TARIM ARAZİLERİNİN KORUNMASI VE KULLANILMASINA DAİR YÖNETMELİK'İN İPTALİ İÇİN DANIŞTAY'DA DAVA AÇTIK - 12.05.2005

GENEL MERKEZ ( )
18.05.2005 (Son Güncelleme: 18.05.2005 17:22:53)

YÜRÜTMEYİ DURDURMA VE DURUŞMA İSTEMLİDİR

DANIŞTAY İLGİLİ DAİRESİNE SUNULMAK ÜZERE
DANIŞTAY BAŞKANLIĞINA

DAVACI: TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası
VEKİLİ: Av.Zühal DÖNMEZ
DAVALI: T.C. Tarım ve Köyişleri Bakanlığı
KONU: 25 Mart 2005 tarih ve 25766 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanan “Tarım Arazilerinin Korunması ve Kullanılmasına Dair Yönetmelik”in bazı maddelerinin iptali talebidir.

OLAYLAR: Davalı Tarım ve Köyişleri Bakanlığı tarafından hazırlanan “Tarım Arazilerinin Korunması ve Kullanılmasına Dair Yönetmelik” 25 Mart 2005 tarih ve 25766 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe girmiş (Ek 1) ve 18.maddesi ile 13 Haziran 2003 tarih ve 25137 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren “Tarım Arazilerinin Korunması ve Kullanılmasına Dair Yönetmelik”i yürürlükten kaldırmıştır (Ek 2). Yürürlükten kaldırılan Yönetmelik maddeleri için de müvekkil ODA tarafından iptal davası açılmış olup, Danıştay 10.D.nin E.2003/3518 sayılı dosyasında derdesttir. Böylece, Danıştay İdari Dava Daireleri Genel Kurulu’nun 17.6.2004 günü oybirliği ile onayladığı Danıştay Onuncu Dairesi’nce verilen ve yürütmenin durdurulması isteminin kısmen kabulü, kısmen reddine ilişkin bulunan 20.01.2004 günlü, E:2003/3518 sayılı kararı davalı İdare tarafından işlemez hale getirilmiştir.

Konuya ilişkin ilk düzenleme 11.03.1989 tarihinde yapılmış ve o tarihten bu yana on bir kez değişikliğe uğratılmıştır. Bu durum da idarenin amacının tarım topraklarının korunması olmadığını göstermektedir.

İptale konu Yönetmeliğin hazırlanma amacı, “tarım arazilerinin korunmasının ve amacına uygun bir şekilde kullanılmasının sağlanması ve bu alanların hangi zorunlu hallerde tarım dışı amaçlarla kullanılabileceğine dair usul ve esasları belirlemek” olarak belirtilmişse de, yapılan düzenlemelerin tümü tarım topraklarının tarım dışı amaçla kullanımına olanak tanıyan istisnaları, kamu yararı ilkesinin tanımladığı toplumun ortak ve uzun vadeli çıkarlarına aykırı olacak şekilde genişletici doğrultudadır.

YASAL GEREKÇE: Toprakların korunması ve tarım arazilerinin amacı dışında kullanılmasının önlenmesine yönelik olarak, mevzuatımızda, ayrıntılı hükümler bulunmaktadır.

1)Anayasal hükümler : T.C. Anayasası; 44., 45., 56., 166.maddeleri ile Devlete toprakların ve tarım arazilerinin korunması görevini yüklemiştir. Tüm bu maddelerle birlikte Anayasanın mülkiyet hakkının kullanımını düzenleyen 35.maddesi, herkesin mülkiyet ve miras haklarına sahip olduğunu belirttikten sonra, “mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz” demektedir. Bu sınırlama, her türlü mülkiyet için, dolayısıyla toprak mülkiyeti için de geçerlidir. Anayasamızın topraklarımızı ve tarım arazilerimizi korumak ve amaç dışı kullanılmasını önlemek konusundaki açık hükümlerinin, daha sonra çıkarılan Yasa ve Yönetmeliklerde aynı netlik ve kararlılıkta yer bulduğunu söylemek güçtür.

2)Yasal hükümler : Ülkemizde toprakların korunması, geliştirilmesi ve verimli kullanılması görevi, çeşitli yasalarla değişik kurumlara verilmiştir. Tarım ve Köyişleri Bakanlığı’nın kuruluş ve görevleri hakkındaki 441 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’nin 2. maddesinde bu Bakanlığa, “tarım alanlarının gayesine uygun bir şeklide kullanılmasını sağlamak” görevi verilmiştir. 441 sayılı KHK’nın 10. maddesinin (a) bendi, Koruma ve Kontrol Genel Müdürlüğü’nü, tarım alanlarının amacına uygun kullanılması konusunda işbirliği ve koordinasyon sağlamakla görevlendirmiştir. 3202 sayılı Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü’nün Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun’un 2.maddesi ile aynı görev, bu Genel Müdürlüğe verilmiş iken 5286 sayılı yasa uyarınca bu görevler İstanbul ve Kocaeli’de büyükşehir belediyelerine, diğer illerde ise il özel idarelerine devredilmiştir. 2872 sayılı Çevre Kanununun 1.maddesinde, Kanunun amaçları arasında “arazinin en uygun kullanım ve korunmasını sağlamak” sayılırken, 3083 sayılı Sulama Alanlarında Arazi Düzenlemesine Dair Tarım Reformu Kanunu’nun 1.maddesinin “a” bendinde kanunun amacının, “toprağın verimli şekilde işletilmesini, işletilmesinin korunmasını...” sağlamak olduğu belirtilmiştir.

3)Beş Yıllık Kalkınma Planı hükümleri: Ülkede hızlı ve dengeli bir kalkınmayı gerçekleştirebilmek amacıyla oluşturulan Kalkınma Planları, bu konudaki gerekli hedef, ilke ve yöntemleri göstermektedir. “Kamu kesimi için emredici”, özel kesim için yönlendirici olan Kalkınma Planlarından en sonuncusu olan ve 2000-2004 yıllarını kapsayan VIII. Beş Yıllık Kalkınma Planı’nda (BYKP) topraklarımızı ve tarım arazilerimizi koruyucu hükümler yer almaktadır (Ek 3).

4)Yargı kararları : Anayasa, çeşitli yasalar ve -kamu kesimi için emredici olan- Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planı’nda tarım alanlarının korunması, amaç dışı kullanımının önlenmesi ve bu alanda yaşanan olumsuzlukların ivedilikle giderilmesine yönelik açık hükümlere karşın, bu temel amaca hizmet etmek üzere çıkarılan “Tarım Arazilerinin Korunması ve Kullanılmasına Dair Yönetmelik”te, varolan yargı kararları görmezden gelinerek, bu amaç ile çelişir düzenlemeler getirilmesine ısrarla devam edilmektedir.

Danıştay İdari Dava Daireleri Genel Kurulu’nun, konu ile ilgili E.1993/781, K.1995/587 sayılı kararında; “Anayasanın 45. maddesinde tarım arazileri ile çayır ve meraların amaç dışı kullanılmasını ve tahribini önlemenin, Devletin görevleri arasında sayıldığı; dava konusu yönetmeliğin dayanağı olan düzenlemelerde tarım alanlarının kullanımını ve tarım dışındaki kullanmaya tahsis edilebilecek arazinin tayin ve tespit konularında yetkili bulunan davalı idarenin bu yetkisini kamu yararına uygun olarak kullanmasının gerektiği; 6’ncı BYKP’nında,.. .artan nüfusun gıda maddeleri ihtiyacını karşılamak ve tarımsal ürünlerin ihracatını geliştirmek tarım sektöründe temel amaç olarak belirtildikten sonra, bu amaçla toprak ve su kaynaklarının en iyi şekilde kullanımını sağlamanın esas olacağının plan hedefleri arasında sayıldığı, tarım sektörünün ülke ekonomisi içindeki rolü dikkate alındığında, bu amaçların gerçekleştirilebilmesi için sulanabilen veya sulamaya açılabilecek tarım arazilerine ihtiyaç bulunduğu ve zaten sınırlı olan bu tip arazilerin sanayi yatırımlarına feda edilebilecek tarzda ve alternatif alan bulunamaması gibi belirsiz bir ifadeyle tarım dışı kullanıma tahsisinin kamu yararıyla bağdaştırılmasına olanak bulunmadığı gerekçesiyle Danıştay 10. Dairesi’nin verdiği iptal kararının onanmasına 09.06.1995 tarihinde oybirliği ile karar verilmiştir” denilmektedir.

Danıştay kararlarının ana doğrultusu “istisnaları genişlettirmeme” iken, yüksek arazi rantlarından yararlanma çabaları ve bu yoldaki baskılar sonucu, Dava konusu yönetmelikte tarım topraklarının hızla tarım dışına çıkarılmasına yasal zemin oluşturacak bir dizi olumsuz değişiklik yapılmıştır. Ne yazık ki, her yeni düzenlemede tarım topraklarımızın kaybını kolaylaştırıcı ekleme ve düzenlemeler yapmanın, Davalı İdare tarafından neredeyse gelenek haline getirilmiş olduğunu belirtmek zorundayız.

25.08.1998 tarihli ve 23444 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan değişiklikle, adı geçen Yönetmeliğin “yürütme yetkisi”, Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğünün bağlı olduğu Bakana bırakılmış, yeni yönetmelik 26.08.1998 tarihli ve 23445 sayılı Resmi Gazetede “Tarım Alanlarının Tarım Dışı Gaye İle Kullanılmasına Dair Yönetmelik” adıyla, Devlet Bakanlığı tarafından yayımlanmıştır. Yönetmeliğin tarım arazilerini yok edici yönde değiştirilen bazı maddelerinin iptali amacıyla ODA’mızın Danıştay’da açtığı “iptal davası” sonucu, Danıştay 10.Dairesi, “tarım alanlarının tarım dışı gaye ile kullanılmasının tespitinin Tarım ve Köyişleri Bakanlığınca ilgili kuruluşlarla işbirliği suretiyle yapılması ve tarım alanlarının korunması için gerekli tedbirlerin alınması gerekirken, belirtilen işbirliği ve koordinasyon sağlanmaksızın Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğünce belirtilen bu gayeye yönelik olarak çıkarılan Yönetmelikte hukuka uyarlık bulunmadığı” gerekçesiyle, 29.11.2000 tarih ve E.1999/130 K. 2000/5886 sayılı Kararı ile Yönetmeliğin tümüyle iptaline karar vermiştir.

Alanı düzenlemek için Devlet Bakanlığı ile Tarım ve Köyişleri Bakanlığı tarafından 10.08.2001 tarih ve 24489 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren “Tarım Arazilerinin Korunması ve Kullanılmasına Dair Yönetmelik”te, 8.6.2002 tarih ve 24779 sayılı, 22.9.2002 tarih ve 24884 sayılı Resmi Gazete’lerde yayımlanan değişiklikler yapılmıştır. Daha sonra Tarım ve Köyişleri Bakanlığı’nca, 10.8.2001 tarihli yönetmeliği yürürlükten kaldıran “Tarım Arazilerinin Korunması ve Kullanılmasına Dair Yönetmelik”, 13.6.2003 tarih ve 25137 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Anılan Yönetmelik hakkında, ODA’mız tarafından “kimi maddelerinin hukuka aykırılığı” nedeniyle Danıştay’da iptal davası açılmıştır. Dava Danıştay 10.Dairesi’nin E.2003/3518 sayılı dosyasında görüşülmekte iken; bu kez Davalı İdare 25 Mart 2005 tarih ve 25766 sayılı Resmi Gazete’de aynı adla yeni bir Yönetmelik yayınlayarak, 18. madde ile bir öncekini yürürlükten kaldırmış, 19.madde ile de yeni yönetmeliğin yürürlüğe giriş tarihini 16 Mart 2005 olarak belirtmiştir.

İptal istemine konu edilen işbu Yönetmelik, anayasal, yasal hükümlere ve yüksek yargının yukarıda sözü edilen “istisnaları genişlettirmeme” yolundaki kararlarına karşın, “istisnaları genişleten” ve tarım topraklarımızın kaybını hızlandıran yeni düzenlemeler içermektedir. Davalı İdarenin tarım alanlarını koruma ve kamu yararı dışında amaç dışı kullanıma yönelik önleyici yasaklar ve önlemler geliştirme tutumundan ısrarla kaçınmakta olduğu, açılmak zorunda kalınan ve yargı kararlarıyla sürekli tescil edilen, ancak ilgililerce bir türlü gereken derslerin çıkarılmadığı davaların akış sürecinde de kendini göstermektedir.

5)Tarım Toprakları ile Kamu Yararı Arasındaki İlişki : Ülkelerin kalkınma süreçlerinde yaşadıkları deneyimler, çevreye zarar veren kısa vadeli kalkınma programlarının zamanla tıkandığını; ülkelerin – ulusların geleceği için, doğal değerler tahrip edilmeden planlanan bir kalkınmanın en uygun yol olduğunu ortaya koymuştur. Sürdürülebilir olmayan bir kalkınma hedefi, 21.Yüzyılın Dünyasında yerini almayı hedefleyen ülkelerin insanına refah ve mutluluk sağlayamayacaktır.

Topraklarımızın ve verimli tarım arazilerimizin korunması, amacına uygun kullanılması ve toplumun tüm kesimlerinin kullanımına hizmet eden yatırımlar için kamu yararı ile sınırlı olarak bazı istisnalar getiren “doğru içerikte ve uygulanabilir nitelikte” bir yasama ve yürütme faaliyetinin gerekliliği ortadadır. Oysa dava konusu Yönetmelik, aşağıda ayrıntılı biçimde açıklanacağı üzere, tarım arazilerinin tarım dışına çıkarılmasına yönelik istisnaları kolaylaştırmakta ve “kamu yararı” ilkesine aykırı düzenlemeler getirmektedir.

Kamu yararının ne olduğuna, nasıl somutlaştığına, Türk anayasal ve pozitif hukuk düzenine göre asıl kural koyma yetkisine sahip bulunan “yasama” organı karar verir. Bu bakımdan yasa koyucunun idareye bir görev ve buna bağlı yetki vererek o alanda işlem yapmasını isterken hangi amacın gerçekleştirilmesini düşündüğüne bakılarak, “kamu yararının nasıl somutlaştığı” konusunun yorumlanması gereklidir. Yukarıda Anayasa, yasalar ve kamu kesimi için emredici olan VIII. BYKP’da tarım arazilerini ve toprağı korumaya yönelik, kalkınmanın sürdürülebilir kalkınma ekseninde gerçekleştirilmesi gereğini ifade eden hükümler, bu yolda yasa koyucunun iradesini açıkça ortaya koymaktadır. Ayrıca Danıştay İdari Dava Daireleri Genel Kurulu’nun E. 1993/781, K. 1995/587 no’lu ve 09.06.1995 tarihli kararı da, somut olayda kamu yararının ortaya çıkış şeklini yargı yorumuyla ve tartışılmaz biçimde açıklamaktadır.

İPTAL NEDENLERİ : Yukarıda açıklamaya çalıştığımız gerekçelerle, Yönetmeliğin aşağıda belirtilen maddelerinin, yine aşağıda belirtilen gerekçelerle iptali ve öncelikle yürütülmesinin durdurulması talep edilmektedir:

1) Yönetmeliğin Tanımlar başlıklı 4.maddesinde geçen;

a- Tarım arazileri sınıfı tanımı; “Doğal özellikleri ve yapılan tarım şekline göre; nitelikleri Bakanlıkça belirlenen mutlak tarım arazileri, özel ürün arazileri, dikili tarım arazileri, marjinal tarım arazilerini,” biçiminde belirtilerek, somut ölçütlere göre belirlenen ve dünya ölçeğinde kullanılan bir sınıflama yöntemi olan “arazi kullanım yetenek sınıflaması” yerine, nitelikleri Bakanlıkça belirlenen mutlak tarım arazisi, özel ürün arazisi, dikili tarım arazisi ve marjinal tarım arazisi sınıflamasına dayalı yeni bir tanımlama yöntemi getirmektedir. Temel ölçümlere ve ölçütlere dayanmayan, kişisel yorumlara açık böyle bir sınıflama şu anda dünyanın hiçbir ülkesinde uygulanmamaktadır.

Yönetmelik kapsamında daha sonra verilen “mutlak tarım arazisi” ve “özel ürün arazisi” tanımları, bilimsel literatürdeki tanımlarla örtüşmemekte olup, bu yönüyle üzerinde uzlaşma sağlanamamış, belirsiz bir içeriğe sahip bulunmaktadır. Ayrıca, aşağıda ayrıntılı olarak açıklanacağı üzere, sınıflama içerisinde yer alan “marjinal arazi” tanımı, olmaması gerektiği halde üzerinde tarım yapılmakta olan verimsiz arazileri ifade etmesi gerekirken, 10. maddede öncelikle tarım dışına çıkarılacak araziler olarak gösterilmektedir.

Bir diğer önemli sakınca, bu tanımlamanın, Bakanlığa Yönetmeliğin uygulanmasını sağlamak ve kolaylaştırmak amacıyla genelge ve talimat çıkarma yetkisi veren 17. madde ile birlikte değerlendirilmesiyle ortaya çıkmaktadır. Bu bağlamda toplu bir değerlendirme yapıldığında; tüm dünyada uygulanan “arazi kullanım yetenek sınıflaması” yerine, “...nitelikleri Bakanlıkça belirlenen...” mutlak - özel ürün – dikili - marjinal tarım arazisine dayanan bir sınıflamanın getirilmesiyle, bu sınıflamanın esasını oluşturan tanımlamaların, Bakanlığın genelge ve talimatları ile değiştirilebileceği, genişletilebileceği, bunun da Yönetmeliğe konu tüm uygulamaları temelinden etkileyeceği dikkate alındığında; uygulamadaki sonuçları son derecede belirsiz yeni bir yapı ortaya çıkmaktadır.

Bu çerçevede, bilimsel-somut ölçütlere dayalı bir tanımlama yerine, “niteliği Bakanlıkça belirlenen” ifadesi ile ucu açık bir takdir yetkisini İdareye tanıyan Yönetmeliğin 4. maddesindeki “Tarım arazileri sınıfı” başlıklı tanımın iptali talep edilmektedir.

b- Mutlak tarım arazisi tanımı yeterli açıklıkla belirlenmemiştir. Bu tanımda şu anda ABD’de uygulanmakta olan “prime farmland” kavramı temel alındıysa, unutulmaması gereken gerçek, ABD’de o kavramın tüm değer ve ölçüleriyle ve tüm eyaletlerde standart olarak uygulanmakta oluşudur (Ek 4a). Görüldüğü üzere bir tanım çok net ve ülkesel ölçekli olmalıdır.

Dava konusu Yönetmelikte örneğin “yöre ortalaması” gibi nereye çekilebileceği belirsiz, özellikle yörede seyrek ekilen bir ürün söz konusu olduğunda tümüyle dayanaksız kalacak bir tanımla toprağın korunabileceği düşünülemez. Bir başka örnek olarak yöresinde meyvecilik yaygın olmayan bir yetiştirici bir meyve bahçesi kurduğunda, arazisinin “mutlak tarım arazisi” mi, yoksa “dikili tarım arazisi” mi sayılacağı Yönetmelik hükümlerine göre belirsiz kalmaktadır. Dava konusu Yönetmelikte “Mutlak tarım arazisi” kavramı ülkesel bir standarda göre değil, yöresel ölçütlere göre tanımlanmıştır.

Toprak-Su Genel Müdürlüğü’nce 1966-71 yılları arasında ülke düzeyinde yapılan etütlerin 1982-84 yılları arasında güncelleştirilmesi sonucu hazırlanan ve tasfiye halindeki Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü tarafından yayımlanan “İl Arazi Varlığı” kitaplarında “mutlak tarım arazileri (birinci derecede önemli tarım arazileri)” şöyle tanımlanmıştır: “Mutlak tarım arazileri, orman, fundalık ve yerleşim alanları hariç, I. ve II. sınıf araziler ile, sulanan bahçeler dahil, diğer sınıflardaki yeterli suya sahip bütün sulu tarım arazileridir”.

Madde 6 ile yetkilendirilen tarım il müdürlüklerinin ise, toprak etüdüne dayalı olarak toprak sınıfını ve arazi kullanım şeklini bilmeden ve belirlemeden, mutlak tarım arazisi ile ilgili talepler konusunda sağlıklı karar verebilmeleri olanaksız denecek oranda zordur. Yine ABD uygulamalarından örnek vermek gerekirse (Ek 4b) iki önemli konu gözlenmektedir. Bunlardan birincisi, tanımda keyfiliğe izin vermeyen, ülkesel standartlar konmuştur. İkincisi ise, “tarımsal etüt” değil, toprak ve iklim özelliklerine dayalı arazi etüdü temel alınmıştır. Davalı İdare, söz konusu toprak etütlerini yapabilecek alt yapısı olmadığından ve her hangi bir uzman işbirliğine yanaşmadığı için, bu gerçeği “tarımsal etüt” gibi, hiçbir ülkede görülmeyen bir saptırmaya çevirmiştir. Bu nedenle, Yönetmeliğin, belirli sınıf ve kullanım şekli ile alan boyutu getirmeyen, bütünüyle yoruma açık olan “Mutlak tarım arazisi” tanımının iptali talep edilmektedir.

c- Özel ürün arazileri tanımı; bilimsel ve teknik anlamda taşıdığı yanlışlıklar nedeniyle, Yönetmelik amacı ile çelişir sonuçlar doğurabilecek niteliktedir. Yönetmelikte; Mutlak tarım arazileri ve dikili tarım arazileri dışında toprak ve topoğrafik sınırlamaları nedeniyle yöreye adapte olmuş her tür bitkisel üretim yapılamayan sadece özel bitkisel ürünlerin yetiştiriciliği ile su ürünleri yetiştiriciliğinin ve avcılığının yapılabildiği, ülkenin tarımsal üretiminde ülkesel, bölgesel veya yerel önemi nedeni ile tarımda kalması gereken arazileri” ni ifade eder, denilmektedir. Yönetmelikte ‘özel ürün arazileri’ sanki normal tarımsal etkinlikler yapılamıyormuş da, başka çözüm olmadığından ancak belirli ürünler yetiştirilebiliyormuş gibi nitelenmektedir. Oysa, IV., VI. ve hatta VII. sınıf araziler üzerinde kurulu antep fıstığı alanları, zeytinlikler, incir ağaçları, fındık alanları, gül bahçeleri gibi sayısız örnekten görüleceği üzere, başka bir bitkisel üretim olanağı bulunsa bile yetiştiricinin vazgeçmeyeceği, kazançlı üretim türleri yaygındır. Dahası yerli tütün, kimi asma ve turunçgil türleri gibi ürünlerin yetiştiriciliğinde, aynı coğrafi bölgede özel ürün yetiştirme alanları daha yüksek ve daha nitelikli ürün verebilmektedir.

Öte yandan özel ürün arazileri, yalnızca özel bitkisel ürünlerin ve su ürünleri yetiştiriciliği ve avcılığının yapılabildiği alanları kapsamamakta; örneğin, tıbbi ve aromatik bitkiler gibi kimi ekonomik ve stratejik doğal bitkiler gerek sulu ve gerekse kuru koşullarda ve yalnızca özel ortamlarda, kendi özel habitatlarında üretilmektedir.

Özel ürün arazisi, başka ürün yetişmeyen değil, tam tersine yörede diğer ürünlerden daha değerli bir ürünün veya ürün grubunun yetiştiği arazidir. Mülga TOPRAKSU ve devamında tasfiye halindeki KHGM tarafından yapılan etütlere göre hazırlanan ve halen konuyla ilgili tüm kesimlerin kullandığı haritalarda, “yöre ekolojisine uygun meyve, asma, fındık, fıstık, gül, çay ve benzeri ürünler”, özelliklerine uygun simgeler kullanılarak “özel ürün arazisi” olarak belirlenmiş durumdadır.

Bu nedenle, bilimsel ve teknik yönden taşıdığı yanlış içerik ile Yönetmelik amacı ile çelişir sonuçlar doğmasına neden olabilecek olan Yönetmeliğin “Tanımlar” başlıklı 4. maddesinde yer alan Özel ürün arazileri tanımı hükmünün iptali talep edilmektedir.

d- Marjinal tarım arazisi kavramı; Mutlak tarım arazileri, özel ürün arazileri ve dikili tarım arazileri dışında kalan, toprak ve topoğrafik sınırlamaları nedeniyle üzerinde sadece geleneksel toprak işlemeli tarımın yapıldığı, yerel önemi olan ve kullanım kararlarının yerel ihtiyaçlara göre belirlendiği arazileri olarak tanımlanmaktadır. Bu tanım “kullanım kararlarının yerel ihtiyaçlara göre belirlendiği” gibi belirsiz açıklamaların yer aldığı, bilimsel dayanağı olmayan bir içeriğe sahiptir. Gerçekten, Yönetmeliğin 9. maddesinde “Tarım dışı amaçlı arazi kullanım ihtiyaçları öncelikle kuru şartlarda tarım yapılan marjinal tarım arazileri içerisinden karşılanır” hükmüyle bu yönde bir yaklaşım gözlenmektedir. Bu kavram, neredeyse elde korunabilecek toprak bırakmayacak oranda açık tutulmuştur. Çünkü Türkiye’de yaklaşık 28 milyon hektar olan tarım arazilerinin 11 milyon hektarında kuru tarımda nadas-tahıl ekim sistemi uygulanmaktadır. Tasarıda aykırı bir hüküm bulunmadığına göre çayırlar ve otlaklar da tarım arazisi içinde yer aldığından, bu değere Bakanlığın kendi verilerine göre 13 milyon hektar arazinin de marjinal arazi sayılıp eklenmesi gerekecektir. Yemeklik baklagil, yem bitkileri vb. ekim alanlarıyla birlikte Tasarıda “marjinal tarım arazisi” tanımına giren alan miktarı 25 milyon hektarı, yani ülke yüzölçümünün üçte birini bulmaktadır. Üstelik, ucu açık tutulan bu kavramla, uygulamalar sırasında pek çok arazi keyfi biçimde “marjinal tarım arazisi” tanımı içine alınabilecektir. Özetle belirtmek gerekirse bu tanım, tarım arazilerini amaç dışı kullanıma açmak isteyenlere kolaylık sağlamak ve ülke topraklarını plansızca heba etmek yönünden, kapıları ardına değin açık tutmaktadır. Bilindiği üzere “marjinal” sözcüğü çoğu dilde olduğu gibi Türkçe’de de “uçta”, “sıra dışı”, “normalden farklı”, “aykırı”, “çizgi dışı” gibi anlamlar taşımaktadır. Örneklemek gerekirse, kuru koşullarda buğday yetiştirilen her araziye marjinal arazi denebilir mi?

Tarım arazileri, uluslararası bilimsel ve teknik arazi sınıflama yöntemlerine dayalı olarak tanımlanmış ve/veya tanımlaması yapılacak olan arazileri kapsar. Örneğin; arazi yetenek sınıflaması yöntemine göre ilk 4 sınıfta (I, II, III ve IV. sınıf) yer alan araziler işlemeli tarıma uygun arazilerdir. Buna karşın Dünya Tarım ve Gıda Örgütü (FAO) gibi uluslararası kuruluşlarla, ABD başta olmak üzere birçok gelişmiş ülkede “marjinal arazi” kavramı, işlemeli tarım bir yana, otlatma alanlarından bile çıkarılma çabalarına konu olmaktadır. Şu anda marjinal arazileri ormanlara veya üzerinde hayvan otlatılmayan doğal bozkırlara çevirme konularında Dünya Bankası, UNDP, FAO gibi örgütler tarafından çeşitli ülkelerde yürütülen yüzlerce proje bulunmakta ve bu projelerin amaçları, “erozyon, heyelan, taşkın, kuraklık gibi felaketlerin önlenmesi” olarak belirtilmektedir. Yani Yönetmelik’te belirtildiği üzere “ülkenin üçte birini öncelikle tarım dışı amaçlara ayırma gibi” onulmaz kayıplara yol açabilecek bir yaklaşımın benzerine yeryüzünde rastlanmamaktadır.

Tarım topraklarını korumaya ve arazilerin amacına uygun kullanımını düzenlemeye yönelik tüm mevzuat ve bu arada doğal olarak konuya ilişkin, yürürlükten kaldırılan on yönetmeliğin tümü, olumlu-olumsuz yanları bir yana, işlemeli tarım dışında kalan arazileri ‘derinlik, erozyon etkisi, bitki örtüsü, taşlılık, taşkından etkilenme riski, tuzluluk, ıslaklık, bünye vb. sorunları’ gibi olumsuzluklarına göre gruplandırmaktaydı. O uygulamalara göre, bir arazinin işlemeli tarımda kullanılmıyor olması tümüyle değersiz sayılmasını gerektirmiyordu ve “olabildiğince az zararla arazi kayıpları” ilkesi gözetiliyordu. Yeni düzenlemeyle, ülke yüzölçümünün yaklaşık üçte birini oluşturan araziler tek bir “marjinal arazi” başlığı altında toplanarak, istisnaların gözetilmesinde hiçbir önceliğin uygulanabilmesine ortam bırakılmamıştır. Üstelik “marjinal arazi” kavramı, ekonomik anlamda yüzyıllardır tarım yapılmakta olan arazileri de içine alacak şekilde, son derecede genişletilmiştir. Davalı İdare tarafından getirilen sistemde “incelenen arazide verim, yöre ortalamasının altında bulunmuştur” raporu ile, bir tarım arazisi “mutlak tarım arazisi” niteliğinden “marjinal tarım arazisi” sınıfına geçebilmektedir. Üstelik bu konuda, yerel kayırmaların, baskıların vb çok etkin olduğu yerel yönetim kararı yeterli olmaktadır. Dava konusu Yönetmelik’le, kaynak kayıplarının artması yönünden çok tehlikeli bir çığırın açıldığı inancındayız.

Yönetmeliğin getirdiği “marjinal tarım arazisi” tanımı, nitel ya da nicel yöntemlere göre yapılan sınıflamalara uymamakta, “geleneksel toprak işlemeli tarımın yapıldığı, yerel önemi olan” gibi belirsiz – ucu açık, taktir yetkisine bağlı konular içeren bir tanımlama olarak, Yönetmelik uygulamalarını belirsizliğe taşımaktadır. Bu nedenle, Marjinal tarım arazisi tanımı hükmünün iptali talep edilmektedir.

e- Örtü altı tarım arazileri tanımında; bu tip araziler tanımlanırken, “... örtüler altında ileri tarım teknikleri kullanılarak yapılan tarım arazileridir” ifadesi yer almaktadır. Bu haliyle tanım, bir yerin “örtü altı tarım arazisi” olarak sayılabilmesi için, ileri tarım tekniği kullanımını bir koşul olarak görmektedir.

Oysa ülkemizde, özellikle Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Fonu aracılığıyla finanse edilen küçük projeler başta olmak üzere, birçok bölge ve alanda, örtü altında, basit üretim teknikleri ile tarım yapıldığı bilinmektedir. Böyle arazilerin, niteliği belirsiz bir “ileri tarım tekniği” koşulu ile ve bu koşulu taşımadıkları öne sürülerek “örtü altı tarım arazisi” sayılmaması, yukarıdaki maddelerde belirtilen gerekçelerle birlikte, Yönetmelik’in temel amacı ile çelişmektedir. Bu nedenle, Örtü altı tarım arazileri tanımına ilişkin hükmün iptali talep edilmektedir.

f- Sulu tarım arazisi tanımı; “devlet yatırımları ile sulamaya açılmış veya sulama projesi kapsamında olan araziler” sınırlamasını getirerek, devlet yatırımı olmadığı halde yurttaşlar tarafından yapılan yatırımlarla sulu tarıma açılan arazilerin tarım dışı kullanımına yasal zemin oluşturmaktadır.

Türkiye’nin 78 milyon hektar olan topraklarının 27,8 milyon hektarı işlenebilir araziler olup, bunun 23,3 milyon hektarında kuru tarım, yalnızca 4,5 milyon hektarında ise sulu tarım yapılmaktadır.

İşlenebilir 27,8 milyon hektar arazinin topoğrafik yapı itibariyle 16,7 milyon hektarı sulamaya elverişlidir. Toprak etütlerine göre bu sahanın 12,5 milyon hektarı sulanabilir niteliktedir. Ancak ekonomik olarak sulanabilecek miktar 8,5 milyon hektar olup, bu arazilerin 4,6 milyon hektarının büyük sulamalarla, 3,9 milyon hektarının küçüksu, gölet ve terfili sulamalarla sulanması öngörülmektedir.

2004 yılında sulanan 4,6 milyon hektar alanın 3,6 milyon hektarlık bölümü Devlet yatırımları ile sulanmaktadır. Geriye kalan 1 milyon hektar ise, halk sulamalarıdır. Bugün ülkemizde halk eliyle işletilmekte olan ve sayıları on binleri bulan yer altı kuyusu çalışmaktadır. Davalı İdarenin bu ülke gerçeğini göz ardı eden bir Yönetmeliği yürürlüğe koyması açıklanamaz ve benimsenemez bir tutumdur.

Bu nedenle, ülkenin şimdiki ve gelecekteki en önemli değerlerinden olan ve yitirildiğinde tekrar kazanılması olanaksız olan nitelikli toprakların üzerinde, Devlet ya da halk tarafından kamunun kaynaklarının önemli bir bölümünün ayrılarak gerçekleştirildiği sulama yatırımları ile yapılmış tesislerle sulu tarım arazisi niteliği kazanmış arazileri korumada çok daha geri bir düzenlemeyi ifade eden Yönetmeliğin 4.maddesindeki Sulu tarım arazisi tanımının iptali talep edilmektedir.

g- Arsa ve Yerleşim alanı tanımları; “yerleşim alanları içinde veya dışında ilgili kuruluşlardan uygun görüş alınarak konut, sanayi, turizm ve benzeri amaçlarla yerleşim için imar planı yapılmış yerler” in yanı sıra, uygun görüş alınmamasına karşın bu amaçla kullanılan, planı bulunmayan ve kaçak olarak kurulan kasaba, belde ve köy yoğun yerleşim alanlarını da kapsamaktadır.

Her türlü kötü niyete açık bu değişiklik, imarsız arazileri arsa sayan, imarsız yerleşimlere imar affı niteliği taşıyan, kaçak yapılaşmayı meşrulaştıran, imarla ilgili yasalardaki tanıma aykırı bir düzenleme olduğundan Arsa ve Yerleşim alanı tanımlarını düzenleyen hükümlerinin iptali talep edilmektedir.

2) Yönetmeliğin “Arazi özelliklerinin belirlenmesi” başlıklı 6.maddesinde, “Arazi özellikleri; kullanım şekli, toprak özellikleri, arazi sınıfı, tarımsal özellikleri ve çevre arazilerle tarımsal kullanım bütünlüğü, herhangi bir zirai geliştirme projesi içerisinde olup olmadığı göz önüne alınarak hazırlanacak tarımsal etüt raporu ile belirlenir. Tarımsal etüt raporları, arazi etütlerinin yapılması ile ilgili Bakanlıkca düzenlenen hizmet içi eğitimi almış en az iki ziraat mühendisi tarafından hazırlanır. Eğer ilde bu eğitimi almış ziraat mühendisi yoksa toprak, tarla, bahçe veya tarımsal yapılar bölümü mezunu en az iki ziraat mühendisi tarafından hazırlanır. İl Müdürlükleri verecekleri kararda bu raporda belirtilen tarım arazi sınıflarını, kullanım şekillerini ve tarımsal bütünlüğünü, herhangi bir sulama ve zirai devolopman projesi içerisinde yer alıp almadığına dair ilgili kuruluşlardan alınacak belgeleri ve arazinin diğer tarımsal özelliklerini esas alarak değerlendirme yapar ve kararını gereği için ilgili kuruluşlara, istatistiki bilgi derlenmesi için Bakanlığa gönderir” denmektedir.

Öncelikle, 441 sayılı KHK’nın 10.madde (a) bendi ile tarım alanlarının amacına uygun kullanılması konusunda işbirliği ve koordinasyonla Koruma ve Kontrol Genel Müdürlüğü’nün görevlendirildiği bilinmektedir. Buna karşılık Bakanlığın tarım arazilerinin amaç dışına çıkarılması konusunda eğitim, genelge yayınlama, itirazları değerlendirme gibi hizmetleri, Tarımsal Üretim ve Geliştirme Genel Müdürlüğü (TÜGEM) bünyesinde 2001 yılında oluşturulan “Tarım Arazilerini Değerlendirme Dairesi Başkanlığı” tarafından yürütülmektedir. Yasal olarak görevsiz bir Genel Müdürlük içerisinde kurulan bir Daire Başkanlığı ile hizmet verilmesi, verilen izinlerin geçersizliğini gündeme getireceği gibi, verilen izin kararlarına yönelik yeni iptal davalarının gerekçelerini oluşturacaktır. Ayrıca bu yapılanma, Danıştay 10. Dairesi’nin 29.11.2000 tarihli ve Esas No: 1999/130, Karar No: 2000/5886 sayılı kararının aksine kamu yönetiminde işbirliği ve eşgüdüm sorununu çözememiştir. Toprak etüt ve haritalama ile arazi sınıflaması konularında görev ve yetkisi olmayan, uzman personeli çok az sayıda olan, toprak ve su analiz laboratuarları bulunmayan tarım il müdürlüklerine tarım arazilerinin tarım dışı amaçlı kullanım izni yetkisini vermek, tarım arazilerinin yerel baskılar sonucu daha kolay tarım dışına çıkarılması sonucunu doğurabilecektir.

Bunların dışında, yukarıda da belirtildiği gibi, Tarım ve Köyişleri Bakanlığı’nın “Tarım Arazileri Standartları Değerlendirme Kriterleri ve Tanımlar” kitapçığının 12 ve 13. sayfalarında, mutlak tarım arazileri; “bitki kök bölgelerinde tuzluluk-alkalilik-drenaj-taşlılık-sel basması-erozyon gibi sorunlar olmayan, toprak derinliği en az 50 cm. olan, su geçirgenlik oranı en az 0.15 cm/saat en çok 50 cm/saat olan, pH’sı 4.5 ila 8.5 arasında, elektriki kondaktivitesi 4 mmhos/cm’den az ve değişebilir sodyum yüzdesi (ESP) 15’den az olan...” şeklinde bilimsel ölçütlerle ve somut rakamlarla tanımlanmaktadır.

Toprağın bu ölçütleri taşıyıp taşımadığı, ancak konu uzmanı elemanların arazi ve laboratuarlarda yapacakları çalışmalar ile ortaya konulabilir. 7472 sayılı Kanun’un 6.maddesi uyarınca 24 Ocak 1992 gün ve 21121 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanan “Ziraat Mühendislerinin Görev ve Yetkilerine İlişkin Tüzük”ün 18.maddesinde “toprağın etüdü ve haritalaması...” hizmetlerinin yalnızca bu konuda eğitim görmüş ziraat mühendisleri tarafından yapılacağı hükme bağlanmıştır. Dava konusu Yönetmelik ise, Tüzük hükmünü görmezden gelerek, toprak etüdü kavramını tarımsal etüt olarak değiştirerek, kapsamı genişletmiştir. Bu noktada uzman olmayan kişilerce yapılan ve temel analizlere dayandırılmayan etütlerin sakıncaları bir iki örnekle açıklanmaya çalışılacaktır:

Şeker pancarı ekili bir tarlada, bitkiler sağlıklı ve beklenen verim yüksekse, o araziye olumlu gözle bakılması normaldir. Oysa şeker pancarı tuza, alkaliliğe ve bora dirençli bir bitkidir. Bu aşırılıklar ise, ancak laboratuar analizleriyle belirlenebilir. Toprak analizleriyle desteklenmeyen bir inceleme sonucunda toprağın anılan sorunları belirlenemeyeceğinden, yanlış bir rapor düzenlenebilecektir. Başka bir örnek turunçgil bahçesinden verilebilir. Portakal ağacı, klorüre çok duyarlı bir bitkidir. Bir bahçede klorür fazlalığından dolayı portakallar sağlıksızsa ve Yönetmeliğin “tarımsal etüt” adını verdiği rapor bu araziyi “sorunlu” olarak nitelerse, tarımsal açıdan son derecede değerli arazinin elden çıkma yolu açılmış olacaktır. Üçüncü bir örnek olarak, yalnızca örtü altı yetiştiricilik, sebzecilik, kesme çiçek yetiştiriciliği gibi tarımsal etkinliklerin yürütüldüğü çok değerli tarım arazilerine Yönetmelik hükümlerine göre tarla bitkileri eğitimi almış bir uzman görevlendirildiğinde, yanlış kapsamlı rapor düzenlenebilecektir. Bir başka örnek, Yönetmeliğin “Arazinin doğal yapısında değişiklik yapılması” başlıklı 7.maddesinin uygulanması konusunda verilebilir. Arazisini tarım dışı kullanıma açmak isteyen bir kimse, örneğin ağaçların dibine birkaç hafta önceden zehirli bir atık dökse ve zehir etkisi uzun dönem içinde ortadan kalksa (kireçli bir toprağa sülfürik asit dökülürse, ya da kökler hidrojen peroksitle yakılırsa, böyle sonuçlar alınabilir), yetenekli uzmanlar bile “tarımsal etüt” adı verilen yöntemlerle arazinin doğal yapısının değiştirildiğini anlayamayabilir. Bu tür uygulamaların anlaşılmasının tek yolu, toprağın analiz edilmesidir. Bu örnekler istenildiği kadar çoğaltılabilir. Sonuçta tarımsal eğitim boşluğu Bakanlık kurslarıyla kapatılacak kadar önemsiz bir konu değildir. Ziraat mühendislerinin yapabilecekleri hizmetleri çerçeveleyen Tüzük hükümleri de, Davalı İdare’nin hizmet içi eğitimine ve kurslarına değil, kuşkusuz temel mesleki eğitime gönderme yapmaktadır. Üstelik, bu kursları alamamış başka uzmanların da arazi raporları düzenlemesine Yönetmelikte izin verilmesi, dünyada benzeri görülmemiş, uzmanlığı ve Tüzük hükümlerini hiçe sayan, büyük kaynak kayıplarına yol açabilecek keyfi bir uygulamadır. Davalı İdare’nin, toprak etütlerine dayanmayan bir tarımsal etütle, arazi kullanım şeklinin değişebileceğine ilişkin, dünyanın herhangi bir yerinde bildiği ve gösterebileceği bir örnek varsa, öğrenmek isteriz. Dahası, toprak ve arazi özellikleriyle ilgili ayrıntılı çalışmalarını yıllar önce bitirmiş olan ABD, Kanada, Hollanda, Almanya, İngiltere, Belçika gibi gelişmiş ülkelerde bile, genel kullanım amaçlı toprak haritalarıyla yetinmek yerine, her başvuru yeniden yapılacak toprak etütleri ve analizlerle birlikte ele alınmaktadır. Örneğin bu kuralların çok düzenli uygulandığı Kanada’da, okul, kilise, hastane gibi kamu yararına yatırımlar için sağlanan tek kolaylık, başvuru harçlarının biraz daha düşük olmasından ibarettir. Bu ülkede “arazi tahsis komisyonu” başkanının toprak uzmanı olması koşulu, toprak etütlerine ve toprakların korunmasına verilen önemin bir diğer göstergesidir. Dava konusu Yönetmeliğin ilgili maddesinde ise, yetkilendirme ile uzmanlık alanları arasında yeterli ilişkinin kurulamadığı açıktır.

Danıştay 10. Dairesi, Esas no. 2003/3518 nolu dava dosyasında 9 Nisan 2004 tarihinde verdiği “Tarım Arazilerine İlişkin Yürütmeyi Durdurma Kararı”nda, benzer Yönetmeliğin ilgili maddesine ilişkin kararında “Anılan madde istisnaların belirlenmesine ilişkin bir madde olmayıp arazi özelliklerinin ve yetenek sınıfının belirlenmesi hususunu düzenlediğinden, kural olarak izinlendirilmesi talep edilen arazi mutlak tarım arazisi ise bu arazilere yönelik tarım dışına çıkarılma taleplerinin doğrudan reddedileceğini belirlemekte, ancak bu konuda "Yönetmeliğin 9, 10, 11 ve 13 üncü maddelerinde yer alan istisnalar hariç" demek suretiyle;başvuru,anılan maddelerde sayılan istisnalar arasında ise İl Müdürlüklerine değerlendirme yetkisi vermektedir. Oysa mutlak tarım arazilerinin korunması amacına uygun olarak, istisnaları değerlendirme konusunda, İl Müdürlüklerine değerlendirme yetkisi verilmesi davalı idareye Anayasa ve Yasa ile verilen görevin amaç ve kapsamı ile bağdaşmadığı sonucuna varıldığından anılan düzenlemede yer alan "bu yönetmeliğin 9, 10, 11 ve 13 üncü maddelerinde yer alan istisnalar hariç" ibaresinde kamu yararı ve hukuka uygunluk bulunmamaktadır” yargısına varmıştır. Yönetmeliğin temeli “tarım topraklarının hangi koşullarda tarım dışı kullanımlara açılabileceğinin belirlenmesi konusunda” atıldığından, üzerinde tartışma bulunan madde, Yönetmeliğin özünü oluşturmaktadır. İstisna başvurularını değerlendirme yetkisinin tarım il müdürlüklerine bırakılmasının kamu yararına ve hukuka aykırılığı yargı kararıyla belirlendiğinde, madde ve hatta Dava konusu Yönetmelik tümüyle boşlukta kalmaktadır.

Yönetmeliğin 4.maddesinde tanımlar çok esnek tutulup, bir bölümü de temelsiz olunca, tüm yetkiyi tarım il müdürlüklerine bırakan bu hükümle birlikte 81 ilde 81 çeşit uygulama ile karşılaşılacağı anlaşılmaktadır. Davalı İdare bu riski gördüğü için olsa gerek, Yönetmelik üzerinde netleştirmek zorunda olduğu konuları, 17.maddede kendisine “genelge ve talimat” gönderme yetkisi tanıyarak, geleceğe taşıma yolunu seçmiştir.

Açıklanan nedenlerle, Yönetmeliğin 6.maddesinin tümüyle iptali talep edilmektedir.

3) Yönetmeliğin “Tarım dışı amaçla kullanılamayacak araziler” başlıklı 8.maddesi; “... 10, 11, 12 ve 14. maddelerde belirtilen istisnalar hariç olmak üzere, tarım dışı amaçlarla kullanılmaya tahsis edilemeyecek ...” arazileri saymaktadır. Yönetmeliğin 10. ve 11. maddelerine ek olarak, tarımsal amaçlı yapıları düzenleyen 12. ve plan değişiklerini içeren 14. maddesi, tarım alanlarının amacı dışında kullanımına yönelik istisnaları gündeme getirmektedir.

12.maddeye yönelik iptal istemi ve gerekçesi, 4.maddenin ilgili fıkralarıyla olan bağlantısı nedeniyle, yukarıda altıncı başlık altında belirtilmişti. 14.maddeye ilişkin iptal istemine ise, ileride değinilecektir.

Bu bağlamda, anayasal – yasal hükümlere ve ilgili yüksek yargı kararlarının varlığına karşın, tarım alanlarının amacı dışında kullanımına yönelik istisnalar niteliğindeki (12. ve 14. maddelere yapılan göndermelerin) Yönetmeliğin 8.maddesinin 1.fıkrasındaki “...12. ve 14 üncü...” ibaresinin iptali talep edilmektedir.

4) Yönetmeliğin “Tarım dışında kullanılacak tarım arazilerinde öncelik sırası” başlıklı 9.maddesi, ülkede milyonlarca hektar boş, terk edilmiş, kullanılmayan, çıplak kayalarla kaplı arazilerin varlığını göz ardı eden bir yaklaşımı göstermektedir. “Tarım alanlarının kullanımını düzenleyen bir yönetmelikte yalnızca tarıma elverişli arazilerin amaç dışına çıkarılmasıyla ilgili hükümler yer almalıdır” anlayışı, konunun uzağında kalan yetkililerin yanlış yönlendirilmesine yol açabilecek bir tutumu göstermektedir. Yönetmelik reddetse de, bilimsel ve ekonomik açıdan ve küresel arazi sınıflamasında I.-VII. sınıf araziler tarım arazisidir. Bunlardan ilk dört sınıf işlemeli tarıma, son üç sınıf ise, hayvansal üretime (otlatmaya) elverişli tarım arazisi niteliğindedir ve hepsi bir bütün olarak değerlendirilmelidir.

Öte yandan Yönetmelik hükümlerine göre tarım dışına çıkarılması için yeter miktarda marjinal alan bulunmadığı taktirde diğer amaçlara ayrılacak arazilerde öncelik sırası “... ekonomik verimi olmayan dikili tarım arazileri, özel ürün arazileri ve mutlak tarım arazileri sırası takip edilerek karşılanır” biçimindedir. Böylece, davalı İdarenin tanımlar bölümünde oldukça elverişsiz olarak nitelediği “özel ürün” arazilerinden de önce “... ekonomik verimi olmayan dikili tarım arazileri”nin tarım dışına çıkarılması yolu açılmaktadır. Konunun ne denli korumacılıktan uzak olduğunu göstermek üzere bir örnek vermek gerekirse: Örneğin o yöreye yabancı bir meyve çeşidinin fidanlarını mutlak tarım arazisi üzerine bir yıl önce diken bir kişi, ertesi yıl başvurduğunda kolayca “... ekonomik verimi olmayan dikili tarım arazileri” raporu alabilecek ve Yönetmeliğin mutlak tarım arazisi saydığı alan elden çıkabilecektir.

Marjinal tarım arazisi tanımının iptali talep edildiği için, Yönetmeliğin “Tarım Dışında Kullanılacak Tarım Arazilerinde Öncelik Sırası” başlıklı 9.maddesinde yer alan; “...marjinal tarım arazileri içerisinden karşılanır” cümlesinin ve “... ekonomik verimi olmayan dikili tarım arazileri, özel ürün arazileri ve mutlak tarım arazileri sırası takip edilerek karşılanır” cümlesinin iptali talep edilmektedir.

5) Yönetmeliğin “Tarım dışı amaçlarla kullanılabilecek kuru tarım arazileri” başlıklı 10. maddesinde “Marjinal tarım arazilerinden başlamak kaydıyla, daha uygun alternatif araziler bulunmadığı takdirde, aşağıda belirtilen genel maksatlar için gerçek ihtiyaca cevap verecek miktarlardaki diğer kuru tarım yapılan araziler ile ekonomik verim alınamayan dikili tarım arazileri, kamu yararının gözetilmesi ve tarımsal faaliyetlere zarar vermeyecek tedbirlerin alınması kaydıyla, tarım dışı faaliyetlere tahsis edilebilir.

a) Köylerin plânlı yerleşimi için mevcut yerleşik alanların çevresinde bulunan araziler,

b) Mevcut yerleşim alanlarına ilave olarak belediye veya mücavir alan sınırları içinde ilgili belediye tarafından imar plânı yapılmak istenen yerler,

c) Belediye ve mücavir alan sınırları içinde ve dışında kurulacak organize sanayi bölgeleri ve küçük sanayi siteleri,

d) Toplam kullanım alanı 5.000 metre kareyi geçmemek şartı ile karayolları güzergahlarında kurulacak oto yakıt satış istasyonu ve bu istasyon ile birlikte planlanacak sosyal tesisler,

e) Katı atıkların etkisiz hale getirilmesi için yapılan tesisler ve ek tesisler,

f) Ceza infaz kurumları ve tutukevleri yapı ve tesisleri,

g) 4/6/1985 tarihli ve 3213 sayılı Maden Kanununun 2 nci maddesinde geçen birinci ve ikinci grup madenler hariç, madencilik arama ve işletme faaliyetleri için gerekli yapı ve tesisler” in tarım dışı faaliyetlere tahsis edilebileceği belirtilmektedir. Bundan önceki yönetmelikte kural dışı uygulamaların sayısı 6 idi, şimdi 7 olmuştur. Daha da önceki yönetmelikte ise 4 fıkra yer alıyordu. Önce “katı atık tesisleri” ve “ceza ve tutukevleri” kapsama alınmıştı, şimdi de “madencilik” etkinlikleri... Sonuç olarak Davalı İdare’nin, tarım topraklarını amaç dışına ayırmada karşılaştığı her engeli “Yönetmelikte gevşetme ve istisnaları artırma” yoluyla aşmaya çalıştığı izlenimi doğmaktadır.

Öncelikle, tümüyle keyfi işlemlere açık bir “marjinal arazi” tanımlamasıyla istenen her yerin tarım dışına çıkarılabilir duruma getirilmesini önlemek amacıyla, “Marjinal tarım arazilerinden başlamak kaydıyla” ifadesinin iptali gerekmektedir.

Bunun yanında, 10/b bendi ile yürürlüğe konan “Mevcut yerleşim alanlarına ilave olarak belediye veya mücavir alan sınırları içinde ilgili belediye tarafından imar planı yapılmak istenen yerlerde,” hükmü ile Bayındırlık ve İskan Bakanlığı’nın imar planı değişiklikleri yerine yalnızca belediyelerin yapacağı değişiklikler gündeme getirilmiştir. İlgili kurumlardan görüş almadan belediye meclisi kararı ile yapılan imar ve ek imar planlarının ve plan değişikliklerinin büyük miktarlarda tarım arazisini yok ettiği gerçeği ortada iken, “konut ihtiyacı” sınırlaması da kaldırılarak getirilen yeni düzenleme, tarım arazilerinin tarım dışı kullanımını kolaylaştırıcı bir uygulama olmuştur.

TBMM’de görüşülmekte olan ve www.tarim.gov.tr (13 Nisan 2005) adresinde de görüşe sunulan “Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunu” tasarısının 13.maddesinde; “Ancak, alternatif alan bulunmaması ve Kurulun uygun görmesi şartıyla;

a) Savunmaya yönelik stratejik ihtiyaçlar,

b) Doğal afet sonrası ortaya çıkan yerleşim yeri ihtiyacı,

c) Petrol ve doğal gaz arama ve işletme faaliyetleri,

d) İlgili bakanlık tarafından kamu yararı kararı alınmış madencilik faaliyetleri,

e) Bakanlıklarca kamu yararı kararı alınmış yatırımlar

için bu arazilerin amaç dışı kullanım taleplerine, toprak koruma projelerine uyulması kaydı ile Bakanlık tarafından izin verilir.”

denilmektedir.

Yasa tasarısında istisnaların daraltılmasına ve izne yönelik kararın Bakanlar Kurulu’na bırakılmasına karşın, Yönetmeliğin 10, 11, 12 ve 14. maddelerinde istisnaların genişletilmesi, tarım alanları aleyhine sonuç doğuracak önemli bir çelişkiyi gündeme getirmektedir. Yasa ile korunması amaçlanan tarım arazilerinin, bir an önce bir yönetmelikle tarım dışı kullanıma açılması, hukuk dışıdır ve kabul edilemez.

Yönetmeliğin e fıkrasında yer alan “katı atıkların etkisiz hale getirilmesi için yapılan tesisler ve ek tesisler” ile f fıkrasında yer alan “ceza infaz kurumları ve tutukevleri yapı ve tesisleri”, tarım arazileri üzerine acilen kurulması gereken yapılar değildir. Bu tür tesislerin yapımı için, tarım arazileri dışında yer bulmak her zaman mümkündür. Davalı İdare’nin, bu araştırmayı yardım istendiği taktirde ilgililerle işbirliği içinde yürütme ve hatta gerektiğinde bizzat yaparak belirleyeceği uygun alternatif alanları uygulayıcılara önerme yükümlülüğü bulunmaktadır. Ülke toprağını korumanın yollarından biri de budur.

Madencilik arama ve işletme faaliyetleri için gerekli yapı ve tesisler ise, kötü niyetli her kullanıcıya kapıları sonuna değin açmaktadır. Bilindiği üzere 3213 sayılı Maden Kanunu’nda yapılan değişikliklerden sonra, binlerce arama başvurusu yapılmış, büroların önünde uzun kuyruklar oluşmuştur. Yani ilgili kuruluşların bu başvuruların ciddiyeti ve iyi niyeti konusunda yakın gelecekte araştırma yapabilmeleri fiilen ortadan kalkmış durumdadır. Oysa maden arama etkinlikleri sırasında, yol, elektrik, su, vb altyapı, şantiye, depo-hangar vb yapımları, patlayıcı kullanma, delme (bu amaçla kimyasallar kullanma), ısıtma vb gibi çevresel değerleri yok edecek sayısız işlem uygulanabilmekte, “deneme üretimi” adı altında cevher de işlenebilmektedir. Başvuru harçları da, madencilik etkinliklerine kolaylık sağlamak üzere önemsiz düzeylerde düşük tutulduğundan, başvurular çığ gibi patlamıştır. Başvuru kolaylıklarının yürürlüğe konduğu 7 Mart 2005’ten, bu dosyanın hazırlandığı 14 Nisan 2005 tarihine dek geçen sürede “maden arama ruhsatı” almak için yapılan başvuru sayısı 3.380 olmuştur. Günde ortalama 100 kadar “maden arama ruhsatı” başvurusu yapılmakta olup, resmi görüşe göre şu anda 27.000 olan başvuru sayısının 2005 yılı sonunda 40.000’e ulaşması beklenmektedir. En iyimser yaklaşımla değerlendirilse bile, 16.000 madencinin yatırım yapmak için bu kolaylıkları beklediğine inanmak zor olup, bu kişilerin arasına arazi yağmacılarının karışmış olduğuna kesin gözle bakılmalıdır. Kısacası Yönetmelikle “maden arama” adı altında tarım topraklarının her türlü yasa dışı kullanımının kapıları açılmıştır. Kaldı ki yasal ve iyi niyetli maden arama çalışmaları bile, sonucunun belirsizliği göz önüne alındığında, tarım topraklarına karşılıksız darbe vuracak bir etkinliktir. Yönetmelik hükmü düzenlenirken, “Maden Kanunu”na göre kum, kil, kireç, taş gibi her yerde bulunabilecek malzemenin de bu yasa kapsamına girdiği ve düzenlemenin arazi rantına sınırsız kolaylık sağlamakta olduğunun göz önüne alınmadığı açıktır. Konu titizlikle düzenlenmeli ve değerli arazilerin keyfi ve gereksiz kaybına fırsat verilmemeliydi.

Maddenin şekilsel yönden yanlışlığı ise, tarım dışı kullanım iznini verecek yetkili organın belirtilmemiş olmasıdır. Bir hukuki düzenlemede böyle bir boşluk olmamalıdır.

Yönetmeliğin 10.maddesinin 1.fıkrasındaki “Marjinal tarım arazilerinden başlamak kaydıyla ...” ifadesinin ve b, e, f ve g bentlerinin tümüyle iptali talep edilmektedir.

6) Yönetmeliğin “Tarım dışı amaçlarla kullanılabilecek sulu tarım arazileri ve diğer araziler” başlıklı 11.maddesinde “...her sınıf ve özellikte tarım arazileri, tarımsal faaliyetlerin zarar görmemesi için gerekli tedbirlerin alınması şartıyla, tarım dışı faaliyetlere tahsis edilebilir” hükmü yer almaktadır. Burada başvuruyu yapan kişi veya kuruluşa herhangi bir yükümlülük getirilmemekte olup, “...tarımsal faaliyetlerin zarar görmemesi için gerekli tedbirlerin alınması...” koşulunun kimin tarafından yerine getirileceği belirsizdir.

11.maddenin (b) bendi ile; “ham petrol ve doğalgaz arama, üretim ve depolama tesisleri ile bunlara ait ek tesisler”; (d) bendi ile “sera ve sera organize sanayi bölgeleri”, tarım dışına çıkarılacak istisnalar arasına alınmıştır. Uzun yıllar süren uygulamalarda “yağışa bağlı (kuru) tarım arazilerine yönelik istisnalar arasında yer alan ‘milli savunma tesisleri, hava alanları ve ek tesisleri’ c) bendi ile sulu tarım arazilerindeki istisnalara alınarak sulu tarım arazilerindeki istisnalar genişletilmiştir.

Ülkemizdeki sulanabilir alan büyüklüğüne ilişkin verilere, daha önce değinilmişti. Sulanmakta olan alan büyüklüğü, 1950’de 41,9 bin hektar iken, bu rakam 1960’ta 89,3, 1975’te 420 bin hektara, 2003’te 4,6 milyon hektara yükselmiştir. Cumhuriyet döneminde kıt kaynaklara rağmen yapılan yatırımlarla, tarım için en önemli kaynak olan sulanabilir alanlarda büyük maddi ve manevi özverilerle, önemli artışlar sağlanmıştır.

Öte yandan yapılmış olan toprak etütlerine göre, arazi varlığımızın % 6,53’ü I. sınıf, % 8,80’i II. sınıf, % 9,89’u III. sınıf ve % 9,41’i IV. sınıftır. Korunması gereken arazilerimiz ülkemizin yaklaşık dörtte birini oluşturmakta, her türlü tarıma elverişli araziler ise sadece % 6,5 oranında kalmaktadır. Dolayısıyla Türkiye, toprak kaynakları açısından zengin bir ülke değildir.

Yukarıda verilen arazi varlığı durumumuza rağmen, toplam arazi varlığı içerisinde zaten çok düşük bir oranda bulunan nitelikli tarım arazileri, çok daha büyük miktarlardaki daha az nitelikli araziler içinde alternatif alan bulunamadığı gibi yapay ve gerçeğe aykırı gerekçelerle tarım dışına çıkarılmaktadır.

Sanayi yatırımlarının büyük çoğunluğu Bolu, Düzce, Bursa, Sakarya yöresinde, son derecede nitelikli tarım arazilerinin üzerine, çeşitli yönetmelik değişiklikleri ve uygulama yanlışları ile kurulmuştur / kurulmaktadır. Tarım toprağı üzerinden geçirilmiş karayolları ile oluşturulan cazibe merkezleri nedeniyle yatırımcıların kendisi açısından en az taşıma maliyeti oluşturacak bölgelerde fabrika kurma isteği, kuşkusuz kamu yararı kavramının somut olaylarda karşılığını oluşturan nitelikli tarım topraklarının hoyratça tüketilmesi sonucunu doğurmamalıdır.

11.maddenin b fıkrası ile; “ham petrol ve doğalgaz arama, üretim ve depolama tesisleri ile bunlara ait ek tesisler”, alternatif alan bulunamadığı gerekçesi ile, sulu tarım arazisi içinde kurulabilecektir. Ham petrol ve doğalgaz aranmasının sulu tarım arazisi üzerinde dahi yapılmasında, kamu yararının bulunduğu düşünülebilir. Ancak aynı saptama, “depolama tesisleri ile bunlara ait ek tesisler” için geçerli değildir. Bunların, her ne olursa olsun, belirli bir arazi üzerinde kurulma zorunluluğu yoktur; dolayısıyla da mutlaka alternatif alanın aranması gereklidir. Bakü-Tiflis-Ceyhan petrol boru hattında ana aktarım istasyonu, Kadirli’nin kuzeyinde I. sınıf sulu tarım arazisi üzerine yerleştirilmektedir. Bu istasyonun yeri için değerlendirilen dört alandan diğer ikisi bozkır (doğal otlak), biri ise orman olduğu için değerlendirme dışı bırakılmış olup, bu gerekçeler ilgili projenin ulusal ve uluslar arası ÇED raporlarında açıkça belirtilmiştir. Seçimin yapım ve ulaşım kolaylığından ibaret olduğunun konuyla ilgilenen herkes tarafından bilinmesine karşın, sulu tarım arazisine bundan önceki (içeriği benzer) bir yönetmelikle izin verilebilmesi, iznin nasıl kötüye kullanılabildiğinin açık bir göstergesidir. Tarım toprağı hiçbir koşul altında bu ülkenin en değersiz arazileri olarak nitelenmemeliydi.

11.maddenin © fıkrası ile sulu tarım arazilerindeki istisnalar arasına alınan “milli savunma tesisleri, hava alanları ve ek tesisleri”, 1989 yılından beri yağışa bağlı (kuru) tarım arazileri içinde yer alan bir istisna maddesidir. 2003 yılına değin bu konuda bir sorun yaşanmadığına göre ve kuru tarım arazilerinin sulu tarım arazilerine göre nicelik olarak çok fazla olması nedeniyle, tüm toplumun yararına yönelik “milli savunma tesisleri, hava alanları ve ek tesisleri” istisnasının, geçmişte olduğu gibi kuru tarım arazileri içerinde yer alması gerekmektedir. Özellikle üzerinde hayvan otlatılan, biber, üzüm vb kurutulan çok sayıda havaalanının varlığı, bu tür izinlerin kötü sonuçlarını göstermek bakımından yol gösterici, hatta ders verici niteliktedir.

Maddenin (d) fıkrasında yer alan ve alanı düzenleyen yönetmeliklere iki yıl önce giren “sera organize sanayi bölgeleri” konusu OSB Yasası içerisinde değerlendirilmelidir. Bu konuda, Sanayi ve Ticaret Bakanlığı’nın hazırladığı ve 21.05.2001 tarih, 24408 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan “Organize Sanayi Bölgeleri Yer Seçimi Yönetmeliği”nin ilgili hükümleri, dilekçeye konu yönetmelikle karşılaştırıldığında, tarım topraklarını koruma açısından daha ileri düzenlemeler getirmektedir. Organize Sanayi Bölgelerinin kuruluş ve işleyiş sürecinde düzenin sağlanması ve yasal bir statüye kavuşturulmaları için 15.04.2000 tarih ve 24021 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 4562 sayılı OSB Kanunu’nun amaçlarından biri de “tarım alanlarının sanayide kullanılmasının disipline edilmesi”dir.

Temel görevi ülkedeki sanayi yatırımlarını artırmak olan Sanayi ve Ticaret Bakanlığı’nın kurulacak “OSB ve ihtisas organize sanayi bölgeleri” için tarım arazilerini koruyucu süreci işletip, ilgili kurumlardan aldığı olumlu görüşlere göre yer seçimi yapması ve OSB Yer Seçim Yönetmeliği’nin tarım alanlarını korumak amacıyla çıkartılan yönetmeliğe göre çok daha net ifadelerle ve daha kapsamlı bir koruma içeriyor olması, Davalı İdarenin, topraklarımızı korumak ve amacına uygun kullanımını sağlamak görevi yerine, her tür ve sınıftaki tarım arazisini tarım dışı kullanıma açan dava konusu Yönetmelikle, bu amacından ne denli uzağa düştüğünü ortaya koymaktadır.

11.maddenin (e) fıkrasında “maden arama faaliyetleri” de tarım dışı amaçlarla kullanılabilecek sulu tarım arazileri arasına alınmıştır. Her şeyden önce bu değişiklik, tarım topraklarını başka amaçlarla kullanıma açan anlayışın sürekliliğini ve zararlılığını gösteren yeni bir kanıttır. İkincisi, çoğu zaman sulu tarım arazilerine yapılmış olan yatırım tutarının, oradan çıkarılabilecek cevher maliyetlerinin çok üzerinde olabileceği gerçeği, bu hükümle göz ardı edilmektedir. Sulama projeleri, devletin çoğu zaman büyük özverilerle ve büyük yatırımlarla gerçekleştirdiği bütüncül projelerdir ve ekonomik etkilerinin yanı sıra toplumsal ve çevresel olumlu etkileri de çok yüksektir. Benzetme yerindeyse, bir kireç ocağı işletmesine böyle yatırımlar feda edilmeden önce çok iyi düşünülmesi gerekir. Üçüncü bir yanlışlık, sulu tarım arazisinin bütünlüğünü bozacak bir maden arama etkinliğinin, -proje alanının geometrisini bozmak, su bütçesini değiştirmek veya kirlilik yükünü yükseltmek gibi nedenlerle- tüm proje alanını olumsuz etkileyerek, daha büyük zararlara yol açabileceğinin gözden kaçırılmasıdır. 5177 sayılı kanunla değişik 3213 sayılı Maden Kanunu’nun 16.maddesi hükümlerine göre tek bir “maden arama” ruhsatı, madenin içinde yer aldığı gruba göre 10 hektar ile 2.000 hektar arasında değişebilmektedir. Bu değerler, Yönetmeliğin tarım dışına çıkarıcı diğer kolaylıklarıyla birlikte incelendiğinde, büyük emekler ve harcamalarla kurulan sulama ağlarının geleceği açısından ürkütücü bir tablo ortaya çıkmaktadır. Dördüncü bir yanlışlık da, maden arama çalışmalarına böylesine kolaylıkla izin verilen sulu tarım arazilerinde, maddenin son paragrafında yer alan “Bu maddenin (e) bendinde belirtilen maden arama faaliyetleri sonucunda stratejik önemi haiz madenin bulunması halinde madencilik işletmesi amacıyla ilgili Bakanlık tarafından alınan kamu yararı kararının İl müdürlüğüne iletilmesi halinde söz konusu arazinin tarım dışı kullanımına izin verilir” hükmüyle, sulu tarım arazilerinde maden arama işlemlerine, işletme etkinliklerinden daha fazla kolaylık, yani sulu tarım arazilerine daha fazla zarar verebilme olanağı sağlanmış olmasıdır. Maddenin daha sonraki paragrafında belirtilen, “...alternatif alan olmadığı kanaatine varılırsa uygun görüş verilir, alternatif alan tespiti halinde müracaat reddedilir” hükmü, diğer kullanımlar için uygulanabilse de, maden arama etkinlikleri için tümüyle geçersizdir. Bu hüküm, kötü niyetli kişilere, tarım arazilerinin istedikleri her yerinde, diledikleri yıkımı yapabilmelerinin yolunu açmaktadır. Bu hükmün, yasal kolaylıklar ve istisnaların düzenlendiği 3213 sayılı Maden Kanunu’nda yer almaması, bir diğer hukuk dışı özelliğini oluşturmaktadır. Gücünü ilgili yasadan almayan bir yönetmelik hükmü keyfi olmaktan öte anlam taşımamaktadır.

Yönetmeliğin uygulanmasına yönelik bir diğer yanlış da, “alternatif alan tespiti” işlemini yapabilecek uzman(lar)ın toprak ve arazi özellikleri konusunda eğitimli olmaları gereği ve arazi çalışmalarının laboratuar analiz sonuçlarıyla desteklenmesiyle mümkün olabileceğinin göz ardı edilmesidir. Bu tür izinlerde veya yasaklamalarda konu uzmanları, raporlarını toprak derinliği, arazinin eğim yüzdesi, erozyona duyarlılık, bitki besin maddeleri yeterliliği vb gibi somut (rakamsal) değerlerle birlikte vermektedir. Aksi taktirde, elle tutulur verilere dayanmayan belirlemeler her ilgilinin raporu kendine göre yorumlamasının yolunu açarak, mahkeme kapılarında yığılmalara neden olabilecektir.

Belirtilen gerekçelerle, Yönetmeliğin 11.maddesinin birinci paragrafındaki “...her sınıf ve özellikte tarım arazileri, tarımsal faaliyetlerin zarar görmemesi için gerekli tedbirlerin alınması şartıyla, tarım dışı faaliyetlere tahsis edilebilir” ibaresinin, (b) fıkrasında yer alan “...üretim, depolama tesisleri ve bunlara ait ek tesisler...” ibaresinin, (c), (d) ve (e) fıkralarının tümü ile, maddenin son iki paragrafının tümüyle iptali talep edilmektedir.

7) Yürürlükten kaldırılan 13 Haziran 2003 tarihli Yönetmeliğe göre, bayındırlık ve iskan müdürlüğü veya belediyelere yapılan “tarımsal amaçlı yapılar” hakkındaki müracaatlar tarım il müdürlüğüne intikal ettirilmekte, tarım il müdürlüğü bu talepleri inceleyip, belirtilen özelliklere uyan tesislerden olması halinde, arazi sınıflarına bakılmaksızın toplam kullanım alanı 5.000 m2 yi geçmemek kaydıyla izin vermekte idi.

İşbu yönetmelikle, 13 Haziran 2003 tarihli Yönetmeliğe göre bu alanda da çok daha geniş bir tarım dışı kullanım alanına ortam hazırlanmaktadır. Şöyle ki;

a) Yönetmeliğe eklenen “plan ve projeleri İl Müdürlüğü tarafından incelenerek tarımsal nitelikli olduğuna karar verilen diğer tesislerle” ifadesi ile, Yönetmelikte sayılan tesislerin dışında tarım il müdürlüklerine sınırsız yetki tanınmaktadır.

b) Tarımsal amaçlı tesislere yönelik toplam kullanım alanı için getirilen “5.000 m2 yi geçmemek” kısıtı kaldırılmakta, “arazi niteliklerine ve sınıfına bakılmaksızın projede öngörülen miktarda alana” ifadesi ile sınırsız arazi kullanımına olanak tanınmaktadır.

Yönetmeliğin, “tarımsal amaçlı yapılar” başlıklı 12.maddesinin son paragrafında yer alan “...tarımsal nitelikli olduğuna karar verilen, tarımsal ürünlerin işlenmesi ve değerlendirilmesi ile ilgili tesisler için ihtiyaç duyulan tarım arazileri, işletmenin toplam arazi varlığının 2/100’ini geçmeyecek şekilde, arazi sınıfına bakılmaksızın İl müdürlüğü tarafından tarım dışı kullanıma tahsis edilir” hükmünün sakıncaları örneklerle açıklanmaya çalışılacaktır. Daha önceleri 1/100 olan inşaat oranı, 2003 yılından bu yana 2/100’e çekilmiş olup, bu durum, örneğin, I. sınıf sulu tarım arazisi üzerinde traktör fabrikası ya da mısır nişastası işleme tesisi kurmak isteyen istem sahibine, daha geniş arazi satın alarak, Yönetmeliğin bu maddesinden yararlanma yolunu açmaktadır. Artan inşaat oranı, Yönetmeliğin tarım arazilerini yıkıcı eğiliminin başka bir göstergesidir. Parsel sayılarını ve yerlerini dikkate almayan “...işletmenin toplam arazi varlığının 2/100’ü...” anlatımıyla da, yeni bir kara delik açılmaktadır. Buna göre kötü niyetli biri, ucuz ve verimsiz yerlerden toplayacağı çok sayıda parseli tek bir tarımsal işletme gibi göstererek, dilediği yerde yapılaşmaya gidebilecektir.

Açıklamaya çalıştığımız gerekçelerle, Yönetmeliğin 12.maddesinin birinci paragrafındaki “plan ve projeleri tarım il müdürlüğü tarafından incelenerek tarımsal nitelikli olduğuna karar verilen diğer tesislerle” ifadesi ile 2.fıkrasının iptali talep edilmektedir.

8) Yönetmeliğin “Plan değişikliği yapılmasının esasları” başlıklı 14.maddesi; tarım dışı kullanım amaçlı istisnaları genişletmekte, plan değişikliği sürecinde plan kapsamına alınacak büyük miktarlarda arazilerin yalnızca tarım il müdürlüğünün yetkisi ile tarım dışına çıkarılmasına zemin hazırlamaktadır. Plan değişiklikleri istemlerinin, bilimsel verilere hakim, yerel etkilere kapalı kamu yönetimi süreçlerinde doğru olarak değerlendirilebilmesi için, Bakanlığın uygun görüşünün alınması ve alınmadığı takdirde yapılan planların herhangi bir işleme gerek kalmaksızın geçersiz sayılması gerekirken, 10., 11. ve 12.maddelerle getirilen istisnalar dışında 14.madde ile getirilen yeni istisnalar şunlardır: “İl Müdürlükleri;

a) Plânlı alan Belediye veya mücavir alanı içinde ise, Belediye hizmetlerinin yürütülmesi ve alt yapı tesisleri için inşa edilecek yapılara yönelik ilgili Belediye tarafından yapılan arazi taleplerinde,

b) Tarımsal üretimi teşvik etmek amacıyla kurulmuş tarımsal ürünlerin işlenmesi ve değerlendirilmesi ile ilgili entegre nitelikli sanayi tesislerinin geliştirilmesi ve rekabet gücünün arttırılması için, mevcut yapılara ilave tesislerin kurulmasına yönelik arazi taleplerinde,

c) Diğer sanayi tesislerinin bulunduğu planlı alanlarda, sanayi tesislerinin rekabet gücünün arttırılması için ihtiyaç duyulan, ileri teknoloji kullanımı sağlayarak üretimi artıracak ve mevcut tesislerle entegre çalışma zorunluluğu bulunan ilave tesislerin kurulmasına yönelik arazi taleplerinde,

Okunma Sayısı: 5164