TÜRKİYE TARIMI 2000

GENEL MERKEZ ( )
30.06.2008 (Son Güncelleme: 30.06.2008 18:34:49)

Prof.Dr.Gürol ERGİN-Zehra EYİCİL
ZMO Yönetim Kurulu adına

Bir ülkede uygulanan politikaların doğru olup olmadığını değerlendirmenin en somut ölçütü alınan sonuçtur. Bu ölçüt, tarım politikalarının değerlendirilmesinde de tamamen geçerlidir. Eğer tarım ilerleyen zaman içerisinde olumlu gelişmeler göstermiş ise uygulanan politikalar doğru, aksi durumda ise yanlıştır. Türkiye 1980‘li yılların başlarına kadar tarımsal üretimi ile kendi gereksinimlerini karşılamış, ayrıca çok önemli tarımsal dış satım rakamlarına da ulaşmıştır. Nitekim, o yıllarda Türkiye için söylenen, dünyada tarımsal üretim açısından kendine yeten sayılı ülkelerden biri olduğudur. Ve yine o yıllarda Türkiye tarımsal üretimi ile tüketimini karşıladıktan sonra, dışardan satın aldığı belli birkaç ürünle sınırlı dış alımının tam 7 katı tarımsal ürün dış satımında bulunmaktaydı. 1980‘li yıllardan sonra, durum hem. de çok hızlı olarak tersine döndü. Zaman içinde Türkiye, bitkisel yağ, pirinç, makarnalık buğday, et, süt ürünleri, zaman zaman da ekmeklik buğday açısından diğer ülkelere muhtaç hale geldi. Öyle ki 1995 yılında tarımsal üründe aldığı ile sattığı başa baş noktasına geldikten sonra 1996‘da aldığı sattığından daha fazla oldu. Kısacası Türkiye tarımda artık kendine yetmeyen dışarıya bağımlı ülke konumuna geldi. Ne için böyle oldu, ülkede hangi politikalar değişti yada yanlış uygulamalar yapıldı da bu çok üzücü konuma gelindi? Bu sorunun yanıtı ana hatları ile şöyle verilebilir: Her şeyden önce mentalite değişti. Ülkenin kalkınmasının sanayi ile olacağı, tarımda ne yapılırsa yapılsın, ülkenin kalkınamayacağı, bu nedenle ülke kaynaklarının tarımdan kısılıp sanayiye aktarılması gerektiği görüşü fırtına gibi esmeye başladı. Zamanın (80‘li yılların) hükümetleri tam anlamıyla bu görüşün uygulayıcısı oldular. Bu görüş yalnızca finansal anlamda etkili olmakla kalmadı, tarımdan kısılan desteklerin neden olduğu üretim azalışlarından kaynaklanan fiyat artışlarını frenlemek amacıyla tanmsal ürünlerde sınırsız dış alıma gidildi. Zaten düşmüş olan üretim, böylece daha fazla azalmaya mahkum edildi. Bu yanlış dış alım politikası yanında ikinci çok önemli yanlış, Tarım Bakanlığı‘nda uygulanan reorganizasyon çalışması ile gerçekleşti. Türkiye‘de tarımı önemli noktalara getirmiş olan Tarım Bakanlığı 1984 yılında hallaç pamuğu gibi atılarak, Bakanlık işlevsiz, tarım ve çiftçi sahipsiz bırakıldı. Tarıma can veren önemli Genel Müdürlüklerin hemen tümü (Ziraat İşleri, Zirai Mücadele, Hayvancılığı Geliştirme, Gıda işleri, Veteriner İşleri, Su Ürünleri Genel Müdürlükleri) kaldırıldı. Bu arada tarım topraklarının ve sulama suyunun korunması, geliştirilmesi ve doğru kullanımı konusunda göğüs kabartıcı çalışmaları olan Toprak-Su Genel Müdürlüğü kaldırılarak, Yol-Su-Elektrik Genel Müdürlüğü ile birleştirildi. Ülke toprakları da önemli ölçüde sahipsiz kaldı.

Sonuçta, bugün Türkiye, tarımda uygulanan politikaların amacı olan aşağıdaki hususların hiçbirinde olumlu noktaya gelemedi. Türkiye için tarıma ilişkin politikaların ana amaçları şunlardı:

  1. Türk halkının yeterli ve dengeli beslenmesinin sağlanması
  2. Tarımsal gelirlerin artırılması ve istikrarlı kılınması
  3. Dış ticaret gelirlerinin artırılması için ülkenin. sahip olduğu potansiyelin değerlendirilmesi
  4. Kırsal kesimi kalkındırarak, kırsal alanın yaşanır hale getirilmesi ve kırsal alandan kaçışın, yani göçün önlenmesi
  5. Sanayinin girdisi olan hammaddelerin üretilmesi
  6. Kırsal alanda yaratılan gelirin artırılması ve sürekli kılınması sonucu, sanayi sektörünün ürettiği mal ve hizmetlere Pazar oluşturulması

Türkiye bugün yukarıda sayılan amaçların hiçbirini gerçekleştirememektedir. Çünkü Türkiye tarımının çok ciddi yapısal sorunları vardır.

TÜRKİYE TARIMININ YAPISAL SORUNLARI

Türkiye tarımının yapısal sorunları şöyle özetlenebilir:

l. TÜRKİYE‘DE TARIMSAL ÜRETİM PLANLAMASI YOKTUR

Türkiye hangi ürünü ne için, nerede, ne kadar ve nasıl üreteceğini planlamamakta, üretim tamamen çiftçinin inisiyatifinde ve çokluk belli bir bilinç dışında biçimlenmektedir. Bu nedenle de herhangi bir ürün, kimi yıl gereksinimin çok üstünde üretilmekte, kimi yıl ise ülke gereksiniminin çok altında bir üretim gerçekleşmektedir.

2. ÜRETİM BİRİMLERİNİN YAPISAL SORUNLARI VARDIR

2.1. Türkiye‘de tarımsal üretim birimi, diğer bir deyişle tarımsal işletme sayısı olması gerekenden çok fazladır. 1950 yılında 2,5 milyon olan işletme sayısı 1980‘de 3,6 milyona çıkmıştır. 1991 yılında ise Türkiye‘de 4.091.000 tarım işletmesi bulunmaktadır. Tarım işletmelerinin artması, öncelikle işletmelerin miras yoluyla parçalanmasından ileri gelmektedir. Bu kadar çok sayıda işletmeye tek tek hizmet götürmek son derece zor, hatta olanaksızdır.

2.2. Tarımsal işletmelerin büyüklükleri dünya ölçeğine göre son derece küçüktür. Bir işletmeye düşen ortalama arazi miktarı 56,1 dekardır. Oysa ki, Gelir Vergisi Kanunu hububat tarımı için 600 dekardan daha düşük alanda üretim yapan çiftçiyi küçük çiftçi kabul etmektedir. İşletmelerin % 67‘si 50 dekardan daha küçük olup, bu işletmeler tarım topraklarının ancak % 22‘sini işletmektedirler. 20 dekardan küçük işletmeler ise tüm işletmelerin % 35‘ini oluşturmaktadır. Buna karşılık 500 dekardan büyük işletmelerin sayısal oranı % 1 iken, bu işletmeler toplam tarım arazisinin % 17‘sine sahiptirler. İşletmelerin küçük oluşu yanında bir de çok parçalılık yaşanmaktadır. Herbir tarımsal işletmenin toprağı ortalama 3 parçadan oluşmaktadır. Bu toprakların mutlaka toplulaştırılması gerekir.

2.3. İşletmeler küçük ve çok parçalı olduğu için de emek verimliliği düşüktür.

2.4. İşletmelerde önemli sermaye sorunu vardır. Küçük olan işletmeler hem geçimlerini sağlayacak, hem de üretime ayıracak gelirden yoksun oldukları için tarım kesimi çok büyük ölçüde sermaye sıkıntısı yaşamakta, bu da hem üretimi kısıtlamakta, hem de sosyal sorunlar yaratmaktadır.

2.5. Tarım nüfusumuz çok yüksektir. Son nüfus sayımı sonuçlarına göre, nüfusun yaklaşık % 40‘ı hala kırsal alanda yaşamaktadır. Oysa ki, bu oran ABD‘de % 3,5, Avrupa‘da % 5-10 dolayındadır. Nisan 1999 itibariyle Türkiye‘de 12 yaş üstü sivil istihdam 22.049.000 olup, tarımda istihdam edilenlerin sayısı 10,096.000 dir. Yani, sivil istihdamın % 46‘sı tarımda çalışmaktadır. Buna karşılık tarımın gayri safi milli hasıladaki payı 1991-1998 yıllan ortalaması olarak % 15.48‘dir. Bu oran 1980‘de % 26.0, 1997‘de % 15.0‘i, 1998‘de % 17.0, 1999‘da ise % 15.0‘dir.

2.6. 1000 dönüm tarımsal alana düşen iktisaden faal nüfus çok yüksektir. 1000 dönüm tanmsal alana düşen iktisaden faal nüfusun teknolojinin ilerlemesine koşut olarak azalması gerekir. Oysa ki, 1000 dönüm tarımsal alana düşen tarımda iktisaden faal nüfus 1965‘de 38 iken, 1990‘da 45‘e çıkmıştır ve 1995‘de 43,4‘dür. Bu nedenle de tarımda iktisaden faal nüfus başına düşen tarım toprağı giderek azalıp, 1965‘de 26,7 dönüm iken, 1990‘da 22,1, 1995‘de 23,1 dönüm olmuştur. Türkiye‘de kişi başına düşen tanm arazisi ise 1960‘da 9.5 dönüm, 1990‘da 4,9 dönüm, bugün ise 4,5 dönümün de altındadır. Kısacası giderek azalmaktadır.

3. TARIM TOPRAKLARI SORUNLUDUR

3.1. Tarım topraklarında mülkiyet sorunuyaşanmaktadır. 4.091.000 tarım işletmesinden 102.000‘inin hiç toprağı bulunmamaktadır. Bu durum özellikle Güneydoğu Anadolu Bölgesi‘nde çok önemli bir sorun olarak ortaya çıkmaktadır. Bu bölgede 362.000 tarım işletmesi olup, bu işletmelerin 29.000‘i topraksızdır, bir karış toprağı yoktur. 21.000 işletmenin toprağı ise 5 dekardan azdır. Bir yanda topraksız ve 5 dekardan az toprağı sahip 50.000 ailenin toplam 48.000 dekar toprağı varken, diğer yandan 405 varlıklı ailenin toplam toprağı 3.152.000 dekardır. Bir başka ifade ile, yöredeki 6 aile 50.000 ailenin sahip olduğu kadar toprağa sahiptir. Bu durum, korkunç bir sosyal adaletsizliği ifade ettiği gibi, ayrıca ne topraksız köylünün, ne de bu denli uçsuz bucaksız toprak sahiplerinin ekonomik bir işletme olarak çalışması mümkündür.

3.2. Tarım toprakları amaç dışı kullanılmaktadır: Türkiye dünyada toprak rezervi kalmayan 19 ülkeden biridir. Bu nedenle topraklarını çok dikkatli ve doğru kullanmak zorundadır. Oysa tam tersi bir durum yaşanmaktadır . Son yirmi yılda yalnızca yerleşim alanı elde etmek için tarım dışı bırakılan alan 450.000 ha.‘dır.Bu demektir ki, Türkiye bir yandan sanayi, turizm, ulaştırma, konut yapımı, kum ocağı açma gibi nedenlerle varolan bir GAP‘ı öldürürken, diğer yandan bugüne kadar harcadığı 3.2 katrilyon TL ve bundan sonra harcayacağı hesaplanan 4.5 katrilyon TL ile bir GAP yaratmaya çalışmaktadır.

3.3. Türkiye topraklarında çok önemli düzeyde erozyon sorunu yaşanıyor. Erozyona uğrayan alan yıldan yıla artıyor. 1986 yılında 50 milyon ha. alanda erozyon varken bugün Türkiye‘de 62 milyon ha. alanda erozyon sorunu vardır. Türkiye‘nin toplam alanının 78 milyon ha. olduğu düşünülürse sorunun büyüklüğü net olarak görülür. Erozyon nedeniyle Türkiye her yıl 1,2 milyar ton verimli tarım toprağını yitirmektedir.

3.4. Türkiye‘de çok önemli toprak ve su kirlenmesi sorunu yaşanmaktadır. Bir yandan sanayi tesisleri, bir yandan konut alanları, diğer yandan da ilinçsiz tarım su ve toprakta önemli kirlenmelere neden olmaktadır. Sanayi atıklarının tarım alanlarını tahribini tanımlamak açısından Murgul‘da 40 km2‘lik alanda tek canlı bitkinin kalmadığını, Yatağan termik santralinin 16.000 hektar alanı kavurduğunu, Yarımca‘nın kiraz bahçelerinin fabrika bacaları yüzünden kuruduğunu anımsatmak yeterlidir.

Sanayi kaynaklı kirlenme sürecinden akarsular da nasibini almaktadır. Ergene, Seyhan, Porsuk, Susurluk, Nilüfer ve daha bir çok akarsu, toprak, bitki, hayvan ve insan için zehir kusan akarsular haline geldiğinden sulama suyu kaynağı olarak kullanılamamakta, bu akarsuların etrafındaki verimli tarım alanları, verimsiz kıraç alanlar haline dönüşmektedir.

Ülkemizin geldiği bu noktada varılan somut sonuç şudur : Kişi başına tarım toprağı son yirmi yılda üçte bir düzeyinde, son beş yılda onda bir düzeyinde azalmıştır. Bu azalmayla bağlantılı olarak ormana ve mera‘ya yönelen saldırılar hızlanmış, erozyona ivme kazandırılmış ve tahribat hesap edilemez boyutlara ulaşmıştır.

3.5. Tarım topraklarının sulama sorunu vardır. Türkiye‘nin ekonomik olarak sulanabilecek toprağı 8,5 milyon ha.‘dır. 1999 yılı sonu itibariyle DSİ, KHGM ve halk sulamaları ile sulanan toplam alan 4,6 milyon ha. olup yaklaşık 4 milyon ha. alanın daha sulamaya açılması gerekiyor. Oysa ki yıllık programlara göre sulamaya açılabilen alan ortalama 100.000 ha. kadardır. Bu hızla gidilirse sulanması mümkün alanlara ancak 40 yıl sonra su getirilmiş olacaktır. Sulamada bir başka sorun GAP Bölgesi dahil henüz hangi sistem sulama yapılacağının kararlaştırılmamış olmasıdır. Yanlış ve fazla sulamadan ötürü çoraklık, tuzlanma ve erozyon sorunları giderek ağırlaşmaktadır.

4. VERİM VE ÜRETİM DÜŞÜKTÜR

Gerek bitkisel ve gerekse hayvansal üretimde verim son derece düşük olup, çiftçide bilgi eksikliği oluşu, teknolojinin tarıma yeterince aktarılmayışı, uygun tohumluk ve damızlık sağlanamaması, gübre ve tarım ilaçlarının eksik ya da yanlış kullanılışı verim düşüklüğünün önemli nedenlerini oluşturmaktadır. Verim düşüklüğüne bağlı olarak üretimde tatmin edici artışlar yaşanmadığı gibi, son yıllarda birçok üründe üretim azalmaları da görülmektedir. 1991-1998 yıllarının üretim rakamlarına göre et, buğday, mısır, nohut, şeker pancarı ve soyada üretim artmayıp, azalmıştır. Mercimek, kuru fasulye, ayçiçeği, patates, süt, tatlı su ürünleri, baklagiller, şeftali, üzüm, incir ve portakalda bir miktar artış varsa da, bu atışlar % 1,5 olan nüfus artışının altında kalmıştır. Yalnızca beyaz et, yumurta, deniz ürünleri, sebze üretiminde memnunluk verici artışlar vardır.

5. ÜRETİCİ ÖRGÜTLENMESİ YETERSİZDİR

Devletin net bir örgütlenme politikası olmamış, bu konudaki kamu yönlendirmeleri yetersiz kalmış; etkin ve yaygın örgütlenme eğitimi programları uygulanamamıştır. Kooperatifçilik ve üretici birlikleri biçimindeki örgütlenmeler son derece yetersizdir. Ayrıca devlet güdümünde kurdurulmaya çalışılan ve yapısı henüz netlik kazanmayan üretici birliklerinin kooperatifçiliğe karşı oluşturulmaya çalışıldığı konusunda kamuoyunda yoğun kuşkular bulunmaktadır. Sulama birlikleri ise, sayıları hızla artarken, henüz yasal bir statüye kavuşturulmamış olup, bu birliklerde önemli suistimaller yapıldığı yönündeki söylentiler gün geçtikçe artmaktadır.

6. TARIMDA KAMU ÖRGÜTLENMESİ

SON DERECE YETERSİZ, BİR O KADAR DA KARMAŞIKTIR

Tarım ve Köyişleri Bakanlığı gerekli işlevi görebilmesi için yeniden örgütlenmelidir. Ayrıca 8 ayrı bakanlığa ve özellikle dış ticarette Hazine Müsteşarlığı, Dış Ticaret Müsteşarlığı, Devlet Planlama Teşkilatı gibi birçok kuruluşa dağılmış olan yetkilerin Tarım ve Köyişleri Bakanlığı‘nda toplanması gerekir.

7. GİRDİ KULLANIMI SORUNLUDUR

Türkiye tarımsal girdilerde belli sorunlarla karşı karşıyadır. Gübre üretimi yeterli olmadığı gibi gübre üretiminde son yıllarda artış yerine azalışlar yaşanmaktadır. Bunun sonucunda hektara kullanılan gübre miktarı da 60 kg. düzeyinde kalmaktadır. Bu miktar Yunanistan‘da 170 kg., Almanya‘da 428 kg.dır. Gübre üretimimiz şöyledir:

Türkiye‘de Gübre Üretimi

YılÜretim (ton)
19924.107.000
19934.394.000
19943.076.000
19953.469.000
19963.877.000
19973.930.000

Tüketim yetersizliği yanında bir başka sorun da kullanımdaki dengesizliktir. Ekstansif koşullarda tarım yapılan birçok alanda kullanım ortalamanın gerisinde iken, kimi bölgelerimizde ise ciddi çevre sorunları yaratan bir aşırı kullanım söz konusudur.

Diğer bir girdi olan tarım ilacı kullanımında da hem yetersizlik ve hem de dengesiz kullanım ciddi sorunlar yaratmaktadır. Kimi bölgelerde hiç ilaç kullanılmazken, Ege, Çukurova gibi bölgelerde gerek tarla ve gerekse sera tarımında çok yoğun kullanım söz konusudur. Tüketilen tarım ilacının yaklaşık % 90‘ı yurtiçinde üretilmekte, ancak etkili maddelerin tümü yurt dışından sağlanmaktadır.

Tohumluk, özellikle de sebze tohumluğu üretiminde çok büyük oranda dışa bağımlılık sürmektedir. Buğday tohumu üretimi ise yetersiz olup, çiftçinin yıllık 300.000 ton olan buğday tohumu gereksiniminin ancak yarısı karşılanabilmekte, yozlaşan tohum kullanımı sonucunda verim ve üretimde hem miktar hem de kalite düşmesi yaşanmaktadır. Damızlık, yem, mekanizasyon ve kredi konularında da önemli sorunlar bulunmaktadır. Çiftçiye düşük faizli kredi sağlayarak destekleme görevi yapmakla yükümlü olan Ziraat Bankası‘nın üreticilere açtığı kredi faizlerinde son yıllarda önemli artışlar olmuştur. Her ne kadar son dönemde, enflasyonun düşmesi neden gösterilerek kredi faizlerinde indirime gidilmiş ise de, Bankanın bugün uyguladığı faiz oranları ile tarımsal üretim yapmak hemen hemen olanaksızdır.

8. TARIMA İLİŞKİN YASAL DÜZENLEMELER YETERSİZDİR

Tarım Bakanlığı Teşkilat Yasası ve Türkiye Ziraat Odaları Birliği Yasası çıkarılamamaktadır. Medeni Kanun‘un mirasa ilişkin maddeleri tarım topraklarının giderek daha fazla bölünüp, küçülmesine neden olduğundan mutlaka değiştirilmelidir.

TARIMIN VE TARIMSAL ÜRETİMİN DURUMU

1. TARIM DESTEKLENMEMEKTEDİR

Türkiye‘de tarım sanıldığı ve çoğu zaman söylendiğinin aksine yeterli ölçüde desteklenmemektedir.

Çeşitli ülkelerin aşağıda belirtilen tarım destekleri bu gerçeği tüm açıklığıyla yansıtmaktadır :

Tarıma Yapılan Destekler

ÜlkeÜretici Başına (Bin Dolar)Hektar Başına (Dolar)
Norveç3229
ABD2094
Japonya158671
Kanada1388
AB8501
Türkiye0,2336

Tarıma yapılan desteklemeleri, bir başka değerlendirme şekli olan ve OECD Ülkeleri için ortak olan ürünler bazında hesaplanan Üretici Destek Eşdeğeri (Tahmini)rakamları ile de gösterebiliriz. Tarımı ve çiftçisi Türk tarımından ve çiftçisinden çok daha ileride olan OECD Ülkeleri ve Avrupa Birliği Ülkeleri ile tarımı henüz belli bir düzeye gelememiş, tarımsal altyapısı tamamlanmamış, üreticisi örgütlenmemiş, bu bakımdan kesinlikle desteklenmeye muhtaç Türkiye‘nin Üretici Destek Eşdeğerlerinin karşılaştırılması da Türkiye‘de tarımın yeterince desteklenmediğini ayrı bir ölçüt olarak ortaya koymaktadır. Kaldı ki, tarıma yapıldığı ifade edilen desteklerin ne kadarının çiftçiye ulaştığı da ayrı bir soru işaretidir.

% Üretici Destek Eşdeğeri

Ülkeler1968-881991-931996-9819971998
OECD Ülkeleri4139333237
AB Ülkeleri4647393845
Türkiye203029319

2. TARIMA YETERLİ YATIRIM YAPILMAMAKTADIR

1963 yılından 1980 yılına kadar tarım sektörüne yapılan sabit sermaye yatırımları tüm sektörler içinde ortalama %10,5 oranında iken, 1981-1988 yılları arasında, özellikle 1984‘den sonra hızla azalarak ortalama %6,75 olmuştur. Türkiye 1984‘lerin tarımı sanayiye rakip gören anlayışı ve bu anlayış gereği olarak da tarımı ikinci plana atışından ötürü tarıma yapılan yatırımları kısmıştır. Aşağıdaki rakamlar durumu bütün çıplaklığıyla göstermektedir.

Sabit Sermaye Yatırımları İçinde Tarım Sektörünün Payı

YılOranYılOranYılOran
198110,519885,919955,5
198210,819895,519965,9
198310,719905,419976,0
19849,919915,719985,2
19857,419924,919995,1
19866,219935,0  
19876,919944,1  

Özel sektörün yaptığı sabit sermaye yatırımları kamu kesiminden daha düşük olup, 1981-1999 yılları için kamu sektörü tarımda ortalama % 9.47 oranında sabit sermaye yatırımında bulunurken, bu oran özel sektör için % 5.57‘ de kalmıştır.

Yatırım teşvik belgelerinin sektörel dağılımı incelendiğinde daha da ilginç bir durum görülüyor. Tarıma verilen yatırım teşvik belgelerinin tüm sektörler içindeki payı; 1993-99 yıllan için sırası ile % 1,1; 1,0; 0,4; 1,8; 0,8 ; 2,1 ve 2,0 olup ortalaması % 1,3‘ dür. Seramik sanayii için verilen yatırım teşviklerinin oranı da aynı yıllarda sırası ile % 2,0; 1,5; 1,3; 0,6; 0,9; 1,7 ve 10 olup ortalaması % 1,3 dür. Nüfusun % 40‘ını barındıran, iktisaden faal nüfusun % 40‘ından fazlasına istihdam olanağı yaratan ve Gayri Safi Ulusal Gelire % 15 dolayında katılan tarıma ancak seramik sanayii kadar teşvik belgesi verilmektedir.

3. TÜRKİYE ARTIK TARIMDA KENDİNE YETEN BİR ÜLKE DEĞİLDİR

Tarımda yıllık büyüme hızı ortalaması 1963-1980 yılları arasında % 1,8 oranında iken, 1981-1998 yılları arasında % 1,3 olmuştur ve bu sonuç tarımda yıllık üretim artışının, nüfus artışının, çok gerisinde kaldığını göstermektedir. 1999 yılında tarımda büyüme hızı ise -4,6‘dır

Kimi önemli bitkisel ürünlerin 1992-1999 yılları arasındaki üretim miktarları bin ton olarak aşağıda verilmektedir.

Ürün19921993199419951996199719981999
Buğday19.30021.00017.50018.00018.50018.65021.00018.000
Mısır2.2252.5001.8501.9002.0002.0802.3002.297
Mercimek600735610665645570540380
Nohut770740650730732720625560
Ş.Pancarı15.12615.62112.94411.17114.38318.55322.28316.854

Pamuk

629 601 630 856 804 810 856 876

Ayçiçeği

950 815 740 900 780 900 860 950

Patates

4.600 4.650 4.350 4.750 4.950 5.100 5.250 6.000

Görüldüğü gibi özellikle hububat ve baklagilde üretim artışı bir yana, tam aksine üretimde düşüşler yaşanmakta; çok önemli açığımız olan yağlı tohum üretiminde en önemli kaynak olan ayçiçeği üretimi de hızla artırılması gerekirken yerinde saymaktadır. Yalnızca 1998 yılında yağışa bağlı olarak bir miktar hububat ve şeker pancarı üretim artışı görülmektedir.

Çayda hem verim ve hem de kalite düşmüştür. Bu nedenle çaylıkların yenilenmesi gerekir.

Hayvansal üretim ise son yıllarda bitkisel üretimle karşılaştırılamayacak kadar geriye gitmiştir. 1980‘li yılların tarımı ihmal eden, tarım yatırımlarını yavaşlatan, düşen üretim sonucu yükselen fiyatları sınırsız dışalım yaparak belli bir düzeyde tutmaya çalışan anlayışı sonucu ülke hayvancılığı çok büyük darbe yemiştir. 1980 yılında 15,8 milyon olan büyükbaş hayvan sayısı 1997‘de 11,1 milyona; 48,6 milyon olan küçükbaş hayvan sayısı 38,5 milyona düşmüştür. İpek böcekçiliği ve ham ipek üretimi yok olma noktasına gelmiştir. On yıl önce 2 bin ton olan yaş koza miktarı 1997‘de 161 tona düşmüştür. İlgisizlik nedeniyle tiftik keçisi, Anavatanı olan Orta Anadolu‘da tamamen yok edilmiştir. Bir yandan nüfus artışı; diğer yandan üretimde azalışlar (veya çok düşük artışlar) sonucunda ülkemizde kişi başına üretimlerde çok önemli düşüşler olmuştur.

Ülkemiz gıda üretimi, gereksinmemizi karşılamaktan çok uzaktır. 1995 yılı için ve her yaş ve cinsiyet grubunu dikkate alarak yaptığımız hesaplara göre yeterli ve dengeli bir beslenme durumunda çeşitli gıda üretimimizin tüketimi karşılama oranı şöyledir:

Narenciye ve domateste

% 210;

Toplam sebze-meyvede

% 200;

Patateste

% 123;

Kurubaklagilde

% 563;

Hububatta

% 346.

Tüm bu gıdalarda ülke gereksinimimizin üstünde bir üretim bulunmaktadır. Diğer gıdalara baktığımızda ise şu tabloyu görmekteyiz:

Yumurtada

% 57;

Sütte

% 61;

Et-tavuk ve balıkta

% 39;

Katı ve sıvı yağda

% 64;

Şeker ve balda

% 97.

Görüldüğü gibi, hayvansal ürünler ve yağda Türkiye kendine yeterlilikten son derece uzaktır. Gerek tavuk eti gerekse yumurta üretiminde son yıllarda yaşanan çok olumlu gelişmelere karşın, gelinen nokta, dengeli ve yeterli beslenme için gerekli olanın hayli altındadır. Süt ve kırmızı et üretiminde ise, öyle görünüyor ki, çok özel önlem alınmadığı taktirde bugünkü yetersiz durum daha da belirgin bir hal alacaktır. Bu nedenle ülkemizde hayvansal üretimi ve bitkisel yağ hammaddeleri üretimini mutlaka artırma zorunluluğu vardır.

Çok garip bir biçimde, ülkenin tarımsal üretimden sorumlu Tarım ve Köyişleri Bakanı rahatlıkla "Ülkeye İran‘dan her gün kaçak hayvan giriyor"diyebilmektedir. Herhalde Türkiye‘de ilk kez ilgili Bakan kaçakçılığı resmen kamuoyu önünde ifade etmekte, ancak önlenmesi için ne gibi önlemler düşünüldüğünü ya da alındığını belirtmemektedir. Açıkça devlet, ülkeye kaçak hayvan girişine göz yummakta, ülkenin et açığını kaçak girişlerle karşılamaktan medet ummaktadır.

4.TÜRKİYE GIDADA NET BİR DIŞALIMCI ÜLKE OLMUŞTUR

Türkiye‘nin gıda ürünleri dış ticareti de, gıda açısından kendine yeterlilik düzeyimizi açıkça ortaya koymaktadır. 1981-1996 yılları arasındaki dışalım ve dışsatım rakamları incelendiğinde, üzülerek ifade edelim ki, ülkemiz açısından her gelen yıl bir önceki yılın gerisine düşmüştür. Tüm tarımsal ürünler dikkate alındığında, Türkiye‘nin 1981 yılında dışarıdan satın aldığının tam 7 katı dışsatım yaptığı, sonra giderek bu oranın küçüldüğü, 1995 yılında başa baş noktasına geldiği , 1996 yılında ise Cumhuriyet tarihinde ilk kez tarımsal ürün dışalımının dışsatımı geçtiği;tarımsal ürün dışalımının tarımsal ürün dışsatımına oranının % 115 olduğu görülmektedir . Tarımın dışsatımdaki payı 1980 yılında % 57 iken, 1997‘de % 10,2‘ye; 1998‘de % 10,0‘a düşmüştür.Rakamlar ayrıntılı olarak incelendiği zaman, gıda dışalımının özellikle hayvansal ürünlerde, ette ve süt ürünlerinde yoğunlaştığı görülmektedir. Bu arada hiç gereği yokken; rakamlarla da belirttiğimiz gibi, üretim fazlasına sahip iken, çeşitli meyve ve sebze dışalımında bulunduğumuzu, iç piyasada haksız rekabet yaratan bu durumun yerli üretim üzerine olumsuz etkide bulunduğunu da belirtmemiz gerekir. Bir meyve-sebze cenneti olan ülkemize 1998 yılında 183,1 milyon dolarlık meyve ve sebzenin dışalım yoluyla girmiş olması bu alandaki aymazlığın göstergesidir. Anamur muzu bu nedenle hemen hemen kaybolmuştur. Bir başka, fakat çok önemli bir husus da sınır ticaretidir. Türkiye‘ye özellikle İran‘dan sınır ticareti yoluyla giren meyve ve sebzeyi İstanbul Halinde bulmak mümkündür. Hatta öyle ki, bu yüzden daha yeni yeni gelişmekte olan kivi üretimi onarılamaz darbe yemiş, 1998 yılı ürünü kivi Rize‘de dallarda kalırken, Yalova‘lı üretici ise binbir zahmet ve umutla ürettiği kivileri depolamak zorunda kalmıştır. Aynı durum kavun, karpuz, patlıcan ve benzeri ürünler için de söz konusudur. Adana Halinde Çukurova‘nın değil İran‘ın karpuzu pazarlanmaktadır. Sınır ticaretine çeki düzen verme zamanı gelmiş, geçmektedir.

Türkiye‘de beslenmeye ilişkin sorunlardan anemi,özellikle çocuklarda ve kadınlarda yaygın olarak görülmektedir. Aneminin nedeni demir tüketiminin yeterli olmayışıdır. Çünkü demir biyoyararlılığı en yüksek olan gıda ettir ve Türkiye‘de et tüketimi çok azdır. Diğer bir sorun raşitizm de çocuklarda % 4-19 oranında görülmektedir ve D vitamini tüketiminin yetersizliğinden kaynaklanmaktadır. Süt üretiminin yeterli beslenmeyi karşılayacak miktarda olmayışı ve buna bağlı olarak süt tüketiminin çok az oluşu raşitizmin başlıca nedenidir. Türkiye‘de kişi başına yıllık et tüketimi 27 kg; süt ve süt ürünleri tüketimi 160 kg dolayındadır. Oysa ki Avrupa Birliği Ülkeleri için bu miktarlar ette 87 kg, sütte 350 kg.dır. Türkiye et-süt üretimini artıramazsa 2005 yılında 350.000 ton et; 3.700.000 ton süt dışalımında bulunmak zorunda kalacaktır ki bunun için ödenmesi gereken döviz miktarı da 3,5 milyar dolar‘dır.

OLUMLU GELİŞMELER VE GELİŞME EĞİLİMLERİ

Türkiye tarımında gelecek için iyimser olmamızı sağlayan olumlu gelişmeler de gerçekleşmektedir. 25-27 Kasım 1997 tarihlerinde Ankara‘da l. Tarım Şurası‘nın toplanması olumlu bir gelişmedir. Çünkü bu Şura‘da tarımın ülke için önemi ve yaşadığı çok önemli darboğazlar ortaya konmuş ve tarımda gerçekleşmesi gerekli atılımlar belirlenmiştir. Diğer önemli gelişme, 1958 yılında hazırlanan, ilk kez 1961 yılında Kurucu Meclis‘e sunulan Mer‘a Yasası‘nın çıkarılmış olmasıdır. Bir DEVRİM olarak nitelendirdiğimiz Mer‘a Yasası‘na ilişkin olumlu ve olumsuz eleştirilerimiz vardır:

1- TBMM‘de 19‘uncu Dönemde Genel Kurul‘da görüşülmeyip kadük olan Mer‘a Kanunu Tasarısı‘nda Tarım Orman ve Köyişleri Komisyonunda Tahsis Amacının Değiştirilmesi (Madde 15)‘ne eklenmiş bulunan "C) Turizm Bakanlığı‘nın talebi üzerine turizm yatırımları için zaruri olan"bendinin kaldırılması gerekirken; 20. Dönemdeki görüşmelerde, bu değişiklik korunmuş ve yasa bu haliyle çıkmıştır.

Ayrıca İnşaat Yasağı‘na (madde 21) "...ile Turizm Bakanlığı‘nın talebi üzerine turizme açılması uygun görülen bölgelerde ahşap yapılar dışında..."

Madde 14-(d) bendinin başına "imar planlarının hazırlanması "ibareleri eklenmiştir.

Halbuki Anayasa‘nın 45‘inci Maddesi Devletin, "tarım arazileri ile çayır ve mer‘aların amaç dışı kullanılması ve tahribini önlemesini" amirdir. Bu istisnaların getirilmesi gelecek açısından kaygı vericidir.

Yasada, mer‘a, yaylak ve kışlak olarak tahsis edilecek yerlere (Madde 5-d ) "Tapu kayıtlarında mer‘a, yaylak ve kışlak olarak görülen ve halen işgal edilen yerler"ifadesinin eklenmesi ise doğru olmuştur.

2- 3202 sayılı Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü Kanununun; Madde 2- (f) bendi "...çayır ve mer‘aların geliştirilmesi amacıyla altyapı tesislerini imar, islah ve ihya etmek", (p) bendi "...Mer‘a, yaylak ve kışlakların tespit, tahdit ve tahsisini yapmak", Madde 9-(d) bendi "...arazi kullanma kabiliyeti, iklim özellikleri, bitki ve benzeri arazi olarak tespit, tahdit ve tahsis etmek, tahsis amacını değiştirmek" hükmünü amirdir. Madde 9-(f) bendinde "çayır ve mer‘aların geliştirilmesi amacıyla altyapı tesislerini imar, islah ve ihya etmek" hükmü vardır.

441 sayılı Tarım ve Köyişleri Bakanlığı K.H.K.‘nin Madde 2-(i) bendinde ise "...çayır ve mer‘aların altyapı tesislerini korumak ve verimlilik ilkesi ile islah, imar ve ihya etmek" hükmü bulunmaktadır.

Bu nedenlerle Mer‘a Kanunu Tasarısında (Komisyon Madde 6) "Mer‘a, kışlak ve yaylakların tespit, tahdit ve tahsisi Köy Hizmetleri Genel müdürlüğünce yapılır..." hükmü bulunmaktaydı. Bu hüküm yasada (Madde 6) "Mer‘a, yaylak ve kışlakların tespit, tahdit ve tahsisi Tarım ve Köyişleri Bakanlığınca yapılır..."ifadesi ile değiştirilip yetki Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü‘nden alınmış ve Tarım ve Köyişleri Bakanlığı‘na verilmiştir. Oysa ki, 441 sayılı K.H.K.‘de Tarım ve Köyişleri Bakanlığı‘na "mer‘a tespit, tahdit ve tahsis" görevi verilmediği gibi, Bakanlığın bu konuda görevli kuruluşu ve kadrosu da yoktur.

3- Komisyon ve Teknik Ekiplere (Madde 6) Milli Emlak Genel Müdürlüğü‘nden ve Ziraat Odası‘ndan temsilci konulması isabetli olmuştur.

4- Onay yetkisinin bakanlık yerine valiliğe verilmesi (Madde 12), tahsis amacını değiştirme yetkisinin bakanlar kurulu yerine bakanlığa verilmesi (Madde 14); tahsis kararını değiştirme yetkisinin bakanlar kurulu yerine valiliğe bırakılması (Madde 15) Oda‘mızca uygun görülmemektedir.

5- Mer‘a Kanununda verilen tanımlara (Madde 3), "Mer‘a Vasıf ve Kabiliyeti" deyimi eklendiği için tasarıda olan "Arazi Kullanma Kabiliyet Sınıflaması" tanımı kaldırılmamalıydı. Nitekim Madde 11‘de "Arazi Kullanma Kabiliyet Sınıflaması" deyimi geçmektedir.

DSP Azınlık Hükümeti döneminde Tarım ve Köyişleri Bakanı Sayın Mahmut Erdir‘in ve kendisine önemli destekte bulunan zamanın Sanayi ve Ticaret Bakanı Sayın Doç. Dr. Metin Şahin‘in içten ve ciddi çabalarıyla Köy-Koop Merkez Birliği‘nin uzun bir aradan sonra 1999 yılında yeniden kurulmuş olması son derece mutluluk vericidir. Dileğimiz, Köy-Koop‘un adına yaraşır çalışma yapabileceği ortamı bulabilmesi ve bundan sonraki çalışmalarında önlerine bürokratik engeller çıkarılmamasıdır. Elbette ki, Köy-Koop Merkez Birliğinin kurulmuş olması, mutluluk verici yanına karşın, ülkemizde üretici örgütlenmesinin gereğince yapılmadığının görülmesini de engellememelidir. Bürokratik çevrelerin üretici örgütlenmesinin önünde bulunan tüm engelleri kaldırması ve daha da önemlisi örgütlenmeye içtenlikle inanması ve desteklemesi gerekmektedir.

ÖNERİ VE DİLEKLER

Kamu örgütlenmesi olarak Tarım ve Köyişleri Bakanlığı yeniden örgütlenmelidir. Bakanlığın özellikle tarımsal yayım görevi bu yeni örgütlenme modelinde mutlaka öne çıkarılmalı, üretici-çiftçi kitlesi teknik bilgi açığının kapatılması doğrultusunda bakanlık tarafından yeterince desteklenmelidir. Hayvancılığı Geliştirme, Veteriner İşleri, Su Ürünleri, Gıda ve Zirai Mücadele Genel Müdürlükleri yeniden mutlaka kurulmalıdır.

Su ve toprağın korunması ve doğru kullanılması için Toprak-Su Genel Müdürlüğü yeniden ve hiç vakit yitirilmeden kurulmalıdır. Tarım ve Köyişleri Bakanı Sayın Prof. Dr. Hüsnü Yusuf Gökalp‘in bu konudaki umut verici söyleminin gerçekleşmesi en büyük dileğimizdir.

Gerek Tarım Şurası kararlarının rafa kaldırılmış olması, gerekse Mer‘a Yasası‘nın bin bir zorluk ve sıkıntıyla çıkarılmış olsa da bugüne kadar yasa doğrultusunda önemli adımlar dahi atıldığının görülmemesi, başlangıçta duyduğumuz mutluluğu gölgelemektedir.

Tarım ve Köyişleri Bakanlığı‘nda Tarım Sigortaları Yasası ve Tarım Ürünü Borsalarının Kurulmasıçalışmalarının yapılıyor olmasını olumlu değerlendirmek gerekir. Ancak, çalışmaları yapılan Üretici Birlikleri Yasası, özellikle kooperatifçilik açısından çok iyi incelenmelidir. Çünkü, bu konuda Bakanlık‘ta bugüne kadar yapılan çalışmalar, bu çalışmalara katılan çeşitli kooperatif örgütü temsilcilerinde tereddütle karşılanan gelişmelere sahne olmuştur. Bu arada Medeni Kanun‘un mirasa ilişkin hükümlerinde de arazinin parçalanmasını önleyecek değişikliklerin acilen yapılması gereği vardır.Tarımda yaşanan darboğazı aşmak için önce, tarımı sanayiye rakip gören anlayışın değişmesi gerekir. Çünkü, hiçbir ülke tarımda ileri, sanayide geri ya da tanmda geri sanayide ileri olamaz. Bu iki üretim sektörü birlikte gelişmek zorundadır. Bu bakımdan bir felsefe değişikliği gerekmektedir.

Tarımsal KİT‘lerin (Yem Sanayii, Türkiye Süt Endüstrisi Kurumu ve Et-Balık Kurumu)özelleştirilmesi ülkenin hayrına olmamış, ekonomik ve toplumsal hiçbir yararı görülmediği gibi, olumsuzlukları açık seçik ortaya çıkmıştır. Bu nedenle özellikle gündemde olan Tekel Sigara Fabrikalarının ve Yüksek Alkollü İçki Üretiminin, kısacası TEKEL‘in özelleştirilmesinden vazgeçilmesinin üreticiler ve çalışanlar için olduğu kadar ülkenin ekonomik ve toplumsal genel çıkarları bakımından da büyük önemi vardır.

Güneydoğu Anadolu Projesi ülkemizin haklı gururudur. Ancak bu projenin gerçekleşmesine ilişkin değerlendirmemizin de ilgililerce dikkate alınmasını diliyoruz ve değerlendirmelerimizi ayrı bir yazı olaraksunuyoruz.

Sonuç olarak, Türk Tarımı ülke için yaşamsal önemde, ancak büyük bir darboğaz içerisindedir. Bu darboğazdan çıkmak için, tarım ciddi olarak desteklenmelidir. Tarımsal desteklemede siyasal çıkar hesapları değil ülkenin geleceği dikkate alınmalıdır. Bu bağlamda Uluslararası Para Fonuna verilen niyet mektubunun tarıma ilişkin maddeleri üzerindeki değerlendirmemizi ilgili bölümdebulabilirsiniz

Okunma Sayısı: 3112