TEŞVİKLER TARIMI DÖNÜŞTÜREBİLECEK Mİ? - BUSİNESSWEEK TÜRKİYE

GENEL MERKEZ ( )
12.02.2008 (Son Güncelleme: 12.02.2008 14:14:07)

Ürüne dayalı teşvik sistemindeki eksiklikler beklenen dönüşümü zorlaştıracak.

Dünya‘nın neresine giderseniz gidin tarım destekleri çok çetrefilli bir konu. Serbest piyasanın en büyük savunucularından Avrupa Birliği bile bütçesinin önemli bir kısmını tarım yardımlarına ayırıyor. Politikacılar bu yardımların kime nasıl verileceği konusunda güçlüklerle karşılaşıyor. Araziye dayalı, üretimden arındırılmış doğrudan gelir desteği (DGD) bu güçlüğün çözüm yollarından biri. Fakat desteğin üretimden bağımsız olması; toprak sahiplerinin üretim yapmasa bile bu yardımdan yararlanmasına, üretimin artırılıp daha verimli hale getirilmesine teşvik olmadığından üretimin gelişmemesine, toprak üzerinde üretim yapanın değil, toprak sahibinin teşvikten yararlanmasına neden oluyor.

İşte bu durum hükümeti de harekete geçirdi ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, 10 Ocak‘ta açıkladığı "Yeni Eylem Planı"nda Doğrudan Gelir Desteği‘nin kaldırılacağını ve ürüne dayalı teşviğe geçileceğini açıkladı. Böylelikle hem adaletsizlik ortadan kaldırılacak hem de tarımın dönüşümü sağlanarak üretici, dünya pazarında rekabet edebilir hale gelecek. Fakat bu teşviğin hangi yöntemlerle ve nasıl yapılacağının belli olmaması, ürüne dayalı teşviğin Avrupa Birliği (AB) ve Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ) kriterlerine uymaması, teşviğin ciddi sosyal etkilerinin bulunması, beklenen dönüşümün gerçekleşmesini güçleştirecektir.

IMF tavsiyesi ve Dünya Bankası ile 2001 yılında imzalanan Tarım Reformu Uygulama Projesi ile yürürlüğe giren DGD, mülkiyet sahibine, ürettiğine göre değil de arazi büyüklüğüne göre destek verilmesini temel alıyor. Teşvik üretimden arındırılmış olduğu için arazi sahibi üretmese bile destek alıyor, bundan dolayı da üretim verimini artırıp daha fazla ve daha kaliteli bir üretim yapma yoluna gitmiyor. Aynı zamanda toprak üzerinde çalışan kiracı ve aracılar da bu destekten yararlanamıyor.

DGD‘NİN PAYI AZALIYOR

Aslında DGD‘nin kaldırılması ve ürüne dayalı teşviğe geçilmesi bir süredir devam eden bir süreç. DGD harcamalarının Tarım ve Köyişleri Bakanlığı bütçesindeki payının yıllara göre değişimi DGD‘nin yavaş yavaş terkedildiğinin bir göstergesi. DGD harcamaları 2003 yılında Tarım ve Köyişleri Bakanlığı‘nın bütçesinin yüzde 83‘üne karşılık gelirken bu oran 2005‘te yüzde 45‘e 2007‘de de yüzde 29‘a düştü. DGD harcamalarının payı düşerken özellikle yağ bitkileri, hububat ve çaya yönelik prim desteği ödemelerinin payı artıyor. 2004 yılında tarım bütçesinin yüzde 11‘i prim ödemelerine giderken bu oran 2005‘te yüzde 24‘e 2007‘de yüzde 32‘ye çıkmıştı. Tarım ve Köyişleri Bakanı Mehdi Eker Türkiye‘de yetiştirilen 140 ürünün dünya çapında rekabet edebilecek verimlilikte ve kalitede üretilemeyeceğini belirterek buğdaydan ayçiçeğine, fındıktan kayısıya, incirden üzüme 20 ürünü özel olarak destekleyeceklerini söylüyor. Bu amaçla 2006 yılında üç ilde (Edirne, Diyarbakır, Konya) pilot uygulamalar yapıldı, örnek olarak Edirne‘de ayçiçeğine yüzde 10 prim ödendi.

DGD‘nin kaldırılması birçok kesim tarafından olumlu karşılanıyor. Ziraat Odaları Birliği Başkanı Şemsi Bayraktar, "İhtiyacımız olan ürünlerin üretimini teşvik etme imkanı artacaktır. Bu imkanla daha fazla ürün yeterli miktardaki primlerle desteklenebilir" diyor.

Fakat bu teşviğin hangi yöntemlerle nasıl yapılacağı belli değil. Başbakan‘ın, hükümetin yeni eylem planını açıklamasının ardından geçen bir aylık süre içinde bu konu hakkında henüz detaylı bir açıklama gelmedi. Tarım Bakanlığı yetkilileri bu konu hakkında görüşme teklifimizi geri çevirdi. TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası Başkanı Dr. Gökhan Günaydın, "Ziraat Mühendisleri Odası olarak, Hükümet‘in ya da Tarım ve Köyişleri Bakanlığı‘nın, DGD‘nin kaldırılması sonrasında nasıl bir destekleme modeline geçileceğine yönelik ayrıntılı ve somut açıklama yapmasını bekledik. Çünkü ancak bu şekilde sağlıklı bir değerlendirme yapılabilirdi" diyor.

Plan detayları belli olmadığı için istenilen tarımın dönüşmesi, Türkiye‘de üretilen ürünlerin dünya pazarında rekabet edebilecek hale gelmesi konusu muğlak kalıyor. Belki de DGD‘den ürüne dayalı geçiş sürecinin en zor kısmı; Türkiye‘nin dünya pazarında satabileceği, kâr getirecek ürünlerin ve bunlara yapılacak doğru teşvik yöntemlerinin seçilmesi.

Atatürk Üniversitesi Ziraat Fakültesi eski dekanı MHP Erzurum Milletvekili Zeki Ertugay, "Türkiye‘nin havza bazında iyi bir etüdü yapılıp, tarım kayıt altına alınıp, açığı bulunan, ihtiyaç duyulan stratejik ürünlerin belli bir üretim planı kapsamında daha fazla desteklenmeli" diyor ve ekliyor: "Satamadığımız, pazarlayamadığımız ürünü üretmenin pek bir anlamı yok." Bu geçiş sürecinde karşılaşılacak diğer ciddi sorun ise Dünya Ticaret Örgütü ve Avrupa Birliği‘nin destekleri üretimden bağımsız olarak verilmesini istemesi.

Türkiye, destekleri üretimden bağımsız durumdan üretime bağımlı duruma kaydırdığında DTÖ ve AB ile sıkıntı yaşayabilir.

DTÖ, piyasa ulaşımının ve ihracat rekabetinin yerel desteklerle sekteye uğratılmamasını sağlamaya çalışıyor.

Bu amaçla ticareti bozucu etki yapmayan teşvikler yeşil kutu, bozucu etki yapanlar kırmızı kutu olarak adlandırılıyor. Örnek olarak devletin araştırma ve eğitim desteği vermesi yeşil kutuda yer alırken, devletin belli bir garanti fiyattan ürün satın alması kırmızı kutuda yer alıyor. Türkiye‘nin üretime dayalı verdiği teşvikler kırmızı kutuda yer aldığı için bu uygulamaya DTÖ tarafından sınırlama getirilebilir. Ziraat Odaları Başkanı Şemsi Bayraktar, "Desteklerin tümünü bu yöne kaydırmak, minimis sınırını aşma ihtimalini göze almak demektir.

DTÖ kurallarına göre; ürüne yapılacak desteklerde yüzde 10 minimis sınırını aşmamak kaydıyla prim destekleri devam edebilir" diyor.

ULUSLARARASI SAKINCALAR

Türkiye‘dekinin aksine AB‘deki uygulamalar önce üretime bağlı destek şeklinde olmuş sonra da üretimden bağımsız desteğe dönüşmüştür. Üretime dayalı verilen destekle AB‘de üretim ciddi şekilde artmış ve zamanla üretim fazlası oluşmuştur. Üretimi azaltma amaçlı olarak AB üretimden bağımsız desteklere geçmiştir. Türkiye‘nin AB‘nin tersine üretime dayalı teşviklere, yönelmesi Avrupa Komisyonu‘nun tepkisini çekiyor. Avrupa Komisyonu‘nun 6 Kasım 2007 tarihli "Türkiye İlerleme Raporu"nda şu ifade yer alıyor: "Üretimle ilişkili doğrudan destek ödemeleri ve fiyat destek tedbirlerinin öneminin artması yönündeki eğilimi, üretimle ilişkisi olmayan doğrudan destekler lehine tersine çevirecek bir stratejinin hazırlanarak Avrupa Komisyonu‘na sunulması gerekmektedir." Dr. Gökhan Günaydın, "Hükümet, AB‘nin açılış kriteri saydığı ve şiddetle eleştirdiği bir konudaki mevcut uygulamayı daha da ileri götürmeyi göze alabilecek midir ?" diye soruyor.

Zeki Ertugay, AB‘ye karşı dik durup, pazarlıkçı davranmamız gerektiğini düşünüyor. "Türkiye‘de üretimi ve kaliteyi arttırmak için tarımın belli oranlarda desteklenmesine AB itiraz etmez" diyor. Şemsi Bayraktar da AB‘ye üye olduğumuzda bu AB kurallarını uygulamaya mecbur olduğumuzu ve o zamana kadar tarım sektörünün AB ile rekabet edebilecek hale gelmesi gerektiğini söylüyor.

Teşviğin üretim dayalı verilmesi daha fazla üretim yapabilme yeterliliği olan büyük işletmelerin işine daha çok yarayacaktır. Bu durumda teşviğin büyük bölümü yine büyük toprak sahiplerine gidecektir.

Onlar alman teşvikle üretimlerini daha da artırarak sanayileşecek ve bundan dolayı da tarım nüfusu azalacaktır. Tarımdan kopan nüfusun nerede istihdam edileceği hükümeti bekleyen ciddi sorulardan biridir. Prof. Zeki Ertugay, Türkiye‘nin üretimini arttırmasının ve bu dönüşümden geçmesinin mecbur olduğunu belirterek üretime dayalı teşviklerin öneminin artırılmasını fakat DGD‘nin tamamıyla kaldırılması yerine üretim teşviğinden ciddi olarak yararlanamayacak küçük işletmelerin üretimlerinin artırılması için sosyal amaçlı olarak toplam teşviklerin yüzde 15‘inin DGD olarak devam etmesi gerektiğini söylüyor. "Türkiye‘de küçük çiftçi çok, araziler çok parçalı, üretimleri zayıf, teşviği üretimle bağıntılı olarak verirseniz yeteri kadar tatmin olmazlar" diyor.

Sonuç olarak, Türkiye tarım sektörünü dönüştürüp dünya ile rekabet edebilir hale gelmek istiyorsa bir makro plan çerçevesinde önünde birçok engelin bulunduğu sancılı bir süreçten geçmek zorunda. Eğer bu dönüşümü sağlayamazsa AB‘ye üye olduğunda tarımı kendi istediği şekilde dönüştürmesi güç olacaktır.

İlhan Güner

Okunma Sayısı: 826