftçi ve ürün bulamadı. Cezayir halkı bu dönemde birbirine girdi. İç savaş yaşandı. Şimdi siz dışarıda daha ucuz diye tarım ve gıda alanında kendinizi tamamen dışarıya teslim ederseniz batarsınız. Şunu unutmayın ki, şu anda biz ürettiğimiz için dışarıdan daha ucuza mal alabiliyoruz. Üretmeseydik çok daha yüksek fiyata alacaktık. Örneğin, Türkiye Cumhuriyet tarihine kadar çok yüksek fiyatlar ödeyerek aldığı şekeri, Cumhuriyetten sonra şeker pancarı dikerek şeker ürettiğinde çok daha düşük fiyata almaya  başladı" dedi. 

AHMET ATALIK KİMDİR

1966 Samsun doğumlu Atalık, Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi  mezunu.  1990 ‘da Kastamonu Köy Hizmetleri Bölge Müdürlüğü‘nde göreve başlayan Atalık,  1993‘ten 2005 ‘e kadar İstanbul Köy Hizmetleri Bölge Müdürlüğü‘nde çalıştı. 1993 yılında Ziraat Mühendisleri Odası (ZMO) İstanbul Şubesi‘nin Yönetim Kurulu üyeliğine seçildi. Atalık 2004‘ten bu yana da ise ZMO‘nun İstanbul şube başkanlığı görevini yürütüyor. Aynı zamanda İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Planlama Müdürlüğü‘nün bir personeli olan Atalık evli 2 çocuk babası.

Okunma Sayısı: 1199