GENETİK YAPISI DEĞİŞTİRİLMİŞ ÜRÜNLER - GEZGİN ARALIK 2007

GENEL MERKEZ ( )
06.12.2007 (Son Güncelleme: 06.12.2007 10:36:40)

Dr. Gökhan GÜNAYDIN
TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası
Yönetim Kurulu Başkanı

Biyoteknolojik yöntemlerle kendi türü dışındaki bir türden gen aktarılarak belirli özellikleri değiştirilen bitki - hayvan ya da mikroorganizmalara "transgenik" ya da "genetiği değiştirilmiş organizma" denilmekte ve bu ürünler kısaca GDO olarak adlandırılmaktadır. Bu kapsamda, örneğin domuza ait gen domatese, bakteri veya virüse ait gen de bir bitkiye aktarılabilmektedir.

Bugün tüm dünyada Türkiye yüzölçümüne yakın bir alanda transgenik ekim yapılmakta olup, ekim alanlarının % 99‘u; ABD, Arjantin, Kanada, Çin ve Brezilya‘da bulunmaktadır. 1990 yılından beri GDO‘lu ürünler Amerika‘da kullanılmaktadır. Amerika‘da 50‘den fazla GDO‘lu ürün kullanılmaktadır ancak bunlarda etiket zorunluluğu yoktur. Avrupa‘da 1990‘lı yıllarda GDO‘lu ürünlerin ortaya çıkmasıyla birlikte hemen tüketicinin korunmasını sağlayacak yasal düzenlemeler devreye konulmuştur. Bilimsel çalışmaların kısıtlanması, pazara sunumun yasaklanması, transgenik bitkilerin ekilmemesi sağlanmıştır. Şu anda AB ülkelerinde çok sıkı testlerden geçtikten sonra sadece birkaç ürünün satışına izin verilmektedir.

GDO‘lu ürünlerin, üretilme amaçlarına yönelik olarak bazı iddialar dile getirilmektedir. ABD Başkanı BUSH‘a göre, GDO teknolojisi, tüm dünyadaki açlık sorununa çözüm bulabilmek için üretilmiştir; "verim artacak, gıda bollaşacak, herkes doyacak!.." Şu kadarını biliyoruz ki, dünyada 800 milyonun üzerinde insan aç. Ancak dünyada üretilen gıdalar, aslında tüm dünyayı doyurmak için yeterli. Sorun, gıdaya ulaşmak için yeterli paraya sahip olamamak. Bu bağlamda açlık, üretim yetersizliğinden değil, üretilen gıdanın adil paylaşılmamasından ileri geliyor. Kısacası, sorun siyasi...

Soruna teknoloji ve mülkiyet ilişkileri açısından bakarsak, GDO teknolojisinin, mülkiyetine sahip olanlar açısından çok büyük bir "sermayenin yeniden üretim alanı" olduğunu görebiliriz. Buna karşılık teknolojiyi satın alanlar açısından ise bağımlılığı derinleştirmektedir.  GDO‘lu ürünler üzerine çalışmaların, ABD kökenli şirketler tarafından başlatılması da hiç sürpriz değildir.

GDO‘ların etkileri

İnsan, hayvan, bitki, mikroorganizmalarda yapılan her bir değişiklik bütünün bir diğer parçası olan tarımsal biyoçeşitliliği, yani sağlıklı beslenmenin temeli olan gıda çeşitliliğini de etkileyecektir.

Modern tarım yöntemlerinin yol açtığı etkiler yüzünden zaten yeteri kadar azalmış olan çeşitler GDO‘nun tehdidi altındadır. Çünkü GDO‘ların aktarılmış genleri, çevresinde geleneksel yöntemlerle üretilen ürünlere de geçebilmektedir. Arılar, kuşlar, böcekler ve rüzgar gibi tozlaşmayı sağlayan etkenler, GDO‘lu polenleri alıp komşu tarlalara taşıyabilmekte, komşu tarlaya bulaşan genler oradaki üründe de genetik değişikliğe neden olabilmektedir. "Gen kaçışı" adı verilen bu bulaşma sonucunda yaşamın sürdürülebilirliği açısından çok büyük önem taşıyan bitkiler giderek tek tipleşmekte, doğal çeşitlilik azalmaktadır.

Böylece milyonlarca yılda oluşan türler 5-10 yıllık bir sürede yok olma tehlikesiyle karşılaşmaktadır. Bu yüzden GDO, yeryüzündeki milyonlarca canlı türün varlığını tehdit ve eko sistemi tahrip etmektedir.

Hangi ürünlerde GDO bulunuyor?

Bugün dünyada genetiğiyle oynanmış pek çok ürün bulunuyor. Bunlardan bazıları, mısır, patates, domates, pirinç, soya, buğday, kabak, balkabağı, ayçiçeği, yer fıstığı, bazı balık türleri, kolza, kasava ve papaya olarak sıralanabilir. Ayrıca muz, ahududu, çilek, kiraz, ananas, biber, kavun, karpuz ve kanola üzerindeki çalışmalar da devam ediyor.

Mısır ve soya genleriyle oynanmış bitkiler arasında ilk sıralarda yer aldığı için bu bitkilerden üretilen yan ürünlerin kullanıldığı bütün ürünler GDO‘lu olma riski taşıyor. Mısır ve soyadan üretilen yağ, un, nişasta, glikoz şurubu, sakkaroz, fruktoz içeren gıdalar günlük tüketim maddeleri arasında bulunuyor. Örneğin; bisküvi, kraker, kaplamalı çerezler, pudingler, bitkisel yağlar, bebek mamaları, şekerlemeler, çikolata ve gofretler, hazır çorbalar, mısır ve soyayı yem olarak tüketen tavuk ve benzeri hayvansal gıdalar ile pamuk GDO‘lu olma riski taşıyan gıdaların başında geliyor.

Sonuç olarak 800 çeşidin üzerinde GDO‘lu ürün hiçbir denetime tabi olmadan tüketici sofrasına ulaşıyor.  

GDO‘lu ürünler ve sağlığımız

GDO‘lu ürünler çevre, biyolojik çeşitlilik ve ekolojik denge, insan ve hayvan sağlığı, ülkelerin sosyo - ekonomik yapıları üzerine birçok olumsuz etkiler doğurmakta, varolan ilişkileri - dengeleri bozmakta ve yeni bağımlılık ilişkileri yaratmaktadır. Bu etkileri şöyle sıralayabiliriz:

Çevre, Biyolojik Çeşitlilik ve Ekolojik Dengeye Etkileri: Tüm Avrupa‘da 13 bin dolayında bitki türü bulunurken, bunun 11 bini Türkiye‘de yer alıyor. Bunların 2 bini ise endemik. Böyle bir flora eksenine, kontrollü alanlar dışında GDO‘lu ürünleri soktuğunuzda, genetik çeşitler kayboluyor, yerel türler GDO‘lu ürünlerle rekabet edemediğinden hızla kayboluyor. Bir kez gen aktarımı başlamışsa, genetiği değiştirilmiş ürünün değiştirilmemiş ürünlere bulaşması önlenemez hale geliyor. Bir süre sonra, zengin biyoçeşitliliğin yerini, GDO‘lu homojen ürünler alıyor...

Ayrıca, tarımsal üretime zararlı olduğu kabul edilen böceklere karşı dayanıklı olmalarını sağlamak için bitkilere aktarılan toksin (zehir) karakterli genler, o böcekleri yiyerek beslenen yararlı böcek türlerinin de yok olmasına neden olabiliyor.

Bunun yanında, yabancı ot ilaçlarına dayanıklılık geni aktarılmış bir bitkinin bu genlerinin rüzgar ya da kuş, arı gibi etkenlerle başka bitkilere bulaşması sonucunda bu geni alan yabancı otlar savaşılması güç bir şekilde çoğalabiliyor.

Sağlık Açısından Risk ve Tehditleri: GDO‘ların insan ve hayvan sağlığı açısından doğurduğu risk ve tehditler; yatay gen transferi, alerjiler, antibiyotiklere direnç, toksin birikimi ve doğurduğu metabolizma değişikleri ile tanımlanabilir.

Bu alanda yapılan çalışmaların yetersizliğinin özellikle altının çizilmesinde yarar var. Kısacası, bu çalışma alanı nedense "fonlanmıyor". Yapılan yetersiz çalışmalarda risk - tehlike bulgusuna ulaşan ve bunu açıklayan bilim adamlarının, hemen yöntemleri, bilimsel yeterlilikleri tartışma konusu ediliyor. İşte bulgulardan bazıları;

Yatay Gen Transferi: DNA alımından 48 saat sonra fare karaciğerinde DNA sindirimi saptanmış olup (schubert ve diğerleri, 1997), GDO‘lu mısırla beslenmiş tavuklarda DNA‘nın tamamen sindirilmiş olması (chamber ve diğerleri, 2002) işin diğer önemli boyutunu ortaya koyuyor.

GDO Kökenli Yiyecek Alerjileri: İnek sütü, yumurta, balık, kabuklu deniz mahsulleri, soya, fıstık, buğdayda alerji saptanıyor. Soya alerjisi en çok rapor edilen alerji grubunu oluşturuyor.

GDO Geliştirmede Kullanılan İşaret Genleri ve Antibiyotiklere Direncin Artması: GDO‘lardan başka canlılara gen kaçışında, insan sindirim sisteminin bu geçiş için uygun ortam sağlayabileceği sonucuna ulaşılmış durumda. Bu alanda yapılan bir araştırmada, 12 sağlam 7 ameliyatlı hasta herbisit direnci içeren soya ile beslenmiş ve sonuçlar not edilmiş. Saptama şu: Yabancı DNA sağlıklı bireylerde sindirim sistemi ve bağırsak bakterilerinde kalmadan dışarı atılmış, hasta bireylerde ise DNA‘nın % 4‘ü sindirim sistemlerinde ve bağırsak bakterilerinde bulunmuştur.

Yine, GDO‘larda bulunan genler ve ürettikleri enzimlerin, meyve sebzelerin çiğ yenmesi durumunda mide ve bağırsak tarafından tutulabilmesi söz konusudur.

GDO‘lardan Elde Edilen Gıdalardaki Toksin Birikimi: GDO‘lu patatesin, (glanthus nivalis agglutinin geni) sıçan mide çeperi üzerinde uyarıcı büyüme etkisi saptanmıştır (fenton ve diğ., 1999). Ayrıca, kardelenden elde edilmiş lektin geni ürününün laboratuvar koşullarında insan akyuvarlarına bağlandığı görülmüştür.

GDO‘larda ve Tüketicilerdeki Metabolizma Değişikleri: Bu alanda, 13000-22000 kat daha fazla bebek cinsiyet sorunları, endokrin cevaplı kanserler saptanmıştır (sanderman ve wellmann, 1988) .

GDO‘lu ürünlerin nesiller boyunca amacı dışında bir olumsuz etki yaratmayacağının, küçük yan etkilerinin ise nasıl giderileceğinin üretici çokuluslu şirketler tarafından yapılan uzun süreli araştırmalar ile saptanması, duyurulması ve farklı durumlarda tazmin riskinin üstlenilmesi gerekmektedir.

Her yıl binlerce ton GDO‘lu ürün ülkemize giriyor...  

Türkiye‘de piyasadan toplanılan numunelerde GDO‘lu ürünlere rastlanması, yasak olmasına rağmen Türkiye‘ye kaçak olarak GDO‘lu tohum sokulduğu ve ekiminin yapıldığını göstermektedir. Bu ürünler, 1998 yılından bu yana, hiçbir denetime tabi olmadan, Türkiye‘ye rahatça girmektedir. Örneğin, yalnızca 2003 yılında Türkiye 1.8 milyon ton mısır, 800 bin ton soya ithal etmiştir. Mısırın % 81‘i, Soyanın ise % 88‘i ABD ve Arjantin‘den gelmiştir; neredeyse tamamı GDO‘ludur. Türkiye‘nin gümrüklerinde, GDO‘lu ürün ayrımı yapabilecek laboratuvar altyapısı yoktur. Ankara ve Bursa‘da kurulu laboratuvarlar ile etkin bir denetimin yapılabilmesi de olanaksızdır.

Böyle bir durumun kabulü mümkün değildir. Gümrüklerimizde GDO‘lu ürün ayrımını yapacak laboratuvar altyapısını kurarak bunun önüne geçebiliriz. Bu laboratuvarların kurulması 1 milyon dolara mal olmaktadır. Türkiye‘nin 1980‘lerin ortalarında 1 km otoyol yapımı için, 10 milyon dolar harcadığı düşünüldüğünde, laboratuvar da yapılabilmesi mümkündür.

Türkiye GDO‘lu ürün tüketmek zorunda değil!  

Türkiye GDO‘lu tohum kullanmak, bunları ithal etmek ve tüketmek zorunda değildir. Söz konusu olan mısır, soya, pamuk, kolza, domates ve patates gibi ürünler Türkiye‘nin hemen tüm ekolojik bölgelerinde üretilebilmektedir. Buna karşılık, ilk dört üründe, uygulanan yanlış tarımsal politikalar ile Türkiye dışa bağımlı hale gelmiştir. İstenirse bu zincir birkaç yıl içinde kırılabilir. Ama öncelikle, kendine yeter bir ülke hedefini ıskalayıp, "varolan bağımlılığı derinleştirmeye çalışmak; bunu da ‘günün gereği‘ olarak duyurmak" anlayışından vazgeçilmesi gerekmektedir.

"Ulusal Biyogüvenlik Yasası" acil olarak çıkarılmalıdır. Hammadde, işlenmiş ürün, hangi nitelikte olursa olsun ülkeye GDO‘lu ürün girişi yasaklanmalıdır. GDO‘lu tohumların kontrolsüz alanlarda ekimine asla izin verilmemelidir. Gümrüklerde, iç piyasada etkin bir denetim sistemi kurulmalıdır. Türkiye GDO‘lu ürünler konusunda kendi araştırmalarını yapmalı, teknolojisini kendi üretmelidir. Tarımda, girdiden çıktıya, tüm alanlarda bağımlılık zincirini kıran, kendi potansiyelini kullanan bir politika izlenmelidir.

GDO‘ya Hayır Kampanyası ve bireysel girişimler  

TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası‘nın da içinde yer aldığı GDO‘ya Hayır Platformu, GDO‘lu ürünlere karşı etkin çalışmalar yürütmektedir. Ancak bu konuda tüketicilerin bireysel girişimleri de büyük önem taşımaktadır. Tüketiciler, şüphe duyduğu gıdalar ile ilgili olarak, Tarım ve Köyişleri Bakanlığı‘na Tarım İl ve İlçe Müdürlükleri kanalıyla bunların GDO‘lu olup olmadığını sorabilir. Bilgi Edinme Yasası‘na göre, yetkililerin bu dilekçelere 15 gün içinde yanıt vermesi gerekmektedir.

Sürekli ürünlerini satın aldığınız gıda firmalarının ücretsiz tüketici servislerine, aldığınız ürünün GDO‘lu olup olmadığını sorabilirsiniz. Alışverişlerinizde mağazanın dilek/şikayet kutusuna, ürünlerin GDO‘lu olup olmadığını bilmek istediğinize ilişkin mesajlar bırakabilirsiniz. Üretici ve satıcıların tüketicilerin talep ve ihtiyaçlarını göz önünde bulundurması gerektiğini ve kamuoyunun yarattığı baskı gücünün ne denli etkili olabileceğini unutmayınız.

Şüphe duyduğunuz ürünleri bizzat Ankara İl Kontrol Laboratuvarı ya da Bursa Gıda Merkez Araştırma Enstitüsü‘ne analiz ettirebilirsiniz. Ancak analizler ücret karşılığı yapılmaktadır.

Konuyla ilgili yayınlarımızı dikkatle okuyarak, çevrenizdeki herkese GDO‘lar ve risklerinden söz edebilir, GDO‘lar konusunda bilgilenmelerini sağlayabilirsiniz.

Okunma Sayısı: 1111