GENETİĞİ DEĞİŞTİRİLMİŞ PAMUK ÇÖZÜM MÜ? - EVRENSEL

GENEL MERKEZ ( )
05.01.2008 (Son Güncelleme: 05.01.2008 11:14:51)

ARA SIRA
Ahmet Atalık*

Uluslararası Pamuk İstişare Komitesi 66. Genel Kurul Toplantısı‘nı 22-26 Ekim 2007 tarihleri arasında İzmir‘de yaptı. Ardından, özellikle pamuğun ticareti ile ilgili kesimler, Türkiye‘nin pamuk verimini artırmak ve pamuk üretiminde kendine yeterliliği yakalamak amacıyla genetiği değiştirilmiş (GD) pamuk yetiştirmenin zorunluluğunun altını çizmeye başladı. Bu söylemler ne kadar gerçeği ifade ediyor, bir bakalım.

Pamuk, tekstil ve yağ sanayisinin önemli bir hammaddesi olmasının yanında harp sanayi için de önemli bir üründür. Tohumu bitkisel yağ üretiminde kullanıldıktan sonra arta kalan küspesi, yüksek protein içeriği dolayısıyla hayvan yemi olarak büyük önem taşır. Pamuk, yaklaşık 50 sanayi kolunun hammaddesini oluşturması nedeniyle stratejik bir ürün olarak kabul edilir.

Dünya pamuk üretiminin yüzde 87‘sini Çin, Hindistan, ABD, Pakistan, Brezilya, Özbekistan ve Türkiye sağlamaktadır. Ülkemizin üretimdeki payı yüzde 3‘tür. 2007 yılında dünya pamuk üretiminin 26 milyon ton, tüketiminin ise 28 milyon ton olacağı öngörülmektedir. Aradaki 2 milyon tonluk açık stoklardan karşılanmak durumundadır. Dünya pamuk stoku geçen yıla oranla yüzde 9 azalarak 12 milyon tona gerilemiştir.

Dünya pamuk ihracatında ABD yüzde 39, Hindistan yüzde 13, Özbekistan yüzde11, Brezilya yüzde 7, Avustralya ve Yunanistan yüzde 3‘er paya sahiptir. Yani, 2007 dünya pamuk ihracatının yüzde 76‘sını 6 ülke gerçekleştirmektedir.

Ülkemizde yıllara göre değişmekle birlikte yılda ortalama 850 bin ton civarında pamuk üretilmektedir. Kuraklığın kendini kuvvetli bir şekilde hissettirdiği 2007 yılı için öngörülen üretimimiz ise 718 bin ton civarındadır. Ülkemizde tekstil sanayisinin pamuk ihtiyacı 1.7 milyon ton civarında olup, Türkiye 1 milyon tona yakın pamuk ithal etmek durumundadır. Dünya pamuk üretiminde yedinci sırada yer alan ülkemiz, pamuk ithalatında Çin‘den sonra ikinci sırada gelmektedir.

Türkiye‘nin pamuk üretimindeki yetersizliğini, yanlış bir şekilde GD pamuk yetiştirmemesine bağlayanlar için rakamlarla açıklayalım. Bugün dünyada en yaygın GD ekin alanları ABD‘dedir. Toplam 102 milyon hektarlık GD ekin alanlarının 54.6 milyon hektarı, yani yüzde 54‘ü ABD‘dedir. Bu ülkedeki pamuk ekim alanlarının yüzde 80‘inde GD pamuk ekilmektedir. Dünya pamuk ihracatında yüzde 39 payla ABD birinci sıradadır. İhracatta yüzde 13 payla Hindistan ikinci sırada gelmektedir. Bu ülkedeki pamuk ekim alanlarının yaklaşık yüzde 60‘ını GD pamuk alanları oluşturmaktadır. Dünya pamuk üretiminde ve ithalatında birinci sırada bulunan Çin‘de de pamuk ekim alanlarının yaklaşık yüzde 60‘ı yine GD pamuklardan oluşmaktadır.

Bu ülkelerin toplam pamuk ekim alanlarına baktığımızda ise ABD‘de 4.3 milyon hektar, Hindistan‘da 9.5 milyon hektar, Çin‘de de 6.1 milyon hektar alanda üretim yapılmaktadır.

Türkiye‘nin pamuk ekim alanı ise sadece 570 bin hektardır. Oysa, tekstil sanayisinin pamuk hammadde ihtiyacı Türkiye ile hemen hemen aynı olan ABD, yaklaşık 4.3 milyon hektar ekim alanına sahiptir ve 4.1 milyon ton civarında pamuk üretmektedir. Bu yüzden ihracatta dünya lideridir.

Son yıllarda Türkiye‘nin pamuk ithalatı 2 ülke üzerinde yoğunlaşmıştır; biri ABD, diğeri ise Yunanistan. Türkiye yıllara göre değişmekle birlikte pamuk ihtiyacının yüzde 60-80‘ini bu iki ülkeden karşılamaktadır; yüzde 55-60‘ı ABD‘den, yüzde 20-25‘i Yunanistan‘dan.

Konuyu verimlilik açısından değerlendirirsek; son üç yıl üretim ortalamalarına göre 1 dekar alandan Hindistan 51 kg, ABD 94 kg, Yunanistan 104 kg, Çin 124 kg lif pamuk alırken, Türkiye‘nin ortalaması ise 129 kg‘dır. Ekim alanı 400 bin hektarın üzerinde olan ülkeler açısından olaya baktığımızda, Türkiye verimlilikte Brezilya‘dan (131 kg) sonra dünya sıralamasında ikinci sırada gelmektedir.
Amerikan Tarım Bakanlığı‘ndan (USDA) ve GD tohum üreten biyoteknoloji şirketlerinin finanse ettiği ISAAA‘dan alınan yukarıdaki rakamlar ışığında, Türkiye‘nin pamuk üretimindeki açığını verimsizliğe ve GD tohumla üretim yapmamaya bağlamak son derece yanlıştır, asıl sorunu göz ardı etmektir.

Pamuk ihracatında dünya lideri ABD‘nin verimi, Türkiye‘ye göre son derece düşüktür ve gerçekte dünya piyasalarına 1 kg pamuk dahi satamaması gerekmektedir. Oysa ABD, sayıları sadece 25 bin olan pamuk üreticisine sağladığı yaklaşık 4 milyar dolar destekle dünya piyasalarını altüst etmekte, dünya pamuk fiyatlarını yüzde 26 oranında aşağı çekmekte, diğer ülkelerin pamuk üreticileri ile ekonomisi büyük ölçüde pamuk ihracatına bağlı kimi Afrika ülkelerini açlığa mahkum etmektedir.
Ülkemizde pamuk üretimiyle ilgili asıl sorun politikasızlıktır, plansızlıktır. Türkiye‘de pamuğun yaygın olarak yetiştirildiği yerler Ege, Antalya, Çukurova ve Güneydoğu Anadolu‘dur. 1960‘lardan bu yana Çukurova yöremizdeki ekim alanları, 400 bin hektardan yaklaşık 100 bin hektara gerilemiştir.

1980‘lere dek pamuk üretiminin yaklaşık yarısını karşılayan bölgede ekim münavebesinin uygulanmaması, aşırı kimyasal kullanımının ekolojik sorunlara yol açması ve bunun sonucunda üretim maliyetindeki yükselmeler, üreticiyi başta mısır olmak üzere alternatif ürünlere yöneltmiştir. Antalya yöresinde de ekim alanları 1990‘lardan sonra 30 bin hektardan 2 bin 500 hektara gerilemiştir. En kaliteli pamuğun yetiştirildiği Ege Bölgemizde de 250-260 bin hektar civarındaki ekim alanları günümüzde 120 bin hektar civarına gerilemiştir. Güneydoğu Anadolu Bölgemizde ise 1980‘lerde 80 bin hektar civarında olan pamuk ekim alanları 300 bin hektara genişlemiştir. Bu artış GAP kapsamında sulamaya açılan alanlarla doğrudan ilişkilidir.

Pamuk üretiminde ve ihracatında küresel ölçekte söz sahibi ülkelerle karşılaştırıldığında herhangi bir verim sorunu bulunmayan ülkemizin, pamuk üretiminde kendine yeterliliği yakalayabilmesi için öncelikle GAP‘ın tamamlanması gerekmektedir. Bu projede 770 bin hektar alan pamuk ekimine ayrılmıştır. Öte yandan doğru prim politikalarıyla diğer bölgelerde yıllar itibariyle kaybedilmiş pamuk ekim alanları geri kazanılmalıdır. Teknik ve ekonomik şartlarda sulayabileceğimiz 8.5 milyon hektarlık alan ise en kısa sürede sulu tarıma açılmalıdır.

Tüm bunlar gerçekleştirilirken de ekim münavebesi ve biyoçeşitliliğin korunması göz ardı edilmemelidir. Aynı ürünün uzun yıllar hep aynı yerde ekilmesinin hastalık ve zararlıları artırdığını ve bu durumda daha çok zirai mücadele ilacı kullanmak zorunda kalındığını unutmamalıyız.

* Ziraat Mühendisleri Odası İstanbul Şube Başkanı

Okunma Sayısı: 810